Allah depreme niye müsaade ediyor?
Van ile birlikte bir kez daha gündemimize gelen deprem hadisesiyle ilgili bir çok soru gündeme geliyor
Risale Haber-Haber Merkezi
Van ile birlikte bir kez daha gündemimize gelen deprem hadisesiyle ilgili bir çok soru gündeme geliyor. Suffa Vakfı tarafından Deprem Broşürü’nde akla gelebilecek sorulara cevap veriliyor. İşte o çalışmanın giriş yazısı ve sorularının birinci bölümü:
TAKDİM
İnsan; mahiyeti itibari ile kâinatla ve çevresi ile bir şekilde irtibatlıdır. Evini ve bahçesini sevdiği gibi, koca dünyayı da sever. Sıtmadan ve mikroptan müteessir olduğu gibi, kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Bahçesini sevip arzu ettiği gibi, ebedi cenneti dahi iştiyakla sever ve ister.
Bu yapı ve fıtratta olan insan; akıl alakadarlığı ile hayvanların tamamen aksine olarak, yaşadığı âlemin her şeyi ile münasebeti vardır.
İşte bu sebepten dolayı; dünyanın imtihan meydanı olması hesabiyle, tüm ıstırap, çile ve sıkıntıları, her insanı kültür ve anlayış seviyesine göre, etkilemektedir.
Depremler de bunlardan biridir. Deprem kuşağında olan ülkemizde bu gibi olay ve hadiseler, artık hayatımızın ve yaşantımızın bir parçası haline gelmiştir. Dünyanın sonunun yaklaştığını ve evrenin artık ihtiyarlayarak yükünü taşıyamaz hale geldiğini de düşünürsek; bu gibi afetler kaçınılmaz olup belki de artarak devam edecektir.
Bu noktada alınacak maddi tedbirler gayet sınırlı olup, manevi dert ve ıstıraplarımıza cevap verecek mahiyette değildir. Çünkü maddi tedbirler, işin teknik boyutunu ikmal ederken; manevi tedbirler ise, meselenin ruhi, fikri ve hikmet boyutunu ortaya koymaktadır. Bu düşünce ve bakış tarzından farklı bir yaklaşım; âlemin özü ve özeti olan insanı fikren, huzuren ve manen tatmin etmiyor. Bilakis, tabiatın acımasız çarkları arasında ezilen ve perişan olan bir mahluk durumuna düşürüyor. Bu ise; depremin ve zelzelenin maddi hasarından daha ziyade, manevi hasar ve tahribat olarak kalplerimizde ve gönüllerimizde telafisi mümkün olmayan kalıcı yaralar açıyor.
Bizler; Suffa Vakfı camiası olarak, hayatımızın bir parçası ve gerçeği haline gelen, bu gibi arzî ve semavi afetlere karşı manevi bir hazırlık, bir tedbir, sebep ve sonuçları itibarı ile, akla gelecek muhtemel suallere cevap anlamında çalışma yaparak bir broşür hazırladık.
Bu hizmetle az da olsa, musibete maruz kalanların moral gücünü takviye, sabır ve metanet duygularını yükseltmede faydalı olmayı arzu ettik.
Bu vesile ile bu anlamda afetlere maruz kalarak vefat edenlere Allah (c.c.)’tan rahmet diler, hayatta kalanlara ve yakınlarına sabırlar temenni eder, hastalara Şafi-i Hakiki’den acil şifalar bekler, zayi olan mallarının ise sadaka hükmünde olmasını Cenab-ı Kadiü’l-Hacat’tan isteriz.
Ayrıca; bu broşürün hazırlanmasında emeği geçen, ihtiyaç duyulan yerlere ulaştırmada gayret gösteren herkese teşekkür eder, say ve çalışmalarının Allah (c.c.) indinde kabul olmasını temenni ederiz. Allah (c.c.)’a emanet olunuz.
Suffa Vakfı
SORU VE CEVAPLAR
1) Depremlerin bilimsel olarak, nasıl meydana geldiğini kısaca anlatır mısınız?
