Görsel Sanatlar Eğitimi
Mesut AK'ın yazısı
Görsel Sanatlar Eğitimi
Mesut Ak'ın yazısı
Görsel Sanatlar anaokulu, okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim okullarımızdan üniversiteye, yüksekokul, lisans, yüksek lisans ve doktoraya kadar uzanan geniş bir yelpazede ele alınan ve eğitim ve öğretimi yapılan bir alandır. Her kademede farklı düzeylerde ele alınan Görsel Sanatlar Eğitiminin nasıl olması gerektiği konusu uzmanlar tarafından halen tartışılmaktadır.
Burada amacımız kısaca bazı önemli noktalara dikkatlerin çekilmesi için anaokulundan üniversiteye kadar Görsel Sanatlar Eğitimi ile ilgilenenlere ve herkese bir pencere açmaktır. Ta ki herkes bu pencereden kendi ufkuna düşen hisseyi alabilsin.
Bugün okullarda ağırlıklı olarak uygulamaya dönük işlenen Görsel Sanatlar Dersi ile ilgili teorik ve felsefi boyut zayıf kalmıştır. Bu ilköğretim düzeyinde normal karşılansa bile ortaöğretim ve üniversite boyutunda üzerinde durulması gereken bir konudur. Ancak bu teori ve felsefe boyutunun da sadece Avrupa felsefe tarihinden yola çıkılarak dayatılmaması gerekmektedir.
Bizim kültürümüze ve birikimlerimize ait değerlerin, düşüncelerin ele alınması ve Avrupa ile kıyaslanarak işlenmesi gerekmektedir. Ancak böylelikle dengeli bir eğitim gerçekleştirilmiş olur. İşte bu konuda Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Bediüzzaman’ın düşünceleri ve onun en önemli eseri ve bir çeşit Kur’an-ı Kerim tefsiri olan Risâle-i Nur bizlere ışık tutmaktadır.
Şimdi genelde sanat, özelde de görsel sanatlar eğitimi açısından önemli olan bazı başlıklara birlikte göz atalım:
Sanat-Sanatçı-Sanat Eseri
“Arkadaşı ona cevap vererek dedi ki: ‘Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah’ı inkâr mı ediyorsun?’ ” (Kehf Sûresi, 37).
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?” (Tûr Sûresi, 35)
“Hem nasıl ki, bir hâne ustasız olmaz. Bâhusus öyle bir hâne ki, hârika san'atlarla, acîb nakışlarla, garip zînetlerle tezyin edilmiş. Hattâ, her bir taşında bir saray kadar san'at derc edilmiş. Ustasız olmak, hiçbir akıl kabul edemez; gayet mâhir bir san'atkâr ister… Öyle de, şu kâinat nihayetsiz hakîm, alîm, kadîr bir Sâni ister… Nasıl böyle bir sarayın Sâniinden gaflet edilebilir?” (Nursi, S. Sözler, 10. Söz, Mukaddeme).
“San'atlı bir eser san'atkârı icap eder.” (Nursi, S. Sözler, s. 619)
Sanat eğitiminde üç önemli sacayağı vardır:
1. Sanat
2. Sanatkâr
3. Sanat Eseri
Şimdi bununla ilgili yukarıdaki ayetleri ve Risale-i Nur’daki sözü ele alalım:
Burada görüleceği üzere ortada bir eser varsa bu eseri ortaya çıkaran birisi olması gerektiği, hele bu eser sanatlı ise mutlaka bir sanatkârının bulunması gerektiği belirtilmektedir. Eserden sanatkâra giden bir yol izlenmektedir.
Gerçekten de bir fiilin failsiz olması mümkün olmadığı gibi sanatkârsız bir sanat dahi mümkün değildir.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Sanatçı olarak kabul ettiğimiz kişilerin eserlerini sanat eseri olarak kabul ediyoruz, ancak tabiattaki güzellikleri ve eserleri de sanat eseri olarak kabul edecek miyiz? Eğer böyle kabul edersek tabiattaki sanat eserlerinin sanatkârına Allah mı diyeceğiz?”
Elcevap: Evet. Bir eserin sanat eseri olduğunun kabulü için onun bir irade ve kasıt ile yapılmış olması gerekmektedir. Tabiattaki eserlere baktığımızda da bu irade ve güzelleştirme kastını bizzat görmekteyiz. Hiçbir şey tesadüfen ve kendi kendine olmamaktadır.
