'Allah fakir, biz zenginiz' diyenlerin sözünü Allah işitmiştir
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Sûresi 181-186. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
181-And olsun ki, “Şüphesiz Allah fakirdir, biz ise zengin kimseleriz!”(1) diyenlerin sözünü Allah işitmiştir. Dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve (biz de o gün onlara): “Yakıcı azâbı tadın (bakalım)!” diyeceğiz.
182-Bu (azab), ellerinizin işlediği (günahlar) yüzündendir; yoksa muhakkak ki Allah, kullar(ın)a zulümkâr değildir.
183-Onlar ki: “Şüphesiz Allah, (gökten inen) ateşin kendisini yiyeceği (onu yakacağı) bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere îmân etmememizi bize emretti” dediler. De ki: “Size, gerçekten benden önce apaçık mu‘cizelerle ve dediğiniz (mu‘cize) ile (de) peygamberler gelmişti. O hâlde (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, onları niçin öldürdünüz?”
184-(Habîbim, yâ Muhammed!) Artık seni yalanladılarsa (üzülme ve bil ki), şüphesiz senden önce apaçık mu‘cizeler, sayfalar ve nûrlandırıcı kitab getiren peygamberler de yalanlanmıştı.
185-Her nefis ölümü tadıcıdır!(2) Amellerinizin karşılığı ise, ancak kıyâmet günü size tam olarak verilecektir. Artık kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete sokulursa, işte (o kişi) gerçekten kurtulmuş (murâdına ermiş)tir. Hâlbuki dünya hayâtı, aldatıcı menfaatten başka bir şey değildir.(3)
186-Celâlim hakkı için, mallarınız ve canlarınız husûsunda imtihan olunacaksınız ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden (yahudi ve hristiyanlardan) ve şirk koşanlardan şüphesiz birçok ezalar (incitici sözler) işiteceksiniz! Buna rağmen sabreder ve (günahlardan) sakınırsanız, artık şüphesiz ki bu, azmedilecek (kararlı sabra lâyık) işlerdendir.
---
(1)“Kimdir şu kimse ki, Allah’a güzel bir borç versin!” meâlindeki Bakara Sûresinin 245. âyeti nâzil olunca yahudiler: “Allah fakirdir, biz ise zenginiz” demişlerdi. (Nesefî, c. 1, 295)
(2)“İhlâsı kazanmanın ve muhâfaza etmenin en müessir (te’sirli) sebeblerinden birisi, râbıta-i mevttir. Evet ihlâsı zedeleyen ve riyâya (gösterişe) ve dünyaya sevk eden tûl-i emel (uzun süreli arzular) olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. Yani ölümünü düşünüp, dünyanın fânî olduğunu mülâhaza edip (anlayıp), nefsin desîselerinden (hîlelerinden) kurtulmaktır. Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakīkat, Kur’ân-ı Hakîm’in كُلِّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ [Her nefis ölümü tadıcıdır] *اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ [Şübhesiz sen de ölecek olan bir kimsesin, onlar da ölecek olan kimselerdir!] (meâlindeki) gibi âyetlerinden aldığı ders ile, râbıta-i mevti sülûklarında (mesleklerinde) esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei (kaynağı) olan tevehhüm-i ebediyeti (ebedî yaşama zannını) o râbıta ile izâle etmişler (gidermişler). (...) Bu râbıtanın fevâidi (faydaları) pek çoktur. Hadîste:فاَكْثِرُوا ذِكْرَ هاَدِمِ اللَّذَّاتِ Yani: ‘Lezzetleri tahrîb edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!’ diye bu râbıtayı ders veriyor.” (Lem‘alar, 21. Lem‘a, 170)
(3)“Dünyanın üç yüzü var. Birinci yüzü: Cenâb-ı Hakk’ın esmâsına (isimlerine) bakar. Onların nukūşunu (nakışlarını) gösterir. Ma‘nâ-yı harfiyle (yaratanına bakan yönü ile), onlara (o isimlere) âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektûbât-ı Samedâniyedir. Dünyanın bu yüzü gāyet güzeldir. Nefrete değil, aşka lâyıktır. İkinci yüzü: Âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir (çiçekliğidir). Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkīre (hakārete) değil, muhabbete lâyıktır. Üçüncü yüzü: İnsanın hevesâtına (heveslerine) bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel‘abe-i hevesâtı (heveslerinin oyun yeri) olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünki fânîdir, zâildir (geçicidir), elemlidir, aldatır.” (Sözler, 32. Söz, 290)