Allah katında makbûl olan tevbe, ancak o kimselerin tevbesidir ki
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Nisâ Sûresi 15-18. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
15-Ve kadınlarınızdan zinâ edenler yok mu, onlara karşı artık içinizden dört şâhid getirin! Böylece şâhidlik ederlerse, o hâlde onlara (o kadınlara) ölüm gelinceye veya Allah kendilerine bir yol kılıncaya kadar onları evlerde alıkoyun!(1)
16-İçinizden onu (zinâyı) işleyenlere gelince, ikisini de (azarlayarak) rencide edin! Fakat tevbe edip (hâllerini) ıslâh ederlerse, artık onları bırakın!(2) Şübhesiz ki Allah, Tevvâb (tevbeleri çok kabûl eden)dir, Rahîm (çok merhamet eden)dir.
17-Allah katında (makbûl olan) tevbe, ancak o kimselerin (tevbesi)dir ki, bilmeyerek günah işlerler, sonra da çok geçmeden tevbe ederler.(3) İşte onlar var ya, Allah, onların tevbelerini kabûl eder. Çünki Allah, Alîm (hakkıyla bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.
18-Yoksa (makbûl bir) tevbe, o günahları işleyip de, nihâyet onlardan birine ölüm gelince: “Şübhesiz ben şimdi tevbe ettim!” diyenler için değildir; kendileri kâfir kimseler olarak ölenler için de (değildir)! İşte onlar yok mu, kendileri için (pek) elemli bir azab hazırladık!
---
(1)İslâmiyet’in ilk yıllarında, zinâ yapanlar evlerinde hapsedilerek, onların halkla iç içe olmalarına engel olunurdu. Daha sonra Peygamber Efendimiz (asm), bu çirkin fiili işleyenler hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Eğer nikâhlı olanlar zinâ ederlerse, onları recmedin (taşlayın)! Eğer bekâr iseler, yüz değnek vurun ve bir sene müddetle sürgüne gönderin!” (İbn-i Kesîr, c. 1, 366)
(2)Bu âyetin hükmü, Nûr Sûresi’nin ikinci âyetiyle kaldırılmıştır. (Kurtubî, c. 3/5, 86)
(3)“Ey insan! Senin elinde gāyet zaîf, fakat seyyiâtta (kötülükte) ve tahrîbâtta (bozmakta) eli gāyet uzun ve hasenâtta (iyilikte) eli gāyet kısa, cüz’-i ihtiyârî nâmında bir irâden var. O irâdenin bir eline duâyı ver ki, silsile-i hasenâtın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saâdet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline de istiğfârı (tevbeyi) ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel‘ûnenin (lâ‘netlenmiş ağacın) bir meyvesi olan zakkūm-ı Cehenneme yetişmesin.
Demek duâ ve tevekkül, meyelân-ı hayra (hayır meyline) büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfâr ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri (şer meylini) keser, tecâvüzâtını kırar.” (Tılsımlar, 26. Söz, 85)