Allah dileseydi, elbette sizi baştan beri bir din üzere tek bir ümmet yapardı
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Mâide Suresi 48. ayetinde meâlen şöyle buyuruyor:
48 . (Habîbim, yâ Muhammed!) Sana da Kitâb’ı (Kur’ân’ı), kendinden önceki kitab(lar)ı tasdîk edici ve on(lar)a bir şâhid olarak hak ile indirdik; öyleyse onların (ehl-i kitâbın) arasında Allah’ın indirdiğiyle hüküm ver ve sana gelmiş olan haktan (dönerek) onların arzularına uyma! (Ey insanlar!) Sizden her biri(niz) için (her peygamberin devrine âid) bir şeriat ve bir yol kıldık.(1) Hâlbuki Allah dileseydi, elbette sizi (baştan beri bir din üzere) tek bir ümmet yapardı; fakat size verdiği şeylerle (muhtelif zamanlarda, muhtelif şeriatlarla) sizi imtihan etmek için (böyle yaptı); öyleyse hayırlı işlerde yarışın! Hep berâber dönüşünüz ancak Allah’adır; artık hakkında ihtilâfa düşmekte olduğunuz şeyleri size (O) bildirecektir.
1- “Enbiyâ-yı sâlife (geçmiş peygamberler) zamânında, tabakāt-ı beşeriye (insanlık tabakaları) birbirinden çok uzak ve seciyeleri (ahlâkları) hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca ibtidâî (fikirleri basit) ve bedeviyete (göçebeliğe) yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların hâline muvâfık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt‘ada bir asırda, ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş. Sonra âhir zaman peygamberinin gelmesiyle, insanlar güyâ ibtidâî (ilkokul) derecesinden, idâdiye (lise) derecesine terakkî ettiğinden (yükseldiğinden), çok inkılâbât ve ihtilâtât (değişiklikler ve karışıklıklar) ile akvâm-ı beşeriye (insan kâvimleri) bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.” (Sözler, 27. Söz, 158)