Ahmet Davutoğlu'nun başarı sırrı ailesi

Ahmet Davutoğlu'nun başarı sırrı ailesi

Ahmet Davutoğlu, nam-ı diğer Dışişleri Bakanımız Türkiye tarihinin en başarılı dış politikasının mimarı. Hem Türkiye’de hem dünyada en çok konuşulan isimlerden biri.

Akademisyen ve yazarlığıyla da tanınan Ahmet Davutoğlu’nun başarıları ve dünya kamuoyundaki etkili konumunun arkasında yatan en önemli faktörlerden birinin mutlu ve güçlü bir aile yapısı olduğu öğrenildi.

İlk kez ailesiyle beraber objektiflerin karşısına çıkan Davutoğlu’nun Sabah gazetesine eşiyle beraber verdiği röportaj, mutlu, huzurlu;  saygı, sevgi ve dayanışma içerisindeki bir ailenin başarının en önemli unsurlarından biri olduğunu ispat eder nitelikte. İşte o röportajdan bazı kısımlar:

- Ülkenin dışişleri bakanı sizsiniz. Evin dışişleri bakanı kim?

- Ahmet Davutoğlu: Evin her türlü bakanı Sare Hanım’dır. Ben evin sadece bakılanıyım.

- Bakanlık aile ilişkilerinizi nasıl etkiledi?

- A.D: Özgürlüğümüzün sınırlanması anlamında radikal bir değişikliğe yol açtı ama ailevi ilişkilerimizde değişiklik olmadı.

- Ya siz Sare Hanım? Durumu kabulleniyorsunuz elbette ama içinizden de olsa sitem etmiyor musunuz?

- Sare Davutoğlu: Evlendiğimizde Ahmet Bey yüksek lisans yapıyordu ve ben şuna inanıyordum: Ahmet Bey ne yaparsa doğru yapar. Bugün de bu düşüncem değişmedi. Ahmet Bey nasıl benim seçimlerimin getirdiği zorluklara katlandıysa ve katlanıyorsa ben de onun seçimlerinin getirdiği zorluklara katlanıyorum. Hatta kendisini teşvik ediyorum. İçinde bulunduğumuz durum, bu dönemin gereğidir, diye düşünüyorum. Öğretim üyesiyken de, başdanışmanken de, şimdi de ülkemiz için, insanlık için, bizim için ve çocuklarımız için yararlı şeyler yapıyor. Bu açıdan hiçbir fark olmadı.

A.D: Şimdi ben aileden uzak kaldığım için bazı zorluklar oluyor ama bu ilk ayrılışımız değil. Aile hayatımızı daha çok etkileyen ilk ayrılışımız 1988’de olmuştu. İkinci çocuğumuz Meymune dünyaya geldikten üç buçuk ay sonra ben onları bırakıp doktora tezimi yazmak üzere Mısır’a ve Ürdün’e gitmiştim.

- S.D: Evet. En zor dönem oydu aslında bizim için. Henüz yolun başındaydık. Ben mecburi hizmetimi yapıyordum. İki küçük kızımız vardı ve babalarına ihtiyaç duyuyorlardı. Büyük kızımız her akşam iki saat: ‘Anne! Babam neden gitti?’ diye sorardı. O zaman, şimdiki gibi telefon ve internet imkanı yoktu. Haftada ya da 15 günde bir konuşurduk.

- A.D: Türkiye’deki evimizde telefon vardı ama Mısır’da benim kaldığım yerde yoktu. Ben bir eve gidip orada telefon bekler ya da arardım. Sefure, her geçen uçağı gördüğünde ‘Babam bu uçakla geliyor,’ dermiş.

Zor olmadı mı 11 ay uzak kalmak?

- A.D: Zordu elbette ama ilim adamı olmak için yapmamız gereken bir fedakarlıktı o. Alıştığınızda, yaptığınız şey bir fedakarlık olmaktan çıkıp hayat tarzınızın bir parçası haline geliyor.

ÇOCUKLARLA KIZMABİRADER...

- 2002 yılında Başbakan Başdanışmanı olarak Ankara’ya geldiniz ama bakan olana kadar ailenizi Ankara’ya getirmediniz. Ailenizin rolü ne oldu bütün bu süreçte?

- A.D: Benim için Ankara’da karşılaştığım her zorlukta İstanbul, evim ve ailem bir sığınak oldu. O sığınak rolünü gerek Sare Hanım gerekse ailenin diğer fertleri her zaman bana son derece büyük bir imkan olarak sundular. Çocuklarımda gördüğüm tebessüm, muhabbet, aile ortamının sıcaklığı hep en büyük destek unsuru oldu. Onun için, bakan olana kadar evi Ankara’ya taşımadım. Bunun bir sebebi de asli görevimin ve asli psikolojimin etkilenmemesiydi.