Sanat Eğitiminde Sergi
“Allah yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır” (Nûh Sûresi, 19-20).
“Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz” (Zâriyât Sûresi, 48).
“O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde
yürüyün…” (Mülk Sûresi, 15).
“…Demek, bir seyrangâh-ı dâimîye gidiliyor. Mâdem numunelerini göstermek için beş altı gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor, bu memleketi kurdu; elbette, hakiki hazînelerini, kemâlâtını, hünerlerini makarr-ı saltanatında öyle bir tarzda gösterecek, öyle seyrangâhlar açacak ki, akılları hayrette bırakacak…” (Nursi, S. Sözler, s. 54, 55).
“Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzârında saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san'atının hârikalarını, hem kendi mârifetinin garîbelerini izhâr edip, göstersin.” (Nursi, S. Sözler, 11. Söz).
Sanat eğitiminde sanatın niçin yapıldığı konusu da ele alınmalıdır. Bu ayetlerden ve sözlerden de anlaşılacağı üzere sanatçı eserini ortaya koyarken kendisinde bulunan güzelliklerin ve mükemmelliklerin ortaya çıkmasını ister. Bu güzellik ve mükemmellikleri hem kendisi bizzat görmek hem de bu güzellikleri takdir edeceklerin bakışı ile görmek ister. Bunun için de çeşitli sergiler açar, gösteriler düzenler, konserler verir. Kâinat sanatkârı Allah da bunun için bu sergi salonlarını ve gösteri merkezlerini yaratmıştır.
“Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” (Nursi, S.).
Sanat eğitiminde güzel görmek ve güzel düşünceler ortaya koymak esas olmalıdır. İzleyicilerin sanat eserlerinden etkilenerek güzel düşünceler geliştirmeleri beklenmekte ve böylece daha mutlu olmalarının yolu açılmaktadır. Felsefeciler buna “katarsis” yani “arınma” demektedir.
Kâinattaki güzellikleri ve nitelikli sanat eserlerini gören ve güzel düşünceler geliştirenler hayatlarında daha mutlu olmaktadırlar.
Sanat Eğitiminde Bakma ve Görme (Mânâ-i Harfî - Mânâ-i İsmî)
“De ki: Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.” (Yûnus Sûresi, 101).
“De ki, ‘Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?’ De ki: Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet sahibidir.” (Ra'd Sûresi, 16)
“Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.” (Şu'arâ Sûresi, 7).
“O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” (Mülk Sûresi, 3, 4).
“Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O her şeyi hakkıyla görendir.” (Mülk Sûresi, 19).
“Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir! Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir! Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!” (Ğâşiye Sûresi, 17–20).
“Evet, Kur'ân-ı Hakîm, … mevcudâta mânâ-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesâbına bakar; ‘Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor’ der. Ve bununla, kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor.
Ammâ, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, hurûf-u mevcudâtın tezyinâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış.
Şu kitâb-ı kebîrin hurufâtına mânâ-i harfî ile, yani, Allah hesâbına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip, mânâ-i ismî ile, yani, mevcudâta mevcudât hesâbına bakar, öyle bahseder. ‘Ne güzel yapılmış’a bedel ‘Ne güzeldir’ der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder.” (Nursi, S. Sözler, 11.Söz)
Sanat eğitiminde bakış açısı, bakma ve görme çok önemlidir. Hergün yanından geçtiğimiz bir çiçeğe veya ağaca bakarız ama göremeyebiliriz. Sanat eğitimi işte bize bakma ve görme eğitimi vermektedir. Tabiattaki varlıkları gözlemleme ve onların özelliklerini keşfetme sanat eğitiminin amaçlarından biridir.
Yukarıdaki ayetler ve sözlerden de anlaşılacağı üzere tabiattaki varlıklarda tecelli eden (yansıyan) güzelliklerin keşfedilerek sanatkârının takdir edilmesi insanın yaratılışının en önemli gayelerinden biridir. Hem Kur’an’da hem de onun tefsiri olan Risale-i Nurda bu durum özellikle vurgulanmaktadır.
Sanat Eğitiminde Renk, Şekil, Ölçü, Ahenk, Denge
“Biz Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir?(Bakara, 138)
“O, sizi rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir.” (Al-i İmran, 6).
“Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerle yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize verdi. Öğüt alan bir toplum için bunda ibretler vardır.” (Nahl Sûresi, 13).
“O her şeyi yaratmış ve yarattığı O şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkân Sûresi, 2).
“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir…” (Rûm Sûresi, 22).
“Görmüyor musun ki Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var. İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar.” (Fâtır Sûresi, 27, 28).
“Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer Sûresi, 49).
“Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.” (Rahmân Sûresi, 7).
“Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” (Talâk Sûresi, 3).
“Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı? Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk. Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz!” (Mürselât Sûresi, 20-23).
“(Ey inkarcılar!) Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah kurmuştur. Onu yükseltmiş ve ona düzen ve âhenk vermiştir. O göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı. Ardından yeri düzenleyip döşediOndan suyunu ve merasını çıkardı. Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.” (Nâzi'ât Sûresi, 27-32).
“O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır. O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.” (A'lâ Sûresi, 2, 3).
“Her şeye hassas mîzanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, sûret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adâlet ve mîzan ile iş görüldüğünü gösterir.” (Nursi, S. Sözler, 10.Söz, Mukaddime)
Sanat eğitiminde sanat elemanları ve ilkeleri olan renk, şekil, ölçü, ahenk, denge vb. sanatın icrası ve anlaşılmasında kullanılan araçlardır. Bu konular anlaşılmadan sanatın gerçek manasıyla anlaşılması mümkün değildir. İşte bu konuda da Kur’an-ı Kerim ve tefsiri Risale-i Nur bize yol göstermektedir
Sanat Eğitiminde Güzellik-Çirkinlik
“O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.” (Secde Sûresi, 7).
“Allah, yeryüzünü sizin için karar kılma yeri, göğü de binâ yapan; size şekil verip de şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (Mü'min sûresi, 64).
“Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı…” (Teğâbun Sûresi, 3).
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi? Sonra bu, bir “alaka”3 oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi.” (Kıyâme Sûresi, 36, 37, 38).
“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tîn Sûresi, 4).
“Hem, bir şeyin kuvvet ve zaafça merâtibi, o şeyin içine zıddının müdâhalesidir. Meselâ, hararetin derecâtı, soğuğun müdâhalesidir; güzelliğin merâtibi, çirkinliğin müdâhalesidir; ziyânın tabakàtı, karanlığın müdâhalesidir.” (Nursi, S. Sözler, 10.Söz, Hatime)
“Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir.” (Nursi, S. Sözler, s.210)
Modern estetik ve sanat eğitiminde güzelliğin yanı sıra çirkinlik de ele alınan bir konudur. Bu açıdan güzellikle beraber çirkinliğin de ele alınıp ne olduğunun izah edilmesi gerekmektedir. Güzelliği farklı derecelerde olması onun içerisine zıddı olan çirkinliğin karışmasıyla olmaktadır. Ayrıca bir şeyin ya bizzat güzel olduğu veya neticeleri itibariyle güzel olduğu vurgulanmaktadır.
Sanat Eğitiminde Helal – Haram
“De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?”… De ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A'râf Sûresi, 32, 33)
“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler... Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar…” (Nûr Sûresi, 31).
“Cinler Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı…” (Sebe' Sûresi, 13).
“İbrahim şöyle dedi: ‘Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?’ ‘Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.’ ” (Sâffât Sûresi, 95, 96)
“Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah’ı bırakarak ‘Ba’l’e mi tapıyorsunuz?’ ” (Sâffât Sûresi, 125-126).
“Hani ona akşamüstü bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağının üzerinde duran çalımlı ve soylu atlar sunulmuştu. Süleyman, ‘Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı sağladığından dolayı çok severim’ dedi. Nihayet gözden kaybolup gittikleri zaman, ‘Onları bana geri getirin’ dedi. (Atlar gelince de) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.” (Sâd Sûresi, 31, 32, 33).
“Ulaşmaz dest-i edeb-i garb-ı hevesbâr-ı hevâkâr-ı dehâdâr
De’b-i edeb-i ebed-müddet-i Kur’ân-ı ziyâbâr-ı şifâkâr-ı hüdâdâr
• Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnut eden bir hâlet, çocukça bir hevese,sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez,
• Onları eğlendirmez. Bu hikmete binâen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve şehvânî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.