Cevap: Yerkürenin dış kısmında yaklaşık 70-100 km. kalınlığında, litosfer adı verilen bir taş küre vardır. Yerin merkezinde biriken enerji dışa doğru çıkmaya çalışırken bu taşküre dediğimiz tabakayı zorlar. Bu zorlama sonucunda en zayıf olan yerler kırılır ve enerji açığa çıkar. İşte bu esnada şiddetli titreşimler meydana gelir. Bu titreşim ise sarsıntıya dönüşür ki, buna ilim dilinde “deprem” adı verilir.
2) Depremlerin Allah (c.c.) tarafından yaratıldığını söyleyenlere ne diyeceksiniz?
Cevap: Depremin bilimsel izahının olması, bu işin tesadüfen ve kendiliğinden gerçekleştiği anlamına gelmediği gibi, depremi izah etmek için de yeterli bir açıklama değildir.
Bir tüfeğin nasıl ateşlediğinin veya patladığının bilimsel izahını yaparak konuyu açmaya çalışalım.
İzahı şudur:
Mermi, bir kovanın içine konmuş olarak silahın haznesine yerleştirilmiştir. Merminin hemen arkasında ise bir kapsülün içinde barut bulunmaktadır. Tetiğin çekilmesi sonucu iğne sert bir şekilde kapsüle çarpar ve barut tutuşturulur. Barutun patlaması ile birlikte aşırı oranda enerji ortaya çıkar ve kovanı sıkıştırır. Bu sıkışma sonucu mermi yerinden hızlıca fırlar ve hedefe doğru yol alır.
Üniversitede çalışan bir profesör, okuluna giderken, bir köşe başında, silahla vurulmuş ve kanlar içinde yatan bir cenaze ile karşılaşıyor. Ölümüne sebep olan silah ise cenazenin iki metre ilerisinde bulunmaktadır. Hemen polise haber verir. Gelen polisler hocaya olayın nasıl geliştiğini soruyorlar. Profesör ise silahın nasıl patladığını gösteren, yukarıdaki bilimsel açıklamayı yapar.
Şimdi soruyoruz: Acaba profesörün bu ifadesi polisler tarafından nasıl karşılanacaktır? “Bizimle dalga mı geçiyorsun kardeşim.” deyip aklından şüphe etmezler mi? Hâlbuki anlattığı şeyler çok da doğru ve bilimsel açıklamalardı.
Az sonra, okuma yazması dahi olmayan bir inşaat işçisi olay mahalline gelir ve olaya şahit olduğunu söyler. “Uzun saçlı, kalın bıyıklı, kısa boylu ve esmer bir adam bu silahla ateş ederek, adamcağızı vurduktan sonra silahı buraya attı ve şuradan kaçtı gitti.” derse, acaba polis, kimin ifadesine itibar eder?
Acaba profesörün bilimsel açıklaması mı, yoksa inşaat işçisinin ifadesi mi akla ve mantığa daha yakındır?
Elbette ki, inşaat işçisinin ifadesi daha makul ve mantıklıdır. Çünkü yapılan bilimsel açıklama, olayı izahı etmek için tek başına yeterli değildir. Olayın kim tarafından yapıldığı önemlidir.
Diğer yandan patlama olayının bilimsel izahının olması, silahın kendi kendine ve tesadüfen patladığı anlamına gelmemektedir. Tetiği çeken, mekanizmayı harekete geçiren birisi olmalıdır.
Profesörün ifadesine itibar edilirse, suçlu hiçbir zaman bulunamaz. Ayrıca hem ölen kişinin hem de akrabalarının bütün hukukları zayi olur.
İşte deprem de büyük bir silahın patlaması gibidir. Burada olayın bilimsel izahının olması, depremi yaratan Yaratıcıyı görmezden gelmeye sebep olamayacağı gibi, depremi anlamak için de yeterli bir izah değildir. Depremi Yaratanı görmeyip, sadece bilimsel izahı ile yetinmek profesörün anlamsız açıklamasından öteye geçmez.
3)Depremlerdeki tahribat ve yıkıma baktığımızda, olayın tesadüfen ve gelişi güzel olduğu anlaşılıyor. Ne dersiniz?
Cevap: Görünüşte gelişigüzel bir manzara ortaya çıkıyor olabilir. Ancak o karışıklık içinde titiz bir düzen ve ince bir hesap vardır.