Peki siz Ankara’da olmaktan hoşnut musunuz Sare Hanım?

- S.D: Burası konforlu gibi görünüyor olabilir ama burada kendinizin yönetemediği süreçlerin içerisinde bulunmak zorundasınız. Bir de her ne kadar istemeseniz de tanınır hale geliyorsunuz. Ahmet Bey nasıl İstanbul’daki evimizi sığınak olarak görüyorsa ben de İstanbul’a gidince kendimi rahat ve özgür hissediyorum. Bildiğim ve hakim olabildiğim bir ortamda bulunduğumu düşünüyorum.

- Yurtdışına gittiği diğer zamanlarda yanında mıydınız? Malezya’da mesela?

- S.D: Evet yanındaydım. O da ayrı bir tecrübe oldu ve belki de şu an yaşadığımız bazı zorlukları kolay atlatmamızın bir sebebi de oradaki güç birikimi oldu. Yurtdışında aile ilişkilerimiz o kadar sağlam oturuyor ki çocuklarınız da biliyor aslında, siz onlar için her şeyi yaparsınız ama şu an onlarla birlikte olmak elinizde değil. Bunu ben de biliyorum. Ahmet Bey bizimle vakit geçirmekten ne kadar hoşlanır. Beraber geçirdiğiniz zamanın uzunluğu kadar, nitelikli olması da önemlidir.
Şimdi bile çok geç gelir, mesela gece 23.30 da gelir, ama bütün yorgunluğuna rağmen çocuklarıyla Kızmabirader oynar. Dün gece saat 01.30’a kadar Tabu oynadık mesela.

“MAKSİMUM İŞBİRLİĞİ YERİNE MAKSİMUM MUHABBET “

- Beraber olduğunuzda yapmaktan keyif aldığınız şeyler neler?

- S.D: Arabayla seyahate çıkmayı çok severiz. Arabayı Ahmet Bey kendisi kullanır. Çocuklarla beraber şarkılar söyleriz.

- Ahmet Bey ev işlerine de yardım eder mi?

- S.D: Ahmet Bey’in evde yapmaktan hoşlandığı tek iş kitap kolisi açıp onları yerleştirmektir diyebilirim. Müthiş bir zevk alır ve yıllar sonra bile o kitabının yerini değiştirdiğimizde fark eder. ‘Benim çocukların yerlerini değiştirmişsiniz,’ der.

- Yemek filan yapmaz mı mesela?

- S.D: Bir tek peynirli yumurta yapar ama onu da çok iyi yapar.

Evde de sıfır sorun politikası uyguluyor musunuz?

- A.D: (Gülüşmeler) Evde zaten problem olmadığı için ayrıca böyle bir slogana da ihtiyaç yok. 26 yıllık evliliğimizde hiçbir zaman, çok şükür, herhangi bir sıkıntı yaşamadık. Evimize yeni katılan damatlar da dahil olmak üzere, sesimizin yükseldiği, konuların tartışma havasıyla ele alındığı bir ortam hiç olmadı. Dolayısıyla ‘sıfır sorun’ diye bir ilke geliştirme ihtiyacı doğmadı. ‘Maksimum işbirliği’ yerine de ‘maksimum muhabbet’ diyoruz ve o muhabbeti doyasıya yaşıyoruz.

- Eşiniz hep sakin bir insan mıdır? Hiç öfkelenmez mi?

- S.D: 26 yıllık evliliğimiz boyunca onu sadece bir kez çok öfkeli gördüm. O da İsrail’in Mavi Marmara saldırısından sonra BM’de konuşma yaparken.

SÖYLEŞİ NOTLARI:

 Ailenin bütün fertleri Ahmet Davutoğlu'nun üstlendiği sorumluluğun bilincinde. İçten içe babalarını daha çok görmek isteseler de durumu kabullenmişler. "Babanızın bakan olması dolayısıyla duyduğunuz bir üzüntü var mı?" sorumuzu büyük kızları Sefure: "Tek üzüntümüz daha sık görememek. Kendisini çok özlüyoruz. Hafta sonları geliyoruz ve ancak öyle görüşebiliyoruz maalesef," diye yanıtlıyor.

"Babanızın bakanlık görevini bırakmasını ve eski hayatınıza geri dönmesini ister misiniz?" sorumuzu ailenin küçük kızı Hacer önce "Evet isterim," diye yanıtlıyor ama daha sonra düzeltiyor: "Ben istiyorum ayrılmasını ama kalması da Türkiye için daha iyi. O yüzden ısrar etmiyorum." diyor.

Sabah