• Avrupa’dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat, romanvâri nazarla, Kur’ân’da olan letâif-i ulviyet, mezâyâ-i haşmeti göremez, hem tadamaz.
• Kendindeki mihengi ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz.
• Ya aşkla hüsündür, ya hamâset ve şehâmet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabânî edebse, hamâset noktasında hakperestliği etmez.
• Belki zâlim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvetperestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında aşk-ı hakiki bilmez.
• Şehvetengiz bir zevki nefislere de zerk eder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san’at-ı İlâhî sûretinde bakmaz,
• Bir sıbga-i Rahmânî sûretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor, hem ondan da çıkamaz.
• Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir; ondan ucuzca kendini kurtaramaz.
• Yine ondan gelen, dalâletten neş’et eden ruhun ıztırâbâtına, o edebsizlenmiş edeb müsekkin, hem münevvim, hakiki fayda vermez.
• Tek bir ilâcı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvât. Meyyit hayat veremez.
• Hem tiyatro gibi tenâsuhvâri, mâzi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.
• Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlûfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.
• Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktristi kàrie ihtar eder. Zâhiren der: "Sefâhet fenadır, insanlara yakışmaz."
• Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefâhete öyle müşevvikàne bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.
• İştihâyı kabartır, hevesi tehyic eder; his daha söz dinlemez. Kur’ân’daki edebse, hevâyı karıştırmaz.
• Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemâlperestlik zevki, hakikatperestlik şevki verir. Hem de aldatmaz.
• Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor. Belki bir san’at-ı İlâhî, bir sıbga-i Rahmânî noktasında bahseder; akılları şaşırtmaz.
• Mârifet-i Sâniin nurunu telkin eder, herşeyde âyetini gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor; fakat birbirine benzemez.
• Avrupazâde edebse, fakdü’l-ahbabdan, sahipsizlikten neş’et eden gamlı bir hüznü veriyor; ulvî hüznü veremez.
• Zîrâ sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemâne aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdâr. Âlemi bir vahşetzâr tanır; başka çeşit göstermez.
• sûrette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahipsiz de olarak yabânîler içinde koyar, hiçbir ümit bırakmaz.
• Kendine verdiği şu hiss-i heyecanla git gide ilhâda kadar gider, ta’tîle kadar yol verir. Dönmesi müşkül olur; belki daha dönemez.
• Kur’ân’ın edebi ise, öyle bir hüznü verir ki, âşıkàne hüzündür, yetimâne değildir. Firâku’l-ahbabdan gelir; fakdü’l-ahbabdan gelmez.
• Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine, şuurlu, hem rahmetli bir san’at-ı İlâhî onun medâr-ı bahsi. Tabiattan bahsetmez.
• Kör kuvvetin yerine, inâyetli, hikmetli bir kudret-i İlâhî ona medâr-ı beyân. Onun için, kâinat vahşetzâr sûret giymez.
• Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cemiyet-i ahbab. Her tarafta tecâvüb, her cânibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
• Her köşede istînâs, o cemiyet içinde mahzunu vaz’ ediyor bir hüzn-ü müştakàne; bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.
• İkisi birer şevki de verir. O yabânî edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasıt; ruha ferah veremez.
• Kur’ân’ın şevki ise, ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. İşte bu sırra binâen, şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) lehviyâtı istemez.
• Bâzı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip; demek hüzn-ü Kur’ânî veya şevk-i tenzilî veren âlet zarar vermez.
• Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsânî verse, âlet haramdır. Değişir eşhâsa göre; herkes birbirine benzemez.” (Nursi, S. Sözler, s. 676- 678).
Sanat eğitiminde en çok tartışılan konulardan birisi de helal ve haram olup olmadığı konusudur. Bu konuda Kur’an-ı Kerim ve tefsiri olan Risale-i Nurda konuyla ilgili bazı bölümler yukarıda yer almaktadır. Bu konular derinlemesine ele alındığında sanatta nelerin hela, nelerin haram olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak Nursi’den alınan bölümün sonunda bu durumun şahıslara göre değişeceğini vurgulamaktadır.
Kaynaklar:
T.C. Diyanet İşleri Başkanlığının resmi web sitesinde yer alan Kur’an-ı Kerim mealinden faydalanılarak hazırlanmıştır. http://www.diyanet.gov.tr/kuran/default.asp
NURSİ, S. Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Ocak 2001
www.risaleinurenstitusu.org/