Osmanlının son Şeyhülislam’ı Mustafa Sabri Efendi’nin Said Nursi pişmanlığı

Osmanlının son Şeyhülislam’ı Mustafa Sabri Efendi’nin Said Nursi pişmanlığı

Mustafa Sabri Efendi Kahire’de değildi, İskenderiye’ye oğlunun evine gitmiş. İskenderiye’ye gittim, evinde görüştük. Bediüzzaman adını duyunca...

Risale Haber-Haber Merkezi

Üstad Bediüzzaman hazretlerinin de dostu olan son Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, 12 Mart 1954 tarihinde, 63 sene önce bugün Kahire’de vefat etmişti. Rahmet dualarımızı gönderiyoruz.

Mustafa Sabri efendinin 63. vefat yıldönümü vesilesiyle, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin hususi olarak Kahire’ye gönderdiği talebesi Ahmed Ramazan ağabeyin, 1951 yılında kendisiyle görüşmesiyle ilgili hatıralarını, Ağabeyler Anlatıyor kitaplarında yayınlanmak üzere Ömer Özcan’a anlattığı şekilde yayınlıyoruz.    

Mustafa Sabri ile görüşen Ahmed Ramazan kimdir?

(1927 Malatya doğumlu Ahmed Ramazan Ağabey, ‘Ramazan Tuncer’ adını, daha sonraları ‘Ahmed Ramazan Canbek’ olarak değiştirmiştir. ‘Ahmed’ ilavesini Üstad Bediüzzaman Hazretleri yapmış, ‘Tuncer’ soyadını da ‘Canbek’ olarak kendisi değiştirmiştir.)

Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ı kitabının ‘Hariç Memleketler’ bölümünde, 1927 Malatya doğumlu Ahmed Ramazan ağabeyimizin Bağdat ve Şam’dan yazdığı veya onun vesile olduğu hizmetleri anlatan üç mektup vardır. Zira Ahmed Ramazan’ın hayatı hep hariç memleketlerde geçmiştir. 18 yıl Bağdat’ta, 16 yıl Şam’da kalmış olup, İslam ülkelerine de çokça seyahatleri vardır. 1985’de Resulullah’ın komşuluğuna hicret etmiş olan Ahmed Ramazan el’an Medine’de iskân etmektedir. Yurtdışında kaldığı 65 sene içinde, adı geçen mektuplar gibi yüzlerce mektubu dünyanın her tarafındaki tanınmış şahsiyetlere, İslam merkezlerine, Müslüman cemaat liderlerine Risale-i Nur’un neşri için yazmıştır. Bu mektuplar hep hizmetle, Risale-i Nur’un tanıtımıyla alakalıdır. Ahmed Ramazan, Hz. Üstad’la ve ağabeylerle de daima irtibat halindedir.

ahmetramazan_omerozcan.jpg

(Bediüzzaman hazretlerinin yurtdışı hizmetleri için Bağdat’a, Şam’a, Kahire’ye gönderdiği Ahmed Ramazan Ağabey, Ömer Özcan’ı Medine’de, evinde kabul etmiş ve çok kıymetli hatıralarını ayrıntılarıyla anlatmıştır. Medine-i Münevvere Medrese-i Nuriye’sinin ehl-i hizmet vakıflarından Ömer Feyzioğlu ve Ahmed Ramazan ağabeyin en küçük oğlu Abdulvahab Salih’in yardımlarıyla hatıraların tamamı kamera ile kaydedilmiş ve bu kayıtlar yazıldıktan sonra, tashihatı kendisine yaptırılmıştır. Hatıraların tamamı Ağabeyler Anlatıyor-7 kitabında yayınlanacaktır inşallah.)

Ahmed Ramazan Anlatıyor:

1951’de Büyük Doğu’nun neşriyat müdürlüğünden ayrıldıktan sonra, ikinci kere Emirdağ’a gittim ve Üstad Bediüzzaman Said Nursi’yi tekrar ziyaret ettim; “Üstad’ım ne yapacağım ben?” dedim. Dedi: “Bir mektup hazırlamışım, bunu Mısır’a İhvan-ı Müslimin’e götüreceksin.” “Peki, başüstüne” dedim; ama Arapça bilmiyorum, para yok...

Hatta bir arkadaş dedi ki: “Arapça bilmiyorsun, nasıl kabul ettin?” “Gideceğim! Üstad emretsin de, Allah’ın gönderdiği vazifeli bir şahsa yok diyemem” dedim. Neticeyi düşünmüyorum. Bir taraftan da mahkemeler var...