Mesela, çiftçi, elindeki tohumları gelişigüzel bir şekilde toprağa atar ve tohumlar toprağın altında başıboşmuş gibi çürümeye, bozulmaya başlarlar. Sahipsiz ve gelişigüzel bir olay gibi görünür. Ancak ilkbahar mevsiminde ince bir hesap, büyük bir dikkatin eseri olan sümbüller ortaya çıkar ve bize görünürdeki karışıklığın içinde nasıl sonsuz bir ilmin ve kudretin olduğunu ispat eder.
Veya bir doktor, ameliyat masasına yatırdığı hastanın karnını yarar. İçindeki organları çıkarır. Onların bazılarını keser, bazılarını diker, bazılarını da çöpe atar. Görünürde tahribat yapmış ve her şey karışmış gibi... Ama doktorun ilmi olduğu için her şey onun kontrolü altında cereyan ediyor ve en ince ayrıntıya kadar dikkat ediliyor. Nitekim karışık ve tahribat gibi görünen ameliyatın içinden ince hesaplara dayalı olarak sağlık ve sıhhat çıkıyor.
Kâinatın Yaratıcısının sonsuz ilmi olduğu için, her şey onun ilmi dâhilinde hareket etmektedir. Yağan yağmur ve kar taneleri bunun en açık örneğidir. Sonsuz sayıda yağmur ve kar tanesi yağar. Şiddetli fırtınalara rağmen bir kar veya yağmur tanesi diğeriyle birleşmez ve tane tane yağarlar. Demek ki, bir yağmur tanesi bile onun ilminin dışında hareket etmiyor. Nasıl oluyor da varlığın en şereflisi olarak yaratılan insanın evi olan dünyadaki hareketler ve depremler Allah’ın ilminin ve haberinin dışında olsun ve onları kontrol etmesin. Yaratan, yarattığı varlığı idare edemez olur mu, ondan habersiz kalır mı?
4) Yüzlerce insanın canını ve malını kaybettiği depremlerin ve afetlerin arkasında ne gibi bir hikmet olabilir?
Cevap: Olaylara bir bütün değil de, parça parça baktığımız, başını sonunu görmediğimiz için yargılarımız da yanlış oluyor. Bin kareden oluşan bir film düşünelim; sadece bir karesine bakarak film hakkında bir hükme varmak ne kadar doğru olabilir.
Hazreti Yusuf (as)’ın hayat filmini çoğumuz biliyoruz. Bir karesinde kardeşleri tarafından ihanete uğramış ve kuyuya atılmış. Başka bir karede köle olarak satılmış. Bir diğer karede ise Zeliha’nın iftirasına uğrayarak yedi seneliğine zindana konmuş. Sadece bu karelere bakarak bir hüküm versek, yanlış yaparız. Ama sonundaki karelerde onun Mısır’a sultan olduğunu, Zeliha ile evlendiğini, kardeşlerinin kendisine muhtaç olarak gelip özür dilediğini, babasına kavuştuğunu görmekteyiz.
Ancak bütün bu kareleri yan yana koyup baktığımızda, filmdeki güzellik ve fayda ortaya çıkar.
Tıpkı bunun gibi, deprem olayına da bir bütün olarak bakmak lazımdır. Dünya hayatı filmin bazı karelerinin göründüğü yerdir. Diğer kareler, özellikle sonuç karelerinin olduğu yer ise ahiret hayatıdır.
Ahiretten koparılmış bir dünya hayatını anlamlandırmak çok zordur. Hastalıklar, musibetler, kazalar, zulümler, elemler, kederler vs. bütün bunları sadece dünya hayatıyla izah edemeyiz.
Zalim ile mazlum birlikte ölüp gidiyorlar. Eğer ahirette bir hesaplaşma olmayacaksa, buradaki adaletsizliği nasıl izah edeceğiz?
Demek ki, herkesin hayat filmi burada bitmiyor, ahiret ile tamamlanacak ve anlam kazanacaktır. Gaflet içinde geçen bir hayatın ibresi cehennemi gösterirken, yaşanan bir deprem, hastalık veya başka bir felaketle kendini toparlayıp cennete yönelen bir adamın kazancı elbette ki kaybından daha fazladır.
