Allah, haddi aşanları sevmez

Allah, haddi aşanları sevmez

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Bakara Suresi 189-195. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

189 . (Ey Resûlüm!) Sana hilâllerden de soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.” (*) İyilik, (bâtıl bir âdetinize binâen) evlere arkalarından girmeniz değildir; fakat iyilik, (günahlardan) sakınan kimse(nin iyiliği)dir. Artık evlere kapılarından girin ve Allah’dan sakının, tâ ki kurtuluşa eresiniz. (**)

190 . Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (***) fakat haddi aşmayın! (Ma‘sum olanları öldürmeyin, işkence yapmayın)! Şübhesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.

191 . Ama onları yakaladığınız yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den, siz de) onları çıkarın! Çünki fitne (onların sizi küfre zorlamaları), öldürmekten daha kötüdür. Hem (onlar) orada sizinle savaşmadıkça, (siz de) onlarla Mescid-i Harâm yanında savaşmayın! Fakat sizinle savaşırlarsa, o takdirde onları öldürün! Kâfirlerin cezâsı işte böyledir.

192 . Sonunda (küfürden) vazgeçerlerse, artık muhakkak ki Allah, Gafûr (çok bağışlayıcı)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.

193 . O hâlde bir fitne kalmayıncaya ve din sâdece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Fakat (küfürden) vazgeçerlerse, o takdirde zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur.

194 . Haram ay haram aya bedeldir ve hürmetler karşılıklıdır. Öyle ise (o ayda) size kim saldırırsa, artık (siz de) ona, size saldırdığının misliyle saldırın; fakat Allah’dan sakının ve bilin ki, şübhesiz Allah, takvâ sâhibleriyle berâberdir.

195 . Hem Allah yolunda sarf edin, (kendinizi) ellerinizle tehlikeye atmayın ve iyilik edin! Şübhe yok ki Allah, iyilik edenleri sever. (****)

1- “Mâdem rızık mukadderdir (yazılıdır) ve ihsân ediliyor ve veren de Cenâb-ı Hakk’tır; O hem Rahîm (çok merhamet edici), hem Kerîmdir (çok ikrâm edendir). O’nun rahmetini ittihâm etmek (suçlamak) derecesinde ve keremini istihfâf eder (hafife alır) bir sûrette, gayr-ı meşrû‘ bir tarzda yüz suyu dökmekle; vicdânını, belki bazı mukaddesâtını (dînî değerlerini) rüşvet verip menhus (uğursuz) ve bereketsiz bir mâl-ı harâmı kabûl eden düşünsün ki, ne kadar muzâaf (kat kat) bir dîvâneliktir.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 268)

(*) “Kubbe-i semâda (gök kubbede) kameri (ay’ı), zamânın saat-ı kübrâsına (büyük saatine) bir akreb yapmak; mütefâvit (farklı) çok hilâller sûretinde her geceye güyâ ayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine toplamak, menzillerinde kemâl-i mîzanla (tam bir ölçüyle), dakîk hesabla hareket ettirmek ve kubbe-i semâda parlayan, tebessüm eden yıldızlarla, göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihâyetsiz bir saltanat-ı rubûbiyetin şeâiridir (herşeyin Rabbi oluşunun alâmetleridir).” (Sözler, 32. Söz, 271)

(**) Bir kısım sahâbeler, câhiliye devrinden kalan bir âdet ile, ihramlıyken evlerine kapılarından girmez, bunun yerine evlerinin arkasından veya tavandan bir delik açarak içeri girerlerdi. Âyet, onların bu âdetlerini reddetmek üzere nâzil olmuştur. (Kurtubî, c. 1/2, 344)

(***) “Hâricî tecâvüze (dışarıdan gelen saldırıya) karşı kuvvetle mukābele edilir. Çünkidüşmanın malı, çoluk çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde (içeride) ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde ma‘nevî tahrîbâta karşı ma‘nevî, ihlâs sırrı ile hareket etmektir. Hâricdeki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır.” (Emirdağ Lâhikası-II, 327)

(****) Ebû Eyyûbe’l-Ensârî radıyallâhü anh şöyle demiştir: “Bu âyet, Ensâr cemâati hakkında nâzil oldu. Âyet nâzil olmadan önce biz: ‘Allah’ın dîni kuvvetlendi, yardımcıları çoğaldı. Bizim mâlî ve bedenî yardımımıza ihtiyaç kalmadı. Bu hâlde muhârebe ve cihâdı terk ve te’hîr ederek, mallarımızın başına dönsek ve onların ıslâhı ile meşgûl olsak!’ diye düşünmeye başlamıştık. Bu fikirlerimiz henüz tartışılmaya başlanmıştı ki, bu âyet-i celîle nâzil oldu.” (İbn-i Kesîr, c. 1, 172)

Burada zikredilen “tehlike”den maksad, Allah yolunda cihaddan ve bu yolda harcama yapmaktan kaçınmaktır. (Celâleyn Şerhi, c. 1, 232)