Allah size yardım ederse, artık size gâlib gelecek kimse yoktur!
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Suresi 159-160. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
159 . İşte Allah’dan bir rahmet iledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Hâlbuki kaba, katı kalbli olsaydın, elbette (onlar) etrâfından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için mağfiret dile ve (hakkında vahiy gelmeyen bir) iş husûsunda onlarla istişâre et!(1) Fakat (bir görüşte) karar kıldığında, artık (işe giriş ve) Allah’a tevekkül et! Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri sever.(2)
160 . Eğer Allah size yardım ederse, artık size gālib gelecek kimse yoktur! Hâlbuki sizi yardımsız bırakırsa, o takdirde O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Öyle ise mü’minler artık ancak Allah’a tevekkül etsinler!
1- “Haklı şûrâ (fikir alış-verişi) ihlâs ve tesânüdü netîce verdiğinden, üç elif yüz onbir olduğu gibi, ihlâs (samîmiyet) ve tesânüd-i hakîkî (hakîkî dayanışma) ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adam hakîkî ihlâs ve tesânüd ve meşveretin (fikir alış-verişinin) sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukūât-ı târihiye (târihî hâdiseler) bize haber veriyor. Mâdem beşerin ihtiyâcâtı (insanların ihtiyaçları) hadsiz ve düşmanları nihâyetsiz ve kuvveti ve sermâyesi pek cüz’î, husûsan dinsizlikle canavarlaşmış, tahrîbâtçı (bozguncu), muzır (zararlı) insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve o nihâyetsiz hâcetlere (ihtiyaçlara) karşı, îmandan gelen nokta-i istinad (dayanma noktası) ve o nokta-i istimdad (yardım noktası) ile berâber hayât-ı şahsiye-i insâniyesi dayandığı gibi hayât-ı ictimâiyesi de yine îmânın hakāikından gelen şûrâ-yı şer‘î (şeriata uygun şûrâ) ile yaşayabilir. O düşmanları durdurur, o hâcetlerin te’mînine yol açar.” (Mektûbât, Hutbe-i Şâmiye, 423-424)
2- “Tevekkül (işlerinde Allah’a güvenmek), esbâbı (sebebleri) bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbâbı, dest-i kudretin (Allah’ın kudretinin) perdesi bilip riâyet ederek esbâba teşebbüs (sebeblere mürâcaat) ise, bir nevi‘ duâ-yı fiilî telakkî (kabûl) ederek, müsebbebâtı (netîceleri) yalnız Cenâb-ı Hakk’tan istemek ve netîceleri O’ndan bilmek ve O’na minnetdâr olmaktan ibârettir.” (Sözler, 23. Söz, 104)