Ahmet AY
Âdem aleyhisselamın çocukları birbirleriyle evlendi mi?
"Yahudilerin yaptıkları zulümden, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden/menetmelerinden dolayı, kendilerine (daha önce) helal kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık." (Nisa sûresi, 160)
Şu sıkça nükseden bir modernist hastalığıdır: Doğruyu-yanlışı hâkim seküler söylemden ders aldıktan sonra, gider, Kur'an'ı ona (hâşâ) yancı kılmak için çalışır. Ayetlere, daha doğrusu meallere, ancak bunun için müracaat eder. Bu kadarcık rol biçer. Kudsî metinlerin hayatına ‘yön vermesini’ katiyyen istemez. Aksine, elinden geldiğince ‘yol vermesi’ gerektiğini düşünür, bükebildikçe büker.
İşte Hz. Âdem ve Havva'nın çocuklarının birbirleriyle evlenmesi meselesinde de böyle bir durum var bence. ‘Mümkün olmayacağını’ söyleyenler Kur'an "Bu olmamıştır!" dediği veya hadislerde "Böyle birşey olmamıştır!" beyanı bulunduğu için yapmıyorlar bunu. Yani kudsî metinlerinden kaynaklanan bir tereddütle hareket etmiyorlar. Ya? Hâkim söylem bangır bangır kulaklarına bir genel-geçerlik dayatıyor ve onlar da bu istibdadın kuyruğunda yeni bir iddia sahibi oluyorlar. Zihinlerindeki seküler endoktrinasyonla gelip dinin başına hesap sorucu bir şekilde dikiliyorlar. Ve parmak sallayarak diyorlar ki:
"Kardeşlerin evlenmesi sapkınlıktır. Allah sapkınlığa izin vermekten münezzehtir. O halde böyle birşey yaşanmamıştır!" Halbuki, hüsün/kubuh meselesine derinlemesine bakıldığında, İslam’da birşeyin sapkınlık olması Allah'ın onu 'sapkınlık' olarak tayinine bağlıdır. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat akidesi bize birşeyin haramlığının, o şeyin zatından değil, ancak Allah'ın tayiniyle olduğunu söyler. Kur'an-ı Kerim'de de beyan buyrulan 'geçmiş ümmetlere helal olup bize haram olan' veya 'geçmiş ümmetlere haram olup bize helal olan' şeyler hakikati ancak böyle anlaşılır. Eğer o şeyler zatlarından dolayı haram olsalardı hep öyle olmaları gerekirdi. Demek ki, o şeylerin haramlığı zatlarından gelen bir özellikten dolayı değil, ancak Allah'ın tayiniyledir. “Hayır Allah’ın seçtiğindedir!”
Bediüzzaman çok güzel bir illet-hikmet dersiyle mevzuu özetler:
"Me'mûrât ve menhiyât-ı şer'iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında sebep olabilir. Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse, yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir. İşte, bu kaide-i şer'iyeye binâen, ahkâm-ı şer'iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî illetlere bakar."
Bu, bildiğim kadarıyla, Mutezile sapkınlığı ve Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat istikameti arasındaki en temel ayrımlardan birisidir. Ve hatta buradan kaynaklanan bir ifrat-ı tenzih ile Mutezile tevhidden sapmıştır: "Mutezile imamları, şerrin icadını şer telâkki ettikleri için, küfür ve dalâletin hilkatini Allah'a vermiyorlar. Güya onunla Allah'ı takdis ediyorlar! 'Beşer kendi ef'âlinin hâlıkıdır' diye dalâlete gidiyorlar." Ve yine başka bir yerde mürşidim der: "(…) Bu gibi, vesvese, ehl-i itizale lâyıktır. Çünkü onlar derler ki: 'Eşyanın zâtında hüsnü var. Sonradan, o hüsne binaen emredilmiş. Eğer kubhu varsa, sonradan o kubha binaen nehyedilmiş. Demek, eşyada hüsün ve kubh zâtîdir. Emir ve nehy-i İlâhî ona tâbidir. Bu mezhebe göre insana, her işlediği amelde bir vesvese gelebilir. 'Acaba amelim, nefsü'l-emirdeki güzel sûretle yapılmış mıdır?' diyebilir. Amma, mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat derler ki: 'Cenâb-ı Hak, birşeye emreder, sonra hüsün olur; nehyeder, sonra kabih olur.' Demek emir ile güzellik, nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder. Demek hüsün ve kubuh mükellefin ıttılaına bakar."