ÜSTAD’IN İHVAN-I MÜSLİM İÇİN HAZIRLADIĞI MEKTUP İKİ YAPRAKTI

Üstad, İhvan-ı Müslimin’e verilmek üzere hazırladığı mektubu yanımda bir zarfa koydu ve kapattı. Mektup iki büyük kareli yapraktı. Zarfın üstünde isim ve adres yoktu. İhvanı Müslim’in kurucusu Hasan El Benna daha önce bir suikastla (1949) öldürülmüştü. Ben mektubun içini görmedim ama ya nasihat veya taziye mesajıydı diye düşünüyorum. İkisinden birisi...

Üstad’a: “Hakkımda açılmış dokuz dava var, ben aranıyorum, pasaport alamam” dedim. “Alacaksın” dedi. Müracaat ettim, bir haftada verdiler. Polisler bir odada benim ifademi alıyor, bir odada da pasaport veriyorlardı...

KAHİRE’YE GİDECEK PARAM YOKTU, BAĞDAT’TA ÇALIŞTIM PARA BİRİKTİRDİM

Neyse pasaportu aldım, gittim Suriye’ye. Önce Halep’e, oradan Şam’a geçtim. Halep’te Şeyh Zeynel Abidin vardı, Üstad ona selamımı götür demişti. Şeyh Zeynel Abidin Üstad’ın eski arkadaşlarındandı. Türkiye’den Halep’e firar etmişti. Zeynel Abidin’le beni görüştürmediler. “Ayağı kırıldı kimseyi kabul etmiyor” dediler.

Şam’da bir de Üstad’ın ablasının kocasının kardeşi vardı; Molla Abdülmecid. Onunla görüştüm.

Bağdat’a geçtim, altı ay kadar kaldım. Orada Vakıflar Umum Müdürü ile tanıştım. Aslı Rizeli. Babası Subay olarak gitmiş; orada doğmuş, büyümüş ve kalmış. Bir müddet o müdürün yanında çalıştım. Çünkü Kahire’ye gidecek kadar param yoktu. Ancak güvertede gidecek kadar bir para biriktirdim. Önce Beyrut’a gittim, oradan da vapurla Kahire’ye geçtim.

HASAN EL BENNA’NIN DAMADI SAİD RAMAZAN İSTANBUL’A GELMİŞTİ

Kahire’de Türk talebelerinden İhvan-ı Müslimin’in merkezi nerede diye sordum. “İhvan-ı Müslimin’in merkezi yakıldı, yeni bir merkeze geçtiler, onu da biz bilmiyoruz” dediler.

Neyse ben bir caddede yürürken yolun karşı tarafında İhvanı Müslimin’in kurucusu Hasan El Benna’nın damadı Said Ramazan geçiyormuş, o beni gördü. Nasıl tanıdı beni? Ben Büyük Doğu’da çalışırken Türkiye’ye gelmişti on-on beş günlüğüne. On gün beraberdik hep. Kendisini dolaştırıyordum. Hasan El Benna 1949’da bir suikastla öldürülünce, o yerine geçmişti.

said_ramazan.jpg(İhvan-ı Müslimin’in kurucusu Hasan El Benna’nın suikastla öldürülmesinden sonra, damadı Said Ramazan İhvan’ın başkanı olmuştu.  İsmi Risale-i Nur’da geçiyor.)

İHVAN-I MÜSLİM’İN REİSİ SAİD RAMAZAN İSTANBUL’DA İKEN DEDİ Kİ:

Said Ramazan İstanbul’da iken bana dedi ki: “Bana bir Cuma hutbesi verdirseler?” Türkçe bilmiyor, Arap. Fakat çok heyecanlı bir gençti.

Bir gün Diyanet İşleri Reisi Ahmed Hamdi Akseki gelmişti İstanbul’a. Bir misafir geldiğinde Süleymaniye’de Nazif Çelebi’nin evinde (şimdi Suffa Vakfı’nın olduğu bina) toplanıyorduk. Ben de gittim o gece. Orada Ahmed Akseki’ye: “Böyle bir zat geldi, bir Cuma hutbesi istiyor” dedim. “Tamam, Fatih’te yapsın” dedi.

Cuma hutbesini yaptı, fakat millet öyle anlıyor ki, kalpten çıkıyor çünkü. Hatip, hem de nasıl hatip ama... Hutbeyi, Mustafa Runyon vardı, tercümesini o yapıyordu. Bir de Salih Özcan vardı.

ÜSTAD’IN MEKTUBUNU KAHİRE’DE İHVAN-I MÜSLİM’İN REİSİ’NE VERDİM

İşte o vesile ile İstanbul’da tanıştığımız Said Ramazan Kahire’de beni yolda gördü. İhvan’ın yeni merkezi için bazı arkadaşlarıyla tefrişat alışverişine çıkmışlarmış meğer. Onları bıraktı, beraber yeni merkeze gittik. Orada Üstad’ın mektubunu verdim kendisine. Mektubu benim yanımda açmadı. Oturduk sohbet ettik. Sene 1951.

