Ali Bulaç: Şerif Mardin, Said Nursi için beni evine çağırdı

Ali Bulaç: Şerif Mardin, Said Nursi için beni evine çağırdı

Şerif Mardin hoca, “bu açıklama olamaz” dedi ve bu da kendisiyle ilk anlaşmazlığımız olmuş oldu

Yazar Ali Bulaç, Serbestiyet'teki yazısında Prof. Dr. Şerfi Mardin'in Said Nursi hakkında yaptığı araştırmayla ilgili aklına takılan bir hususu kendisine sorduğunu söyledi:

"Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi kitabını yazma aşamasında iken aklına takılan bir mevzu sebebiyle, bir gün beni evine davet etti (1985 veya1986), evde Mardin’in talebeleri görünümünde Ruşen Çakır ve Haşmet Babaoğlu vardı. İkisi saygıyla oturuyor, hocayı dikkatle dinliyorlardı.

SAİD NURSİ DOĞU’DA SEVİLMESİ ANLAŞILIR BİR DURUM, FAKAT EGE’DE NİÇİN SEVİLİYOR ANLAYAMIYORUM

Sosyolojiyle ilgilenen biri olarak Şerif Mardin’i takip etmemek olmazdı, bunun farkındaydım, takip ediyordum da. Bana:

“-Ali bey, Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili bir çalışma yapıyorum, aklıma takılan bir soru var, onu seninle paylaşmak istiyorum. Şöyle ki, Bediüzzaman’ın Doğu’da niçin tutulduğunu, bu kadar taraftarı olduğunu anlayabiliyorum, 19. yüzyılda orada yaygın bir Protestanlık faaliyeti var, misyonerler çalışıyor, buna tepkiye dayalı bir hareket söz konusu. Aynı zamanda Bediüzzaman’ın Van’da Medresetüzzehra isminde bir üniversite açma projesi söz konusu. Şimdi dini duyarlılığı yüksek olan Doğu’da, Güneydoğu’da Said Nursi’nin tutulması anlaşılır bir durum, fakat Ege’de Isparta ve Barla’da niçin tutulduğunu anlayamıyorum. Burada maddi-sosyal faktör de gözükmüyor; sen bunu nasıl görüyorsun?” diye sordu.

Ben, “Hocam, maddi bir faktör aramak zorunda mıyız?” diye sorduğumda

“-Evet, yoksa bu olayı açıklayamayız” diye cevap verdi.

MÜSLÜMAN TOPLUM İMANINI KAYBETME SÜRECİNE GİRMİŞTİ

Bediüzzaman’ın ayet ışığında insanları, “yeniden iman” etmeye çağırdığını, gittiği her yerde de bunun özellikle halk tabakalarında kabul gördüğünü söylediğini hatırlatan Bulaç, yaptığı izahı şöyle anlattı:

Üstad’ın şakirtleri genellikle gelir düzeyi düşük insanlardı, orta sınıfa bile mensup değillerdi ama konuşmalarına kulak veriyor, kararlı mücadelesine hayranlık duyuyor, ona hizmet etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. İlk başladığı gün gibi Nur hareketi hala gelir düzeyi orta sınıf ve altındaki katmanlardan oluşmaktadır. Belki Barla günlerinde şakirtlerin en büyük hizmeti, kendisine kağıdın yasaklandığı Üstad’a kese kağıdından da olsa üzerinde yazı yazılacak nesne temin etmek, yazdıklarını etrafa yaymaktı.

Uzun zamandır, özellikle 19. yüzyıldan başlamak üzere Müslüman toplum imanını kaybetme sürecine girmişti, özellikle iktidar seçkinlerinin yoğun kültürel baskısından etkilenen toplum tabii ki “müslüman”dı ama “mü’min” değildi. Bediüzzaman sorunun temelinde geniş manada ameli/pratiği ifade eden “İslam” ile amelin meşruiyetini, manevi zevkini ve motivasyonunu tesis eden “iman” arasında makasın fazlasıyla açıldığını düşünüyordu. Kur’an-ı Kerim sürekli olarak “iman” ve “salih amel”i birlikte zikrediyor, aralarında “vav” harfi var ama biri diğerine bağlı ve bağımlıdır. Bu ikisine “teori ve pratik arasında olan ile olması gereken” ilişki diyebiliriz. Teorisi olmayan pratik, pratiği olmayan teori ne işe yarar!

