Habibi Nacar YILMAZ
Abdulkadir Menek abinin ‘üst düzey' ikazı
Meslekten dolayı epeyce metin okumuşluğumuz ve tahlil etmişliğimiz vardır. Buna rağmen, bazı kelime ve tamlamalara bir türlü ısınamam. Hele bazılarını hiç kullanmadığım gibi, mevzusu belli metinlerde kullanılmasını da hoş karşılamam. Hatta bunun için yüksek okulda son sınıftaki staj dersimizi izleyen Mustafa Hocamız, "Habip sen yirmi yıllık tecrübeli bir öğretmen gibi ders anlattın, rolünü güzel oynadın. Sadece kullandığın kelimeler hariç" demişti. Yani o da o zaman yeni çıkan moda kelimeleri kullanmamı istemişti. Bunlardan biri de 'üst düzey' tamlamasıdır mesala. Bu tamlamanın daha çok "görevli, tedbir, alarm" gibi ünvan ve işler için kullanıldığını bilirsiniz. Yani üst düzey görevli... gibi.
Ama bizim gibi, mevzuları belli arkadaşlardan değerli insan Abdulkadir Menek Hocam da kullanınca, önce biraz durakladım. Alıştırmalar yaparak, kendimi bu tamlamaya ısındırmaya çalıştım. Hatta bu yazıya mevzu edecek kadar da bunu ilerlettim. Herhalde hayatın hatta biraz da eğitimin içinde olan bizler, artık devamlı ve çok kullanılan bazı kelimelere çok direnemeyeceğiz gibi görünüyor. Kıyısından köşesinden etkilenmemek mümkün görünmüyor.
Abdulkadir Menek Hocam, "Hayat Dersleri" yazılarının 24.'sünde çok hayatî ikazları çok hülasalarla veriyor. Daha önceki yazılarını da fırsat buldukça okumaya çalışacağım inşallah. Size de bunu tavsiye ediyorum. Bizim gibi kabiliyeti kıt olanların, uzunca anlatabileceklerini bir paragrafta özetliyor belki.
24. "Hayat Dersleri" yazısındaki "...Ebediyete doğru uzanan bu meşakkatli yolda perişan olmamak için, hazırlık ve gayretinizi 'en üst düzeye' çıkarmak zorundayız" cümlesine bakar mısınız? En üst düzeye çıkarmak ikazı, ne kadar yerinde, en üst düzeyde bir ikaz değil mi? Hele bizim gibi, hayatı dört defa kendine iade edilmiş altmış yaşındakiler için, daha da üst düzeyde olmaz mı? Vücudumuzu saran arızalar, şehrimizi yüz defa mezaristana boşaltan karşımızdaki kabristan, daha önce yolcu ettiğimiz ebeveynlerimiz ve yakın dostlarımız, ihtiyar dünyamızın başına gelen bol ölümlü hâdisat, bize "en üst düzeyde alarm" vermez olur mu?
Ah, A.Kadir Hocam, yazının devamında "daima uyanık ve dikkatli olmak lazım" diyorsun. Olamıyoruz ki değerli hocam! Çok gaddar, aldatıcı, hâin ve hilekâr nefis, şeytanı çok geçmiş.Şeytanı bir yere kadar susturup ilzam edebiliyorsun ama nefis öyle değil. Nereden yaklaşacağını, nasıl bir tuzak kuracağını bilemiyorsun ki! Hiç boş bırakmaya gelmiyor. Bulduğu ilk fırsatta seni tuşa getirip mukaddes hanen olan kalbini cerihali hâle getiriyor. Gerçi üstad, "Beka-yı dünyeviyenin kabuğunu bırakmaya nefsini kandırdım." diyor. Ama biz kandıramıyoruz bu teresi.
Bu ikazı okuyunca, iştahım da kesildi. Refikama "Ha burada ne kaldı, sayılı günler çabuk geçiyor. Hem her gelecek yakındır, hadîsinin bildirdiği gibi, başımıza gelecek olanları uzak görmeyelim." diyerek biz de 'en üst düzey alarmı' verdik ailece. Çok şükür ki elimizde rehber niteliğinde Kur'an'î düsturlar var. Daima uyanık ve dikkatli tutuyor bizi.
