Ahmet AKCAN
Anlamamak ve Aldanmak
Yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan, akıl nimeti ile donatılan insan için en mühim vazife; mahza vahiy olan Kur’an’ı ve vahyin semereleri olan ilhami eserleri okumak, “nereden niye geldim, nereye gidiyorum” gibi yaratılışa dair suallerin cevaplarını aramak, Kâinat Hâlık’ını isim ve sıfatları ile tanımak, ulûhiyetin şanına yakışır bir kullukta bulunmaktır.
“Mevcuda iktifayı dûn himmetlik” olarak tarif eden, nazarları her zaman bir üst manaya yani lübbün lübbüne, hakaik’ül hakaike, gayat’ul gayeye çeviren nurlu eserler, zamanın mühim ve hakikatli bir âlimi olabilme müjdesini “anlayarak ve kabul ederek okuma” şartına bağladığı bilinmektedir.
İslam’ı daha iyi yaşamak, ilahi emir ve yasakları ef’al ve etvarına yansıtmak, bekâyı tahsile medar bir davaya adanmak üzere Risale-i Nur külliyatını anlayarak okumanın önemini tüm yönleriyle tarif etmek israf olarak değerlendirilmektedir.
‘Anlama Merkezli’ okumanın ehemmiyeti gayet bedihi bir zaruret iken, bilinmez bir sebep ile buna karşı lakayd kalındığı, nurlu hakikatleri hayatımıza taşıma noktasında lafzı aşıp manayı kuşatmanın, maksada ulaşmanın lüzumiyeti tamamıyla anlaşılmadığı, mes’eleye ciddiyetle yaklaşılmadığı görülmektedir.
Bilinen bir usule bağlı olmayarak, dershanelerde kalan talebelerin ellerine kitap tutuşturarak, zuhurat esasıyla mübtediyâne yürütülen taallüm silsilesi ile “zamanın mühim bir âlimi olma” müjdesine mazhariyet yerine, ‘hissi nurculuk’ ile ‘taraftarlık ve dostluk’ manasını tevlide medar bir talim sürecinin nur medreselerinde hâkim olduğu esefle izlenmektedir.
Evet, manayı önemsiz görmek veya anlamaya gereken ehemmiyeti vermemek, nurlu eserleri evrad ve ezkâr makamında âşıkâne tilavet etmek, yalnız metnin cezâletinden, ifadenin fesahâtinden gelen bir lezzet ile yetinmek, hususi bir ilme muhatap olan zümre açısından bir noksanlık olarak nitelendirilmektedir.
Hâlbuki kemalat-ı külliye, insani tüm istidat ve sıfatların ilim ve hikmetle, tefekkür ve marifet-i ilahiye ile inkişafını, yani açılmasını, kuvveden fiile çıkmasını istemektedir. Bu ise, Risale-i Nur’un derin imani mes’elelerine anlayışlı muhatap olmayı iktiza etmektedir.
Evet lafzı aşmadan manayı, manayı anlamadan maksadı, maksadı kavramadan Maksud-u Bizzat Rahman’ın kudsi rızasına vuslat gecikmekte, ‘hilafet rütbesine’ liyakat ile melaikeye tercih sırrı belki de gerçekleşmemektedir.
Bir önceki makalede ‘anlamak’ kavramı farklı açılardan tarif edilmişti. Bu makalede ise zıddı olan ‘anlamamak’ tarif edilecektir. Yani nazar-ı sathi ile düz okuma, nurlu hakikatlere hakkıyla muhatap olamama, imani mes’eleri derinliği ile kavrayamama gerçeğinin neleri tevlid ettiği, hangi menfi neticelere sebebiyet verdiği izah edilmeye çalışılacaktır. Ezcümle;
Anlamamak; Hz. Âdem’in (a.s) melaikeye tercih sırrı olan Talim-i Esma hakikatine muhatap olamamak, yani marifet-i ilahiyeden mesafe alamamak, esma-i rabbaniye, sıfat ve şuunat-ı mukaddese ile aklen ve kalben alaka kuramamak, geçici olanı baki sanmak, fani bir dünyaya aldanmaktır.
Anlamamak; dünyaya gelmenin en büyük gayesi olan kâinat Halık’ını tanımak, ilahi muhabbete mazhar olmak, Rahman’ın kudsi rızasını tahsile çalışmak gibi ulvi manalardan nasipsiz kalmak, sadece cismani ve şehvani lezzetleri tatmin için yaşamaktır.
Anlamamak; kışır ve suret ile meşguliyetten lübbe ve sirete varamamak, akıl ve kalbini tecdid, ruhunu tekmil namına yeni ve özgün manalara ulaşamamak, zanni ve tahmini bir imana razı olmak, herkesçe bilinen ezberleri tekrarlamak, üretilmiş bilgileri iletmeyi Kur’an’a hizmet adına yeter sanmaktır.
Anlamamak; ilim ve hikmet, tefekkür ve marifet ile yenilenen, hakkalyakine yakın bir ilmelyakin seviyesine yükselen tahkiki bir imandan mahrum kalmak, hayat-ı kalbiye ve ruhiyeden habersiz cismani bir hayata razı olmaktır.
Anlamamak; ilahi sınırları koruyamamak, selim fıtratını bozmak, maziden ve atiden kopuk “ân’a” mahkûm yaşamak, zaman nehrinin üzerinde sürüklenen çerçöp gibi değersiz olmak, seyyiat ve dalalet dalgalarında boğulmaktır.
Anlamamak; havf ve haşyetten, tevazu ve mahviyetten uzaklaşmak, gurur saikıyla nev’in enaniyetine kapılmak, abdiyetten ve aidiyetten gaflet sebebiyle ırkçılık ve benzeri şeytanî aidiyetler peydahlamaktır.
Anlamamak; ‘sahip olma’ hırsına kapılmak, neye ulaşırsa ulaşsın hiç doymamak, Kur’ani bir davaya adanma noktasında müstağni kalmak, en kıymetli sermayesi olan ömrünü dünyanın geçici işleri uğruna harcamaktır.
Anlamamak; alevleri göklere yükselen imansızlık yangınına gözlerini kapamak veya ahlaksızlık ateşi ile yanan bir neslin farkına varamamak, bu yangını söndürme noktasında ciddi bir gayreti ve faaliyeti olmamaktır.
Elhâsıl; nurlu hakikatleri anlamak; ebedi bir davaya adanmaktır. Anlamamak; geçici olanı ebedi sanmak, fani bir dünyaya aldanmaktır. İnsan ‘anlama merkezli’ okumadığı bir metnin derinliğini ve kıymetini anlayamaz. Anlamadığı bir hakikati hayatına rehber yapamaz, onunla yaşayamaz, anlaşılmayan bir mesaj uğruna adanamaz!
Neyi anlıyor, içimiz ne ile yatışıyorsa onun için yaşıyoruz. Neyi seviyor, ne ile seviniyor, içimiz ne ile tatmin oluyorsa ona adanıyoruz. Sınırlı olan bir dünyaya aldanma sınırsız olan bir hayata hakkıyla hazırlanmaya mani olmaktadır...
Halık-ı kâinata muhatap olmak üzere, melaikenin gıpta edeceği yüksek bir kemalata istidatlı olarak yaratılan şu aciz insan, Kur’an’ı ve ondan mülhem hakikatleri hakkıyla anlamak, muhit bir nazar ile mes’eleri kavramak istiyorsa, risale-i nur külliyatına anlama merkezli teveccüh etmelidir. Fıtratının câmiyetini temsil eden ilahi sıbgayı (esma-i ilahiyeyi) görmeli ve şuuren göstermelidir...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.