Cemil KARAKULLUKÇU

Cemil KARAKULLUKÇU

21. Gün mektupları (8)

Sevgili dostum;

Sana gönderdiğim son mektubu okurken, yani dün, bir kez daha ama son kez, hayatımda bir dönüm noktasını yaşatacak kadar beni derinden etkileyen kesin kanıya vardım. Kem küm yapmadan söylemekten de çekinmiyorum. Bu, daha asla hafızama güvenemeyeceğimin, sahip olduğum bilgilerin hiçbir zaman kesinlik arz etmediğinin ve “ben bunu çok iyi biliyorum” diyemeyeceğimin kesin kanısıdır.

Ne oldu mu? Elbette ayrıntısı önemli değil, sevgili dostum. Ben bir olayı yaşarım, sen ve bir başkası başka olayı yaşar. Alınması gereken dersler önemlidir burada. Olayların seyri ve ayrıntıları, kişiden kişiye değişir elbette. Çok yakınım olan bir gencin bir konuda bana güya söylediği şeyi o kadar kesinlikle hafızama kazımışım ki, olayın oluş şekli ve yanımda olan kişilerle de hayalimde bütün tazeliğiyle canlandırmıştım. Bir dostumun yanından bu yakınım olan gence, sırası geldiği için telefonla konuyu açtım. Açtım ama aldığım cevap beni şaşırtmıştı. Bu konuda bana bir şey demiş olmadığından söz ediyordu. Ne kadar konuya ilişkin ayrıntıları da söylemişsem, nedense dediği şeyde ısrar ediyordu. “Tuhaf!” dedim kendi kendime. Yanımdaki dost da duruma muttali olunca, benimkine benzer bir hatırasını anlatmıştı. Ben ister istemez büyük tereddüdün içine girdim.

Ama bilgi ve hafızamdaki tazeliği o kadar güçlüydü ki, başka bir ihtimali düşünemiyordum. Şaşkınlığıma tanık olan dostum da, bu olayın nasıl sonuçlanacağını merak ediyordu. Aradan ancak birkaç saat geçti ki, olayı yine çok yakınım başka birine anlatarak çok tuhaf olduğumu söyledim. O, “sana bunu falancı dedi” söylemez mi? “O mu?” dedim ve onunla ilgili en küçük bir izin kafamda olmadığını şaşkınlıkla gördüm. Evet, insanın yanılabileceğine, bilgisine asla güvenilemeyeceğine bir kez daha ama kesin bir şekilde inandım; insanın ne denli aciz oğluna da. Evet ben, yalın ifadeyle yanılıyordum işte sevgili dostum.

Hemen oracıkta, yakınım olan gence durumu telefonla aktardım ve özür diledim. Özür dilememin ötesinde onun değil de benim yanıldığıma sevindim. Bir genci temize çıkarmış olduğumun mutluluğunu yaşadım. Olay önemli olmamasına rağmen genci epeyce etkilemişti. Hatta ben telefon ederken yanında olan arkadaşı da onun böyle bir şey yapabileceğini ve ancak hatırlamadığını söylemişti. Ama onu rahatlatmayı da kendime bir görev almıştım.

Sevgili dostum, insan nisyandan gelme değil mi? Hal böyle olunca, hafızamızın, bilgimizin kesinliğine inanmamız ve “ben biliyorum” anlamındaki gururumuz, kişiliğimizle ne kadar bağdaşır? Kesin bildiğimiz konuda başkası bir şey diyorsa, orada bir “mim” koymamız gerekmez mi? O demektir ki, bizim hafızamız ya da bilgimiz bir itirazla karşılaşmıştır. Böyle bir pozisyonda bize düşen araştırmak, beklemek ve her an yanılabileceğimizi hatırlamakla bildiğimize ısrar etmekten vazgeçmek.

Zirveler, asla “biliyorum” diye böbürlenenlere ve bilgiçlik taslayanlara tahammül edemez. Üç yüz altmış beş gün dolaşıp en uzun güne gelmek için insan olarak gerçekleştireceğimiz miracın ruhuna ters düşer. Yılın en uzun soluğu olan en uzun gün, aslında bir büyük bilenin yanında hiç de bir şey bilmediğimizin hakikatini bize dikte etmeli. O büyük bilen, bize ne öğrettiyse, onu da ancak bütün hatalarıyla bilebiliriz. Hafızamız illetli, hasta…

Hafızasına hiç mi güvenmesin insan? Hafızaya gösterilen önemli dayanak kayıttır ya da canlı tanıktır. Yapılacak ama haklı ama haksız itirazlara, ancak bu iki dayanakla durabiliriz. İtirazlar, ancak karşı delille ortadan kalkabilir.

Bir konuda itiraz varsa, oradaki bilgilerin tümü şüpheye düşer. Şüphelerden ayıklanmamış bilgi basamakları ile zirvelere ulaşılamaz.

Zirveler, az ama saf bilgilere ihtiyaç duyar. Bilgi dağarcığımızla acizliğimizi gördükçe, zirveler, biz istemeden bile bize gelir. Toprak kadar tevazu ve Yaradan karşısında yer gök kadar acizlik, işte bu sarp yolda, bu uzun menzilde ve bu ince elemede kolaylaştırıcı iki büyük ölçü.

Birlikteliğimizde tartışırız bunları sevgili dostum. Bilgimiz o ummandan bir damla bile olsa, sırf o ummanı göstermesi noktasında bizim için çok büyüktür. Asıl olan bu damlaya göre tavır takınmaktır. Onun ne büyüğü ve ne de küçüğü bizi zirveye taşır. Biri ifrat, gururdur ve diğeri tefrit, komplekstir ya da biri ümittir ve diğeri yeistir.

Kal sağlıcakla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.