NOT1: Said Ramazan ismi Emirdağ Lâhikası’nda Salih Özcan ağabeyin bir mektubunda şu şekilde geçmektedir:

“Ali Ekber Şah'ı, Said Ramazan'ı, Abdurrahîm Zapsu görmüş; Pakistan'da çok hürmet etmişler. Üstadımız yerine ellerini öptüler, duanızı rica etmişler. Seyyid Sâlih

mustafa_sabri.jpg(Son Osmanlı Şeyhülislam’ı Mustafa Sabri Efendi, Bediüzzaman adını duyunca ağlamaya başlıyor)

MUSTAFA SABRİ BEDİÜZZAMAN ADINI DUYUNCA AĞLAMAYA BAŞLADI

Mısır’da son Osmanlı Şeyhülislam’ı Mustafa Sabri ve Zahid Kevserî ile de görüştüm. Zahid Kevserî, Şeyhülislam iken Meşihat’ta Mustafa Sabri’nin sekreteriydi.

Yalnız Mustafa Sabri Efendi Kahire’de değildi, İskenderiye’ye oğlunun evine gitmiş. İskenderiye’ye gittim, evinde görüştük. Kendimi tanıttım, Üstad’tan bahsettim, hizmetlerini anlatım.

Mustafa Sabri Efendi, Bediüzzaman adını duyunca çok duygulandı, ağlamaya başladı. “Bediüzzaman çok iyi yaptı, biz hep dağıldık... O çok iyi yaptı... O direndi memlekette kaldı...” diyerek ağladı...

Üstad’ın bana Mustafa Sabri ile görüş diye bir talimatı olmamıştı, ben gittim.

NOT2: Mustafa Sabri ve Zahid Kevserî’nin isimleri Risale-i Nur’da şu şekilde geçmektedir:

“Bir-iki hafta evvel Mısır'ın Câmi-ül Ezher'inin büyük bir müderrisi olan Ali Rıza buraya hususî bir adamı gönderdiği gibi, iki gün evvel de aslen Buharalı ve Medine-i Münevvere'de mücavir ve Mısır'da büyük âlimlerle ve hususan eski Şeyhülislâmımız ve Dâr-ül Hikmet'te benim arkadaşım Mustafa Sabri Efendi'yle alâkadar ve bu tarafa geleceğine dair onlarla görüşen ve bir derece onların namına mühim bir âlim yanıma geldi.

Ben de Câmi-ül Ezher'e hediye-i vakfiyem olarak 11 tane hususî mecmualarımı o zât vasıtasıyla âlem-i İslâm'ın büyük medresesi olan ve o âlimin ihbarıyla şimdi yirmiyedi bin talebesi bulunan Câmi-ül Ezher'e hediye olarak o zâta verdik.

Hem dedik: Başta Mustafa Sabri ve Ali Rıza ve Mehmed Zâhid Kevserî olarak Nur mecmualarına benim bedelime sahib ve hâmi ve vâris olsunlar ve Arabî'ye tercümeye çalışsınlar, dedik. Mektub da yazdık. O zât aldı gitti. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime selâm ederim, dualarını isterim.

El Bâki Hüvel Bâki Said Nursî

(Emirdağ Lâhikası 60)”

Büyük ve salâbetli bir âlim olan Şeyhülislâm merhum Mustafa Sabri Efendi, Mısır'da Risale-i Nur'a sahib çıkmış ve Câmi-ül Ezher Üniversitesinde en yüksek bir mevkiye koymuştur.

(Sözler 759)

SULTAN ABDÜLAZİZ’İN TORUNU ŞEVKET EFENDİ’DEN YOL PARASINI BORÇ ALDIM

Mustafa Sabri Efendi yurt dışına sürülen 150’liklerdendi. Gümülcineli Hafız Ali de öyleydi. Bağdat’ta iken onunla da mektupla tanıştım. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası İhsan Efendi Kahire’de medrese hocasıydı, onunla da görüştüm.

Sultan Abdülaziz’in torunu Şevket Efendi ile bir de kızı vardı Kahire’de. Kızı maşallah, Türk talebelerden hangisi hastalanırsa hastalansın, eğer hastaneye düşerse, gider hemşire libasını giyer, onlara hizmet ederdi. Hâlbuki sağlıkçı da değildi kendisi.

Yirmi gün kadar Mısır’da kaldım. Geri döneceğim, fakat para yok. Şevket Efendi’den 20 lira Mısır parası olarak borç aldım. Sonradan o parayı gönderdim, borcumu ödedim.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum