Ahmet AKCAN
Akıl-V
Mahiyet-i maneviyesini tanıma, fıtrat haritasının sırlarına ve sınırlarına vakıf olma gayesi ile içinin derinliklerinde seyahate çıkan, esma-i ilahiyenin fihristesi, âlem-i kebirin listesi, kitab-ı ekberin fezlekesi, şuun ve sıfât-ı rabbaniyenin câmi bir ayinesi, gizli defineleri açan anahtar külçesi olduğunu anlayan akıl; kendi iç dünyasında keşfettiği bu yüksek manaları harici ve afaki âlemde de görmek üzere, kâinatı ve her vakit mütehavvil hadisatı “Vahdet ve Tevhid” merkezli temaşa ile, nebatat ve hayvanatın gayri şuuri zikir ve tesbihatına şuuri olarak iştirakte bulunmaktadır.
Yani mahiyetine dercedilmiş sırlarını tanıyan, sınırlarını anlayan, içindeki intizamın dolayısıyla Nazzam'ın farkına varan, enfüsi teşekkülüne kayıtsız kalmayan akıl; harici âlemde de kâinat Halık’ını tanıma seyahatine başlamakta, kemalata medar marifetullahta yüksek hakikatlere şahit olmaktadır.
Marifetetullaha ve kemalata müteveccih seyahatini hayatının her anına yayan, her an tefekkür iklimde dolaşan akıl; şu geniş âlemde temaşa ettiği nizamı hayat-ı insaniyenin tüm şubelerine taşıma mesuliyetinin farkına varmakta, keşfettiği intizamın cemiyet hayatında da bulunması lüzumiyetini anlamaktadır.
Evet kendini ve kâinatın Halık’ını tanımak üzere alet olarak yaratılan akıl; teşekkül safhalarında ulaştığı vüs’at ve keyfiyetin derecesi nispetinde kendisinden beklenen vazifelere vicdani bir mes’uliyet edasıyla yaklaşmakta, âlemi Kur’an hesabına imar etmenin fikri planları ile uğraşmaktadır.
Yanı iç seyahatini tamamlaması, tefekkürü hayatının her anına yayması sebebiyle akıl yerinde duramamakta, insanlığa istinad noktası ve hüsn-ü misal olacak müşahhas gayelere odaklanmakta, yani kadim değerlerimiz ışığında hayatı ilahi vahyin istediği tarzda yaşanır kılma gayretiyle dolmaktadır. İlahi rızanın tahsili adına dünyanın imarının da insani vazife külliyetine dâhil olduğu *Hud Suresi ayet 61’den anlaşılmaktadır.
Evet kâinatın tüm unsurlarında temaşa edilen, bütün cihetleri ile vahdet-i rabbaniyeye şehadet eden ve Adl isminden haber veren kevni intizamın cemiyet hayatına taşınması Kur’ani bir emir, vicdani bir mes’uliyet olarak karşımıza çıkmaktadır.
Demek teşekkül safhasında enfüsi vazifelerini itmam eden, harici âlem ile sağlam ve istikrarlı bağlar kuran bir akıl; imani, ameli ve ahlaki mevzuların haricinde içtimai, siyasi ve iktisadi mes’elelerde, yani hayat-ı insaniyeyi ilgilendiren her dairede dünyaya nizam verme hissiyatı ile, bu mes’elelerde müessis olmasının mes’uliyeti ruhunu yandırmaktadır.
Evet evet! Enfüsi daire ile harici âlemde, zerrelerden kürrelere kadar her yerde ve her zaman hükmeden intizamı tefekkür ile gören bir akıl; bu nizamı ef’al, a’mal ve harekâtına nakşetmekle kalmamakta, bu nizamı müessese yönüyle de inşa noktasında büyük bir medeniyeti imar hedefine odaklanmaktadır.
Yüksek gaye ve idealler bulunmadan, hayatı kuşatan mes’elelerin fikri planları yapılmadan büyük işlere fiili olarak teşebbüs etmek mümkün olmamakta, insan sadece cismani ve şehvani arzularını tatmin için yaşamaktadır. Nurlu eserlerde geçen; “Gaye-i hayal olmazsa yahut nisyan basarsa, ya tenasi edilse; elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler.” (Sözler, 708) ifadesi bu manayı nazarlara sunmaktadır.
“Kur'anın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim.” (T. Hayat, 51) yüksek ideali, Bediüzzaman Hazretlerine hem hususi bir ilmin i’tasını hem hikmet-i Kur’aniyeye varis kılınmasını, hem de Risale-i Nur gibi harika bir külliyatın vücud bulmasını netice verdiği anlaşılmaktadır.
Maddi meşgalelerin kesreti ve kesafeti sebebiyle daralan, dünya muhabbeti sebebiyle varlık gayesini unutan, enfüsi teşekkülün ehemmiyetini anlayamayan yahut başlatamayan bir akıl; iç âleminde keşmekeşlikten kurtulamamakta, fikri istikrara ulaşamamakta, kendi medeniyetimizi imar adına mesuliyetlerinin farkına varamamaktadır.
Evet enfüsi teşekkül safhası ile tefekküri bir iklimin önemini anlayamayan, hakikat arayışını durduran, merak duygusunu malayani mes’eleler ile doldurulan, dünyada ebedi kalacağı vehmine kapılan âtıl akıllar; bâtıl lâkin aktif akılların ürettikleri fikri cereyanlara mağlup olmakta yahut şüphelere kapılmakta, harika ve mütenevvi semereleri cansız ve şuursuz sebeplerden sanmakta, arkada iş gören müsebbib’ül esbaba intikalde zorlanmaktadır.
Ya sonsuz bir saadet yahut ebedi bir azap ve şekavet ile neticelenecek şu hayatın nasıl yaşandığı ile nasıl yaşanması gerektiği arasındaki farkı bilemeyen bir akıl; sürü psikolojisine kapılıp çoğunluğa uymakta, azim mesuliyetlerinden habersiz felakete yuvarlanmaktadır.
Elhasıl; enfüsten başlayıp içinin derinliklerini keşfeden, ene muammasını fetheden, yani derûni teşekkülünü ikmal eden akıl; tefekkürü mesleğe dönüştürmekte, marifet ikliminde seyahat etmenin hadsiz lezzetine ermekte, hayatını Kur’ani hakikatlerin vücud bulmasına adamaktadır. Aklın kapasite ve hususiyetlerini bilememek, tefekkürün nasıl büyük bir imkâna dönüştüğü gerçeğini görememek, onu ilim ve marifet ile meşgul etmemek, aklın faaliyet alanını daraltmakta, ondan hakkıyla istifadeyi azaltmaktadır.
Akıl bir derya-yı sonsuzdur. Bu deryanın kıyılarını dini hakikatlere, içini ve en mutena yerini umur-u dünyayı tahsile tahsis edenler kemalat arşına ulaşamamaktan şikâyete hakları bulunmamaktadır.
(*) “Sizi topraktan O yarattı. Ve sizin yeryüzünde ömür sürüp oranın (dünyanın) imarına memur kıldı.” (Hud, 61)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.