İşte bu nedenle biz ‘birşeyin haramlığına’ zatında bulunan ve Allah'ı dahi (hâşâ) o şeyi haram kılmaya mecbur edecek bir kötülükten dolayı olmuştur gözüyle bakmayız. Ya? "Allah'ın nehyinden dolayı haramdır!" deriz. Hikmetler bu noktada, tıpkı Bediüzzaman'ın yukarıdaki örneklemesinde olduğu gibi, bağlayıcı olamazlar. Allah’ı (hâşâ) zorlayamazlar.
Sözgelimi: Etinin tüm zararlarını ortadan kaldırabilecek teknoloji icad edilse dahi bu durum domuzu helal kılamaz. Çünkü domuzun haramlığı Allah'ın onu yasaklamasından dolayıdır. Kur’an’da yeralan hükümden dolayıdır. Canan Karatay’ın tavsiyelerinden dolayı değildir. Zararlarsa ancak bir ‘hikmet okuması’ öğretirler.
Bediüzzaman mevzuu şöyle özetler:
"Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki, pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez, 'Yağmur rahmet değil.' Evet, halk ve icadda bir şerr-i cüz'î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur. Onun için, o şerr-i cüz'î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki abdin kisbine ve istidadına aittir."
Abdin kisbi/kazanması, o şeyin ‘yaratılışına’ değil, 'seçilişine' bakar. Eğer seçiliş yolu Allah'ın öyle seçilmesini haram ettiği şekilde olursa, kul bundan mesul olur. Yok, Allah öyle seçilmesini helal kılmışsa, halkın/yaratılışın tamamı zaten hayır üzerinedir, hayrından istifade etmiş olursun. Afiyet olsun. Fakat salt senin ondan gördüğün veya görebileceğin zarar Allah'ın nehyine karine olamaz. Dinin koyucusu Allah'tır çünkü. Bizim aklımız, hevamız veya 'göre'miz değildir. Eğer Hak Teala, Âdem aleyhisselamı ve Havva'yı yarattığı ve imtihan için dünyaya indirdiği dönemde, hikmeti icabı kardeşlerin evlenmesini helal görmüşse, kusura bakma efendi, sana 'kul gibi' durumu kabullenmek düşer.
Yine Bediüzzaman tam da bu makamda ne isabetli diyor: "Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef'âli sana nâzır değildir. Ancak O'na bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit utmamıştır. İmam-ı Rabbânî'nin (r.a.) dediği gibi: Melikin atiyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir."
Yarın birisi de “İsa aleyhisselam nasıl babasız olur yahu?" derse veya "Bir tek Allah bütün evreni nasıl idare eder canım?" diye sorarsa, bu meselede tökezlediğin gibi yarın oralarda da tökezlemeyeceğini kim garanti edebilir? Yarım aklın mihenk olduğu yerde hepsi olur. Arkadaşım, kaçırma, mesele 'hendese'yi nereden aldığındır. Eğer modern söylemden hendeseler alıp Allah'a o hendeseleri kabul ettirmeye çalışırsan eşekliğinin kulakları göğe varır.
Hasılı: Bence bu Âdem aleyhisselamın çocuklarının evlenmesi meselesi de, bir tenzih meselesi değil, takyid meselesidir. Yapılmak istenen de, Allah'ı kusurlardan tenzih etmek değil, seküler aklın kıstaslarıyla dinin belirleyiciliğini sınırlandırmaktır. Elden geldiğince helalleri/haramları flulaştırmaktır. Modernizmin esiri yapmaktır. Nitekim bu ‘Avrupa kaselisleri’ Batı dünyası eşcinselliği giderek mübarekleştirdiği için Lut aleyhisselamın kıssasını da enteresan tevillere uğratıyorlar. Yarın ensesti de normalleştirdiklerinde, ki bunun çalışmaları da yapılıyor şu an, şimdiki ‘normlaştırmalarını’ kim sallayacaktır? İyisi mi, arkadaşım, biz bu yeni nesil tuzağa düşmeyelim. Sahib-i Şeriat’a sığınalım. Cenab-ı Hak bizi evvelin istikametli yolundan ayırmasın. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.