Ahmet AKCAN
Mülkiyet Yarışı
İkinci bir dünyaya iman gerçeğinin zedelendiği, kesret-i servetin ziyadesiyle önemsendiği bir asırda, ekser müslümanların servet biriktirmenin cazibesine kapıldıkları, mülkiyeti tezyid adına erdemli bir hayattan uzaklaştıkları, saadet-i ebediyeye çalışma yerine elemli ve kısa bir dünyaya razı oldukları müşahede edilmektedir.
Dünyayı önceleyip uhrayı öteledikleri, ölümden ziyadesiyle havf ettikleri için kemiyeten çoğaldıkları halde sair milletler üzerindeki müessiriyetlerini yitirdikleri, selin üzerindeki çerçöp gibi zaman nehrinde sürüklenip gittikleri gözlenmektedir.
Servete ifrat-ı muhabbet duyan müslümanlar tek dünyalı insanlar gibi gayr-i ahlaki bir vaziyet sergiledikleri, İslamiyet’i hakkıyla temsil edemedikleri, davalarının ibkâsı ve i’lâsı adına veremedikleri esefle izlenmektedir.
Enenin en müşahhas tezahürlerinden biri olan mülkiyet arzusu, yani sahip olma duygusu, nefsin kuvvet ve şöhret tutkusundan neş’et etmektedir. Evet nefsin kibri, şöhret ve kudret sahibi olmayı istemekte, bu ise mülkiyet yarışı ile kendini belli etmektedir.
Mülkiyet kavgası, ubudiyet halkasına hakkıyla dâhil olmayı engellemektedir. Evet “çokluğu yokluğundan daha büyük bir dert” olan servet gönüllere girince insanları manen kirletmekte, nefisleri gurura sevketmektedir.
“Allah’ın sana verdikleri ile ahiret yurdunun peşinde ol, dünyadan da nasibini unutma” (Kasas, 28; 77) diyen Kur’an; müminlerin asli vazifeleri olan ahiret tedarikine dikkatleri çekmektedir.
Karun gibi servete muhabbet duyan, emanet olarak verilen serveti kendi çabasının bir neticesi olduğuna inanan insanların ikinci bir hayata iman iddiaları geçerliliğini yitirmektedir.
Çokluk arzusunun doğurduğu manevi tehlikelerinden Kur’an haber vermekte, (Tekasür 102; 1-2) Allah Resulü Muhammed (a.s.m), tüm hataların merkezinde dünya muhabbetinin bulunduğunu bildirmektedir. (Beyhaki, 7/338)
Servet ve mülkiyet düşkünlüğü, mücerred hakikatlere yani Esma’ül Hüsna’ya intikalden nasipsiz kalmaktan, yani marifetullah nimetinden yeterince hisse alamamaktan neş’et ettiği düşünülmektedir.
Yani varlığın suretlerine âşık olanlar, mücerred ile yani Esma’ül Hüsna ile kalbi alaka kuramayanlar, ‘şahit olma’ görevinin ehemmiyetini anlayamayanlar ‘sahip olma’ duygusuna kapıldıkları yani mülkiyet yarışına dâhil oldukları görülmektedir.
Hakikat avcısı hakiki müminler dünyayı ahiretin mezraası, Esma-i İlahiyenin de çarşısı olarak görmekte, öyle de hareket etmektedir. Hak aşığı müslümanlar akılları iptal eden haram içecekler gibi, manevi sarhoşluğu tevlid eden esbaptan uzak durmaya özen göstermektedir.
İnsan unsurunu en büyük imkân görmek, keyfiyeti yüksek insanların yetişmesine müsait zeminleri ihzar etmek yerine, beton yığınlarına yatırımı öncelemek, ‘mülkiyet yarışının’ dini hizmetlere bakan yansımaları olarak değerlendirilmektedir.
Evet evet! İlim ve marifet cihetiyle aç bırakılan cemaat fertlerinin kalbi ve ruhi ihtiyaçlarını karşılama yerine, dini hizmetleri deruhte eden bir kısım insanların bina dikme yarışına girdikleri, iman hizmetini parmak hesabı ve bina sayısıyla ölçtükleri esefle izlenmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, lübbü bulmayanların kışır ile meşgul olduklarını, hakikati tanımayanların hayalâta saptıklarını, ifrat yahut tefrit ile sırat-ı müstakimi bulamadıklarını bildirmektedir. (Muhakemat, 49)
Tüm İslami hizmetlerde olduğu gibi, nurlu dairede de pek çok ihtilaf ve nizanın çıkış sebebi ‘sahip olma’ duygusu ile hareket eden mülki meşrep sahipleri ile meleküti meşrep ehli arasında geçtiği görülmektedir.
Elhasıl; servetlerini emanet değil ganimet olarak görenler, dünya menfaatleri uğruna asli vazifelerini terk edenler izzetlerini yitirmekte felakete sürüklenmektedir. Kesret-i servet arzusuna kapılan müslümanlar önce dünyevileşmekte, sonra sefahate ve sefalete düşmektedir. Servete muhabbet manen tedenniye sebebiyet vermektedir.
‘Sahip olma arzusu, ‘şahit olma’ olgusunu aşmış, düşünce dünyaları karınları ile apış arasına hapsolmuş insanlardan insanlık adına hayırlı ve daimi faaliyetler vücuda gelmemektedir. Serveti mühim bir değer kaynağı olarak gören insanlar zaman içinde erdemlerini yitirmektedir. Ayine-i Samed olan kalpler servete meylettikçe maneviyat yönüyle gerilemektedir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.