Mesala "Ey insanlar! Fâni, kısa, faidesiz ömrünüzü, bâki (ebedi), uzun, faideli meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyeyin iktizasıdır. Yani insan olan, elbette ister. O zaman, Bâki-i Hakikinin yoluna sarf ediniz." cümlesine bakar mısınız?
Hani "Rabbimizin talimatları" diyorsun ya hocam. Bu talimatlara uymak, o doğrultuda yaşamak zor mu kolay mı onu da yazsaydınız bari. Onu da müsade ederseniz ben yazayım. "Hiç ağırlığı yoktur. Zira helal dairesi geniştir, keyfe kafidir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Feraiz-i İlahiye ise hafiftir, azdır." Yine de kusur etsen, âsî olsan, onun da çaresi var. Bu da kolay. "Kusur etse, istiğfar etmeli." Nasıl etmeli peki? Onun da kopyası verilmiş. "Ya Rab kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl."demeli.
Her kopya verilmiş, önümüze konulmuş. Bize bırakılan sadece bir niyetle sahip çıkmak. Zaten insanı kurtaran da o güzel niyeti değil midir? Menek Hocam bir de "gerçek anlamda insan" olmaya işaret etmişsiniz. İşte onda dertlerimiz var. Elimizde olmayan, sefahat-i âlem var. Hani üstad, eski ecdadın devamı olan bizleri kastederek bize hitaben "Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm (neticesiz) bir kıyas ettiniz. Bizi kısır bıraktınız." şeklinde sesleniyor ya. Bu hitap bizden sonrakiler için de geçerli olacak korkarım ki. Geçmiş ve gelecek nesiller arasında köprü durumundaki biz mirasyediler, "gerçek insan" olup bizi hayırla yad edecek, daha önemlisi, gaye-i hayat olan bu hizmeti daha iyiye taşıyacak nesilleri hazırlayabildik mi acaba? Kendi adıma çok gerideyiz diyebilirim.
Bu yazı bana ta üniversite yıllarından beri zihnimde yer eden ve Mesnevi'de geçen "Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin." cümlesini de hatırlattı. Değerli kardeşim Rahmi Huyut ile bu cümle üzerinde cok feyizli mütalaalarda bulunduğumuzu hatırlıyorum.
Bir yönüyle Abdulkadir Menek abi de "ne vakte kadar' deyip bir nevi feryat ediyor. Ne vakte kadar, fânilerin tebessümleri sizi saracak ve sarsacak? Onlara aldanıp kalbinizdekini hâlinize indiremeyeceksiniz! "Ne vakte kadar, dünya bir gün bize haydi dışarı demeden, bizi dışarı kovmadan bu kadar musibetlerin ikazatıyla onun aşkından vazgeçip o bizi terk etmeden, biz onu kalben terk edeceğiz?" dersini bize 'en üst düzeyden' duyurmaya çalışıyor. Allah ebeden razı olsun, diyoruz. Başka ne denilir ki?
Evet dostlar, ciddi olarak kendimize soralım. Ne vakte kadar, seherleri öksüz bırakıp ellerimizi gözyaşlarımızla ıslatmayacağız? Ne vakte kadar, saniyelerimizi öğüterek hızla yaklaştığımız yolun sonunu, kendimizin uzağında göreceğiz? Din, iç temizliğidir, duruluktur, kalbin teveccühüdür. Yani ihlastır, rıza-yı Mevlâ'ya mazhariyettir. Onun için vechimizin Allah'a dönük olmasındaki hassasiyetimizin, tamamen ve her an 'üst düzeyde' olması elzemdir. Bir an-ı seyyaleye cennet de cehennem de sığar. Ne vakte kadar, "Cismimizin küçüklüğüne bakıp günahlarımızı küçük göreceğiz?" Ne vakte kadar?
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.