Dil Hassasiyeti-II

İlk asırdan günümüze bilginin bizlere ulaşması dil ve yazı sayesinde gerçekleşmiş, duygu ve düşünceler hitap ve kitap vasıtasıyla nakledilmiş, dildeki zenginlik hislerde ve fikirlerde derinliği tevlid etmiştir. Bu itibarla dil fikirleri, fikirler hisleri, hisler ise fiillerimizi ve amellerimizi şekillendiren pek çok neticeye sebebiyet vermiştir.

Dil, ‘vatan birliği’ halkasında saf tutan, farklı inanca sahip milletlerin teavün hissiyatı içinde yaşamalarını kolaylaştıran, muhtelif zümrelerin birbirleri ile tanışıp yardımlaşmalarını sağlayan ortak bir değer, ehemmiyetli bir vasıta olarak tarif edilmektedir. Yani dil; ‘milli kimliği’ doğuran, kelime zenginliği kadar geniş bir bakış açısı sunan, kişiliği kemale ulaştıran muhteşem bir imkânı temsil etmektedir.

Evet müslüman bir cemiyetin en sağlam dayanak noktası din olduğu gibi, İslami bir medeniyetin inşa projesinin mürekkebi de Kur’ani mefhumları (kelimeleri) ihtiva eden dil olduğu ehl-i irfan ve erbab-ı ihtisas tarafından dillendirilmekte, şanlı mazimiz ile irtibat dil vasıtasıyla gerçekleşmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri lisanın kaderin sikkesini taşıdığını söylemekte, ‘lisan-ı milli’nin’ insanlara me’nus geldiğini bildirmektedir. (A. Bediiye, 434)

Kur’an tefsiri Risale-i Nur gibi bir esere zarf olmuş Türkçeye’ aidiyetin arttırılması, kendi medeniyetimizin inşası hesabına hayatın tüm dairelerinde İslami mefhumlara yer verilmesi, kıymet kazanması adına ciddiyet ile hareket edilmesini hikmet ve hakikat istemektedir.

Evet, İslamiyet ile mecz olmuş milli duyguları inşa, dini şuuru yeniden ihya, duygu ve düşünce piramidini i’lâ ve ibkâ gayretleri, dil mevzuunda belirli bir hassasiyeti gerektirmektedir. Çünkü dil birliği, ‘milli aidiyet’ şuurunu harekete geçirmekte, beraberlik ruhunu güçlendirmektedir.

Dil’i ihmal etmek, lisan mevzuunda laubali ve lakayd bir tarzı benimsemek, dini değerlerin ihlaline sebebiyet vermektedir. Dil mevzuunda hassasiyet, dini meselelere verilen ehemmiyete emare ve alametler olarak değerlendirilmektedir.

Kur’ani mefhumlar bir dilde yaşamıyorsa, o dili konuşan zümreler, o kelimelerin ifade ettiği manaları duygu ve düşünce dünyalarında misafir edememektedir. Tefekkürü meslek haline getiren ehl-i marifet ve erbab-ı diyanet, makale ve sohbetlerinde kaynağı semavi olan mefhumların/kelimelerin kullanımını ciddi bir zaruret olarak görmekte, hassasiyet ile üzerinde titremektedir.

Daire-yi Sıfata ve Esma-i İlahiyeye, yani marifet-i Rabbaniyeye ait meseleleri en üst seviyede izaha zarf olmuş bir esere muhatap olacaksınız, yazılarınızda ve konuşmalarınızda bu dili kullanmayacaksınız. “Yeni nesil anlamıyor” klişe mazeretine sığınacak, ‘uyduruk’ kelimeleri mebzul miktarda kullanacaksınız, akla ziyan!

Anlamadığı söylenen gençlerin, kendi medeniyetlerine ait mefhumları ve tamlamaları dini sohbetlerde duymadıkça, makalelerde okumadıkça bu kelimeleri ne zaman öğreneceklerine dair soruya ikna edici bir cevap verilememektedir.

Kadim medeniyetimizin inşasında kullanılan kelimeleri gençliğe öğretmek adına çareler aramak yerine, yazı ve konuşmalarda ‘hafif meşrep’ uyduruk kelimeleri kullanmak bir kolaycılık, en hafif ifadesiyle bir aymazlık olarak nitelendirilmektedir.

Evet evet! Yeni nesillere güya iyilik yapmak zannıyla yazı ve konuşmalarında “Türkçenin” daha fazla bozulmasına sebebiyet vermek, iğdiş edilmiş zihinlerin tamiri ve ıslahı adına üzerine düşen vazifeyi görmemek, şu müslüman milletin kendi medeniyetinin temelleri olan Kur’ani mefhumları yazı ve konuşmalarına misafir etmemek manevi bir mesuliyet olarak değerlendirilmektedir.

Kalpleri bilmeyiz, niyet dairesinde nefsin hilesi şeytanın desisesi yoksa yazı ve konuşmalarda kullanılan dil zenginliği, duygu ve düşünce derinliğinden haber vermekte, insanın gönül dünyasını ihtizaza getirmekte, aidiyeti ve mensubiyeti bildirmektedir. Kur’anî mefhumlar ile hakikat arşına müteveccih seyahate gitmek, sonsuz bir hayat adına ödenen küçük bir bedel olduğu düşünülmektedir.

Yeni neslin Risale-i Nur külliyatında geçen kelimelerin ağırlığından şikâyet ettikleri bilinmektedir. Ancak bunun makul sebeplerini onlara izah ve ispat etmek gerekirken, yani marifetullaha medar derin hakikatlerin hafif sıklet kelimeler ile ifade edilemeyeceğini bildirmek yerine kolaycılığa kaçmak, on asırdır müslüman bir milletin mazisiyle irtibatını koparmak için uydurulan kelimeleri yazı ve konuşmalarında bol miktarda kullanmak, neredeyse her mefhumun sonuna ‘sal’ ve ‘sel’ ekleyerek güya kelime üretmek, haddizatında Türkçe’yi katletmek demektir.

Evet nurlu eserlerin dilinin ağırlığı, bahsettiği mevzuların ehemmiyetinden ve derinliğinden kaynaklandığını izah etmek, hikmete ve hakikate daha uygun düşmektedir. Gayet mühim ve derin imani meselelerin ‘hafif sıklet uyduruk kelimeler’ ile ifade edilemeyeceğini genç dimağlara bildirmek ve ispat etmek gerekmektedir.

Elhasıl; zihin dünyamızda misafir edilen kelimeler ‘İslamileşmeden’, dilde zenginlik gerçekleşmeden, yani kelime hazinesi gelişmeden ‘Talim-i Esmaya’ ve marifetullaha medar derin meseleleri anlamak ve anlatmak müşkülleştiği gibi, mütefekkir ariflerin, andelîb-i Kur’an olan şairlerin gönül tellerine dokunacak şiirler yazmaları da mümkün görünmemektedir.

Dilde hassasiyet, dini meselelerin ehemmiyetini bildirmekte, hakikate ve kemalata vuslatı temin etmektedir. Dili düzeltmeden dini değerleri yüceltme gayretleri hayal olarak görülmekte, insanları imani hakikatlere sevketme gecikmekte belki de gerçekleşmemektedir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum