Allah’ı Nasıl Buldum?
Hıristiyan Alman arkadaşın o sorusuyla başladı
Risale Haber-Haber Merkezi
Yazarımız Hasan Tanrıverdi’nin “Allah’ı Nasıl Buldum“ adlı kitabı Kariyer Yayınları tarafından yayınlandı. Tanrıverdi’yi bu kitabı yazmaya iten sebep bir Alman arkadaşının sorusu olmuş.
Tanrıverdi o anları şöyle anlattı:
“Yurt dışında kaldığım yıllarda aynı okulda, hatta aynı sınıfta birlikte çalıştığım Alfred isimli bir Alman öğretmen arkadaşım vardı. Eşi Sorina da bir başka anaokulunda öğretmen olarak görev yapıyordu. Uzun yıllar arkadaşlığımız oldu. Görev süremin bitiminde Türkiye’ye geri döndükten sonra, Türkiye’de misafirim oldular. On beş gün kadar yurdumuzun tarihi ve turistik yerlerini beraberce gezdik. Konya ve Mevlâna’dan bir hayli etkilendiler. Alfred’in oldukça sağlam bir hafızası vardı. Yolculuğumuz süresince ezanı ve birçok namaz suresini ezberledi. Yıllar sonra Almanya’ya ziyaretlerine gittim. Bir gece evlerinde misafirleri oldum. Bana olağanüstü ilgi gösterdiler. Sabah kahvaltıda Alfred alışık olmadığım, hatta bizim kültürümüze ters hayli ilginç bir soru sordu?
-Allah’ı(c.c.) nerede buldun?
Beklemediğim bu soru karşısında şaşırdım. Mahiyetini tam anlayamadığım için, aynı soruyu ben de ona sordum.
-Önce sen söyle bakalım Alfred, sen Allah’ı nerede buldun?
-Ben Allah’ı (c.c.) kilisede buldum, dedi.
Ben de:
-Ben Allah’ı (c.c.) camide bulmadım, dedim.
Alfred:
-Camide bulmadınsa, nerede buldun? diye sordu.
-Ben, Allah’ı (c.c.) tefekkür ederek, düşünerek, maddenin yapısında, atomda; yeryüzünde, baharda, çiçeklerde, hayvanlarda, denizlerde, nehirlerde, uzayda, güneşte, ayda, yıldızlarda ve insanlarda buldum, dedim.
Biz buna “kâinat kitabını okumak” diyoruz. Kâinat kitabını metodu da eşyaya “mana-i ismi” ile değil, “mana-i harfi” ile bakmaktır. Örneğin bir ağaca, ağaç nazarıyla bakış, yüzeysel bir bakıştır. Bu bakış “mana-i ismi” ile bakmaktır. İşte karşımızda bir ağaç var. Her sene kış mevsiminde yaprakları dökülür, ilkbaharda yeniden yaprak ve çiçek açar, şenlenir meyve verir. Böyle baktığımızda ağacı, ağaç olarak “mana-i ismi” ile görmüş oluruz.
Oysaki bir ağaca bakarken aslında o ağaçta Yaradan’ı görebilmek, onun varlığını tefekkür edebilmek, ağacın yaratılışındaki muhteşem ilahî sanatın farkına varabilmek ve her zerresinde Allah’ı sanatıyla ve isimlerinin cilvelerinin yansımalarını okuyarak görebilmektir. Daha doğrusu ağaca, ustası hesabına bakmak, “mana-i harfi” ile bakmaktır. Yani büyük bir kudret, ilim ve irade sahibi bir zat tarafından yaratıldığını anlayabilmektir.
Aynen bu örnekte olduğu gibi insan da bir ilahî sanat eserdir, bütün varlıklara baktığımız gibi, insana ve hadiselere de Allah hesabına bakmamız gerekir. Dolayısıyla bu bakışımız da “mana-i harfi” ile bakış açısı olur ki, eserden müessire geçişi ifade etmektedir. Kısacası, yaratılanda, Yaradan’ı bulmaktır.
Bu cevabım üzerine Alfred: Çok enteresan bir cevap oldu. Demek ki sen, Allah’ı camide değil, O’nun yarattığı bütün varlıklarda buldun.
-Evet, aynen öyle! Ancak önemli bir hususun altını çizmeliyim ki, Allah’ı bilmekle, tanımak aynı şey değildir. Allah’ı ismiyle herkes biliyor. Zaten insanların fıtratında inanmaya ihtiyaçları var.
“Bir Allah var, O beni ve her şeyi yarattı” demek kâfi değil. Allah’ı tanımak ise, sadece O’nun varlığını bilmenin yanında, aynı zamanda her şeyin yaratıcısı, can vereni, büyüteni, terbiye ve idare edeni olma özellikleriyle de bilmektir.
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) gelen “Oku” emri, esmayı, Allah’ın isimlerini talimle başlar, mahlûkatın mahiyetine iner. Aslında bu ilk ayet, sadece Kur’an-ı okumamızı değil, onun yanında kâinat kitabını da okumamızı emrediyor. Kâinatın yaratılmasında “Esma’ül Hüsna ve tecellilerini” devre dışı bırakmak bizi şirke götürür. Esas olan Allah’ı, “Esma’ül Hüsna” diye adlandırdığımız O’nun güzel isimlerinin tecellileriyle tanımaktır. Böylece sanattan sanatkâra ulaşmak, eserden, eseri yaratanı bulmaktır.
Kâinat, ilahî sanatın sergilendiği, O’nun rahmet eserlerinin tanıtıldığı, haşmetinin sunulduğu bir yerdir. Bu sergiyi seyreden akıl ve şuur sahipleri anlar ki, yaratılmışlarda ve onların icatlarında meydana gelen değişimler, tesadüf ve başıbozukluk değil, ilahî tasarrufun hikmetli bir icrasıdır.
Mevcudat ve mahlûkata Allah adına bakmak gerekir. Bu düşünceyle eğer kâinat Allah’ın yarattığı sanatlı bir kitap olarak okunursa bu okuma sonunda tevhidin cilveleri ortaya çıkar. Neticede her bir varlık, ilahî bir sanat eseri olma vasfını kazanır, eksiksiz ve kusursuz bir yaratıcının işlediği ilahî nakışlar olarak akıl ve şuur sahiplerine gülümser ve kendini gösterir.
Kâinat üzerindeki alışkanlık perdelerini kaldırmaya çalışarak, ilahî hikmet eserlerini görmeyi amaçladık. Arkadaşım ile bu muhabbetimiz uzun süre devam etti.
İşte “Allah’ı Nasıl Buldum” isimli bu kitapta yapmış olduğumuz sohbetin ayrıntıları yer almaktadır.
Son sözü Bediüzzaman Hazretlerine bırakalım isterseniz. ”Bu kâinattaki görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyor ki, bu mütemadiyen değişen ve tazelenen kâinat, bütün mevcudatıyla aynadarlık dilleriyle O güzelin cemâlini tavsif ve tarif eder.”
İşte elimizden geldiğince deryadan bir damla misali bu güzellikleri anlatmaya çalıştık.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.