...

“İslam” ile teslim olunan şeyin ruhuna sadakat göstermek, bağlanmak ve ruhen iştirak etmek demek olan “iman” ayrı şeydir. İkisinin arasını Kur’an-ı Kerim de yapmaktadır (49/Hucurat, 14). Bu bakış açısından hareketle Said Nursi, imanı dönüştürücü bir güç, İslam ümmetini harekete geçirici bir enerji kaynağı olarak adeta yeniden tanımlamak istiyordu. İslam ve iman aralarında ontolojik tezat/karşıtlık olmasa da pratik hayatta farklı fonksiyonlara sahiptirler.

BU ÜÇ İLLET BUGÜN DE MÜSLÜMAN DÜNYAYI ÖLÜME GÖTÜRMEYE DEVAM EDİYOR

...

İzmirli İsmali Hakkı’nın “Yeni İlm-i Kelam”ından ve başka birkaç gayretkeşin teşebbüsü dışında Said Nursi’nin Kelam’ı “yeni iman” temelinde yeniden tanımlama teşebbüsünün Doğu ve Güneydoğu’da karşılık bulması gibi, Ege’de ve başka yerlerde karşılık bulmasında şaşılacak şey yoktur. Anadolu ve İslam aleminin her yanı çöküntü içindeydi; atalet, yoksulluk, cehalet, tefrika kanser gibi ümmetin bünyesini sarmıştı. Said Nursi 1911’de Şam’da, Beni Ümeyye camiinde okuduğu Hutbe-i Şamiye’de İslam aleminin üç ölümcül hastalığa müptela olduğunu söylüyordu: Cehalet, fakirlik, tefrika.

Aradan geçen bunca zamana rağmen bu üç illet bugün de Müslüman dünyayı ölüme götürmeye devam ediyor; bu durum başta yöneticiler olmak üzere önlerine atılan keselerle iktidardan sebeplenen ulema, akademisyenler, aydınlar, yazar ve cemaat şeyhlerinin umurlarında değil, bu iktidar bağımlısı, konfor şarabı içmiş sarhoş zümreler günlerini gün etmekle meşguldürler.

ABDULHAMİT, SAİD NURSİ'NİN ÜNİVERSİTE TEKLİFİNİ TEHDİT OLARAK GÖRDÜ

...

Said Nursi’nin 975’te Fatımiler’in kurduğu, sonraları İslam dünyası çapında büyük ve itibarlı bir ilim merkezi konumunda olan Kahire’deki el Ezher’e mümasil –hem pozitif ve beşeri/sosyal bilimleri hem İslami ilimleri okutacak- Medresetü’z Zehra isimli bir üniversiteyi Van’da kurmak istemesi o dönem için içten içe çürüme geçirmekte olan Osmanlı’ya bir kâse hayat iksiri yerine geçecekti. Üniversitenin yerini Van’da seçmesinin sebebi stratejikti. Buradan Anadolu, Kafkasya, Türki dünya-Orta Asya ve Arap havzasına hitap edecek; zeki, zülcenhayen olarak yetişecek yetenekli ve heveskâr öğrencileri bir ilim ve irfan merkezi olarak kendine çekecekti.

Bu kurtarıcı projenin önemini doğru kavrayan Abdülhamit, ileride saltanatını tehdit eden öğrenciler yetiştirir diye, fikir babası Said Nursi’yi tımarhaneye attırdı. Gel gör ki, kendisinin tamamen ‘modern’ karakterde kurdurduğu okullardan mezun olan öğrenciler birer ittihatçı-darbeci olarak onu tahtından indirdiler. Abdulhamit için, İslam aleminden getirtilecek ve Osmanlı’ya sadık yöneticiler, bürokratlar yetiştirecek öğrencilerin Kabataş Lisesi’nde okutulması yeterliydi.

ŞERİF HOCA BU AÇIKLAMAMA "OLMAZ" DEDİ

Şerif Mardin hoca, “bu açıklama olamaz” dedi ve bu da kendisiyle ilk anlaşmazlığımız olmuş oldu. Ona göre bunlar açıklama olamaz zira arka zeminde pozitif faktörler gözükmüyor, Said Nursi’nin Batı’da kabul görmesi olayının arkasında somut-maddi olgular yoktu.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum