Allah size hayat veriyor, sonra vefât ettirecek, sonra da kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır

Allah size hayat veriyor, sonra vefât ettirecek, sonra da kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Casiye Suresi 23-26. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

23 . İşte (nefsinin) arzusunu kendisine ilâh edinen ve Allah’ın (ezelî olan) bir ilim üzere (küfürlerindeki inadları yüzünden) dalâlete attığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üzerine de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Peki onu, Allah’dan sonra kim hidâyete erdirebilir? Hiç ibret almıyor musunuz?

24 . Hâlbuki (onlar): “O (hayat), ancak bizim bu dünya hayâtımızdır; (burada) ölürüz ve (burada) yaşarız; hem bizi ancak zaman helâk eder!” dediler. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Doğrusu onlar ancak zanda bulunuyorlar. (*)

25 . Ve kendilerine âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman: “Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, atalarımızı (geri) getirin!” demekten başka bir delilleri olmamıştır.

26 . De ki: “Allah size hayat veriyor, sonra sizi vefât ettirecek, sonra da sizi kendisinde hiç şübhe olmayan kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır; fakat insanların çoğu bilmiyorlar.”

(*) “Ebedî, sermedî (dâimî), misilsiz bir cemâl (güzellik), elbette âyinedâr müştâkının (ayna gibi onun isimlerini görecek ve kendinde gösterecek hayranlarının) ebediyetini ve bekāsını ister. Hem kusursuz, ebedî bir kemâl-i san‘at (san‘attaki mükemmellik), mütefekkir dellâlının (onu düşünerek i‘lân edenin) devâmını taleb eder. Hem nihâyetsiz bir rahmet ve ihsan (merhamet ve ikrâm edicilik), muhtaç müteşekkirlerinin (minnetdârlarının) devâm-ı tena“umlarını (devamlı ni‘metlendirilmelerini) iktizâ eder (gerektirir). İşte o âyinedâr müştak, o dellâl mütefekkir, o muhtaç müteşekkir; en başta rûh-ı insânîdir (insan rûhudur). Öyle ise, ebedü’l-âbâd (sonsuzluk) yolunda; o cemâl, o kemâl, o rahmete refâkat (eşlik) edecek, bâkî kalacaktır. (...) Değil rûh-ı beşer, hattâ en basit tabakāt-ı mevcûdât (varlık tabakaları) dahi, fenâ (yok olmak) için yaratılmamışlar; bir nevi‘ bekāya mazhardırlar. Hattâ ruhsuz, ehemmiyetsiz bir çiçek dahi, vücûd-ı zâhirîden gitse (görünen vücûdu yok olsa), bin vecihle (cihetle) bir nevi‘ bekāya mazhardır (v arlığı devâm eder). (...) Rûh-ı beşer, ne derece kat‘iyetle bekāya mazhar ve ebediyetle merbut (bağlı) ve sermediyetle (sonsuzlukla) alâkadar olduğunu anlamazsan, nasıl ‘Zîşuûr (şuûr sâhibi)bir insanım’ diyebilirsin?” (Sözler, 29. Söz, 191)