Ahmet AKCAN
Akıl-I
“Her şeyin bir aleti vardır, müminin aleti akıldır. Her şeyin bir biniti vardır, kişinin biniti akıldır. Her şeyin bir direği vardır, dinin direği akıldır. Her kavmin bir dayanağı vardır, ibadetin dayanağı akıldır. Her kavmi bir çağıran vardır, âlimi ibadete çağıran akıldır. Her şeyin bir tamircisi vardır, ahiretin tamircisi akıldır. Herkesin kendisinden sonra unutulmayacak bir eseri vardır, sıddıkın eseri akıldır. Her yolcunun bir çadırı vardır, müminin çadırı akıldır.” “Allah akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır.” (Gazali İhya, 1/213-217)
Külli bir ubudiyeti deruhde ile mes’ul, ulvi vazifeleri ifâ ile mükellef, Halık’ını yâd edip yâda getirmeye müstaid bir fıtrat ile halk edilen insan; hiçbir mahlûka takılmayan pek çok havas ve hissiyat, latife ve cihazat ile teçhiz edildiği (donatıldığı) müşahede edilmektedir. Böyle cami bir istidat sahibi insanın hilkatinin pek çok sırları ve maksatları olduğu tariften âzâde görülmektedir.
Evet hayatı kolaylaştırsın, insanları saadete ulaştırsın diye yapılan cihazlara takılan düğmeler, onlardan beklenen netice ve faideleri temin adına elzem olmaları misali; Halık’ını sorma, Malikini bulma, Rabbini tanıma ve Ona muhabbet duyma gibi hususiyetler, fıtrat-ı insaniyede bulunan hisler ve latifeler ile vücuda gelmektedir.
İnsanın fıtratının camiyetine işaret ile vazife külliyetine delalet eden sayısız havas ve cihazatını bilmek, birbirleriyle olan rabıtalarını görmek, ittifak ve ittihad noktalarını öğrenmek, sayısız düğmeler hükmündeki bu hasse ve latifelerin yaratılış gayelerine münasip kullanımı için elzem görülmektedir.
İnsanî cihazlar ve hassalar; ubudiyet-i külliyenin hâsılat çarşıları, fazilet ve kemalatın kışlaları, âlem-i şehadet ile âlem-i gaybın buluşma noktaları, feyz-i ilahiyenin de giriş kapıları mesâbesindedir.
Melaikeyi gıpta ettiren, nihayetsiz makamata namzet ve müstaid olarak halkedilen, cami bir fıtrat sahibi insanın, hakikat seyahatinde havas ve latifelerinin dayanışması, kucaklaşması, birbiri ile yardımlaşmasının lüzumiyeti tarife muhtaç görülmemektedir.
Bu itibarla, akıl; kalbin bürhanı, kalp; aklın kumandanı; ruh, akıl ve kalbin sultanı hükmündedir. Aklın önemini idrak edip kavrayamadığı bir manaya kalbin yönelmesi, ruhun sahiplenmesi mümkün görünmemektedir.
Evet hiss-i şeheviye için bağ ve yular, hiss-i gadabiye için sınır ve duvar, marifet-i ilahiyede seyahat için burak olan akıl; vahiy ve ilham ile beslenen, ona hakikatleri gösteren kalp olmadan doğru çalışmaz. Kalpte hakikatin ziyası olmazsa, akılda ilm-i marifet bulunmaz, kalpsiz kalan akıl, insanı hakikat sarayına ulaştıramaz.
Bilinmeyeni bilinenle bilme, görülmeyenin izini görülenle sürme, hadiseleri sebep ve neticeleri ile muhakeme edip fehmetme özelliği ile öne çıkan akıl; ne ölçüde kalp ile imtizaç eder tefekkürde derinleşirse, o ölçüde irade-yi insaniye güçlenmekte, meleke-i imaniye husule gelmektedir.
Meleke-i imaniye ile a’sardan ef’ale, ef’alden esmaya intikalde sür’at ziyadeleşmekte, yani ‘hads’ vücuda gelmekte, hadsin tezyidi ilhamı intaç etmekte, o dahi kalbin itminanına sebebiyet vermektedir.
Mahiyet-i insaniyedeki diğer latifeleri tanıyabilen, onları hakikat adına istimal ve istihdam edebilen akıl; tasdik-i hakka mahâl, tahkik-i hakikatte cevval, tecdit-i fikre meyyal, şuurdan ve histen süzülmüş şuurun hülasası insani bir havas, beşeri bir cihaz olarak tarif edilmektedir.
Akıl; âyât-ı kelamiye olan Kur’an ile âyât-ı kevniye olan kâinatı Halık’ı namına okuyabilen, her iki kitap arasında alaka kurabilen, şer’i kitabın ayetlerini kevni kitabın şehadeti ile doğrulayabilen, talim ettiği hakikatleri mukayese edebilen, maziyi tahlil, hali tahkik ile ati’nin kemali için say’eden, muhtelemel neticeleri tefrik, temyiz ve tespit gibi pek çok özelliği mahiyetinde cem’eden mükemmel bir istidada malik insani bir hassadır.
Akıl; mahiyetinde mündemiç zekâsıyla zahiren farklı görülen hadiselerin benzer yönlerini fark edebilen, nefsin arzularına gem vurabilen, kendi ikbalini düşünen, âlemin fenasına intikal ile muhakkak ve mutlak bir istikbale yüzünü çevirebilen, ağır mes’uliyetlerini görebilen beşeri bir cihazdır.
Hakka taraf, hakikate sarraf, mana deryasında keşşaf, a’sarda tecelli eden esmaya gavvas, mahiyet-i insaniye için en ehemmiyetli bir cihaz olarak yaratılan akıl; marifet seyahatinde ifhamı, itmamı, ihtimamı ve itminanı tekmile medar sayısız özelliklere sahiptir.
Aklın; deruni gerçekleri üzerinde tefekküre dalma, yaratılış gayesini anlama, sanatlı eserlerin varlığından hareketle bunları yaratan Zatı isim ve sıfatları ile tanıma, hak ile batılı ayırma, batıldan uzak durma, hakka tabi olma, Halık’ın rızasını kazanma gibi pek çok vazifeleri bulanmaktadır.
Elhasıl; insanı ayakta tutan aklıdır. “Aklını kullanmadıkları için necasete mahkûm edilecekleri” bildirilen zümrelerin iffeti, edebi, hayâsı ve ahlakı yoktur. Akılsız taklidi bir iman, asılsız bir İslam’a hamiledir, bir gün onu doğuracaktır. “Akıllarını kullanmadıkları için cehennemi hak eden” insan görünümlü mahlûkat çoktur. (Yunus, 100; Mülk, 10)
İman akılsız kalırsa dalalet, akıl imansız kalırsa helaket yakındır. İnsanları dalalet derelerine düşüren sebep, muhakeme-yi akliyeyi terketme, bürhanı reddetme hatasıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.