Eskiden ayıp, günah denilerek uyarılırdık
Anayasa Mahkemesi eski üyesi Prof. Dr. Sacit Adalı eskileri anlattı
Aydın Başar'ın haberi:
Anayasa Mahkemesi eski üyesi ve Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı Prof. Dr. Sacit Adalı, geçtiğimiz günlerde Eyüp Sultan gönüllülerinin konuğu olarak Mihrişah Sultan Sibyan Mektebi’nde bir söyleşi yaptı.
Adalı, bir gönül harekâtı yapmamız gerektiğini ifade etti. Bu konuda şunları söyledi: “Bugüne kadar çeşitli coğrafyaların el değiştirmesi hep silahlarla olmuş. Bugün fetih harekâtı devam ediyor. Fakat fethi toprak kazanmakla değil, kalp kazanmakla yapıyoruz. Fetih harekâtı, hasbi davranan insanların sayesinde yükselecektir. Birbirimizin kalbini kazanmaya çalışalım. Çünkü bugünün fetih harekâtı, kırılan gönülleri tamir etmekle olacaktır. Tarihimizle yüzleşelim, şu anda küs olduğumuz insanlarla yüzleşelim. Eğer biz karşımızdakinin gönlünü fethetmeye kalkarsak, o da bizim ve başkalarının gönlünü fethetmeye çalışacaktır. Belki de iç barışı bu şekilde sağlayacağız.”
İki türlü insanın olduğunu, bunlardan birinin “hesabi”, diğerinin “hasbi” olduğunu söyleyen Adalı, hasbi davrananın Allah rızası için insanlara iyi davrandığını, hesabi olanın ise birinden çıkarı varsa ona güzel davrandığını söyledi. Bu konudaki teessüflerini de; “Hasbilikten neden bu kadar uzaklaştık?” ve “Münasebetler neden bu kadar maddileşti?” cümleleri ile ifade etti.
Rum ve Ermenilerin âhını aldık
Sacit Adalı’nın çocukluğunun İstanbul’da geçmesi bir takım tarihî yaşanmışlıklara da şahit olması anlamına geliyordu. İstanbul’un tarihi ile ilgili ilk defa Mehmet Şevket Eygi Beyefendi’den duyduğum bir şeyi, bu söyleşide de Sacit Adalı Beyefendi’den dinledim. Bu gerçek şuydu ki 1950’lerde Ermenilerin ve Rumların âhını almamıza sebep olan bir takım olaylar yaşanmıştı.
Sacit Adalı şu cümlelerle anlattı: “Biz çocukken mahallemizde Rumlar, Ermeniler vardı. Aynı sokakta birbirimize gider gelirdik, çocukları ile oynardık. Benim arkadaşlarım Rum, Ermeni, Yahudi idi… 1955’te ben o sıralar on yaşındaydım. Yanımızda bir Rum evi, onun yanında da bir Yahudi evi vardı. 1955’teki 6 -7 Eylül hadiseleri çok önemlidir ve tam bir kırılma noktasıdır. Müslüman olduğunu ispat edemeyenlerin evlerini yıkıyorlar, kırıyorlar, döküyorlar, parçalıyorlardı. Dedemde bir tane fazla Kur’an-ı Kerim vardı, onu Yahudi komşumuza verdi; Rum olan komşumuza da bir bayrak verdi. Biz de evimizdeki ikinci bir Kur’an-ı Kerim’i pencereden salladık. Bugün gibi hatırlıyorum; yakıp dökenler, ‘Bunlar Müslüman, burayı geçelim’ dediler. Biz de komşularımız da bu sayede kurtulduk. Sonra gidip ilerdeki başka evleri yıktılar. İstiklal Caddesini, bu caddedeki bütün büyük mağazaları ve gayrimüslimlerin oturduğu evleri ve iş yerlerini paramparça ettiler. İstanbul, Lozan’dan sonra ana kırılmayı ve göçü 1955’ten sonra yaşamıştır.”
Dinleyicilerden “Bunları yapan kim” sorusuna ise Sacit Adalı; “Herhalde bugünkü derin devlet” diyerek cevap verdi. Kimin yaptığını bugün tam olarak söyleyemesek de bu korkunç zulüm maalesef ülkemizde yaşanmış bir zulümdür. Ve bize göre de bunlar gündeme gelmelidir. Halbuki atalarımız beraber yaşamayı öyle bir güzel öğrenmiş ve öğretmişlerdi ki… Ben onu gördüm. Buradaki yaşı müsait olanlar da görmüştür. Biz beraber yaşamayı ne kadar çok severdik. Biz Yahudi’nin, Rum’un, Ermeni’nin gönlünü almaya mecburuz. Biz onlara iyi davranalım, onların da bize iyi davranmasını sağlayalım. Biz Rum’u, Ermeni’yi, Yahudi’yi veya beğenmediğimiz insanları attık veya kendileri korkarak gittiler. Bir empati yapalım, kendi kendimizi sorgulayalım; çok mu kazanç sağladık bu işten? Bu kırılan kalpleri tamir etmeye mecbur değil miyiz?”
Eskiden “ayıp” derlerdi, “günah” derlerdi
Bu acı olayı hatırlatan Sacit Adalı, konuşmasında geçmişteki bir takım değerlerimizden de bahsetti. Topluma şekil veren bir takım müeyyidelerden daha çok topluma çekidüzen veren bir takım sözlü ifadelerin olduğunu söyleyen Sacit Adalı, dinleyicilere “ayıp” ve “günah” kelimelerini hatırlattı. Sözlerine şöyle devam etti: “Eskiden bir ‘ayıp’ lafı vardı. Birisi ‘ayıp’ dediği zaman herkes kendisini toplardı. Bir de ‘günah’ denirdi. ‘Günah’ dendiğini şimdi hiç duyuyor musunuz? Bunları söylerseniz şeriatçı oluyorsunuz?” Eskiden olan ama şimdilerde unuttuğumuz bir şey de oturma şeklimizle ilgiliydi. Bunu da Sacit Adalı şöyle hatırlattı: “Ben bağdaş kurmayı bilmem. Hep diz çökerek oturdum da onun için. Büyüklerimin yanında hep oturma usulüm diz çökmeydi.”
Dünya Bizim