5) Mademki depremleri ve afetleri Allah (c.c.) yaratıyor. Peki, onun sonsuz şefkati ve merhameti böyle dehşetli bir hadiseye nasıl müsaade ediyor?
Cevap: Bu sorunuzu yukarıda verdiğimiz ameliyat örneğini biraz daha açarak cevaplayalım. Bir anne düşünün. Elinde avucunda ne kadar parası varsa hepsini alıyor ve iki yaşındaki hasta yavrusu ile birlikte hastaneye gidiyor. Para ile birlikte çocuğu beyaz önlüklü adamlara teslim ediyor. Beyaz önlüklü adamlar çocuğu bir masaya yatırıyorlar. Ellerini ve ayaklarını bağladıktan ve onu bayılttıktan sonra, ellerine aldıkları bıçaklarla birer kasap gibi masum çocuğa saldırıp karnını yarıyorlar.
Ciğerlerini çıkarıp onunla adeta oynuyorlar. Uzun süren bu muameleden sonra tekrar ciğerlerini yerine koyup karnını dikiyorlar. Ardından getirip annesine teslim ediyorlar. Beyaz önlüklü adamlara para vermesi yetmiyormuş gibi, tekrar tekrar teşekkür ederek ayrılan bir annenin bu hali zahiren şefkatle bağdaşabilir mi? Bu olsa olsa bir cinayettir, caniliktir demez miyiz?
Neden? Çünkü olaya tam vakıf değiliz ve kesip biçmenin bütün karelerini; öncesini ve sonuçlarını göremedik.
Hâlbuki çocuk kanser hastası idi. Ameliyat olmazsa -muhtemelen- birkaç ay sonra ölecekti. Beyaz önlüklü adamlar kasap değil, operatör ve uzman doktorlardı. Yaptıkları iş, adam doğrama değil, ameliyattı. Bu ameliyatla çocuk sağlığına kavuşmuş oldu ve ölümden kurtuldu. Annenin yaptığı canilik değil, meğer tam da bir anneye yakışan yüksek bir şefkat örneği imiş.
Depremler ve musibetler de böyledir. İşlediğimiz günahlar, yaptığımız yanlışlar, maruz kaldığımız haramlar, şükürsüzlükler, bizde adeta manevi hastalıklar oluşturuyor. Bu halimizle ölsek, dehşetli olan cehenneme gideceğiz. Ama sonsuz şefkat sahibi olan Allah’ın merhameti buna müsaade etmiyor; depremler veya başka musibetlerle bizleri adeta ameliyat ediyor ve günahlardan temizleyerek cennetine gönderiyor. Ameliyatlar ise; ağrısız sızısız olmuyor.
6) Depremlerde bir yandan insanlar ölüp, telef olurken, diğer taraftan da evleri, iş yerleri ve servetleri de zarar görüyor. Bunun sebepleri ve hikmetleri ne olabilir?
Cevap: Depremde ölenler, peygamberlikten sonraki makam olan şehitlik makamına liyakat kesbediyorlar. Giden malları ise, sadaka hükmüne geçiyor. Bu az bir mükâfat değildir. Böyle bir sonuç için, her şey feda edilir ve her musibete sabırla yaklaşılabilir.
Depremde ölen insanlar hiç ölmeyecek ve ebedi dünyada kalacak değillerdir. Eninde sonunda, bir şekilde öleceklerdi. Hiç ölmeyecek insanlar olsalardı itirazın bir anlamı olabilirdi.
Mademki öleceğiz, öyleyse şehit olarak ölmeyi kim istemez. Sağ iken iki kuruşunu vermekten sakınan bazı insanların, bütün mallarının sadaka olması ve büyük sevaplar kazandırması gibi büyük mükâfatlar nasıl küçümsenebilir.
Evi, arabası ve serveti ile gururlanan, âdeta dünyayı ebedi gibi görerek gaflete dalan bir insan için, depremler bir uyarı görevi yapıyor ve her şeyin fani olduğunu, ebedi olan ahirete yönelmesi gerektiğini haber veriyor.
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.