Allah’ın, îmân edip sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği mükâfât budur!

Allah’ın, îmân edip sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği mükâfât budur!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Şûrâ Suresi 21-23. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

21 . Yoksa onların, dinden Allah’ın kendisine izin vermediği şeyleri, kendilerine meşrû‘ kılan ortakları mı var? Hâlbuki (haklarında âhirette hüküm verileceğine dâir önceden söylenmiş) ayırma sözü olmasaydı, aralarında elbette hüküm verilmiş (işleri çoktan bitirilmiş) olurdu. İşte şübhesiz o zâlimler yok mu, onlar için, (pek) elemli bir azab vardır.

22 . Kazandıkları (günahları)ndan dolayı (kıyâmet gününde) o zâlimleri çok korkan kimseler olarak görürsün; hâlbuki o (yaptıklarının vebâli), başlarına gelecek olan (birnetîce)dir. Îmân edip sâlih ameller işleyenler ise, Cennetlerin bahçelerindedirler. Onlar için Rableri katında, ne isterlerse vardır. İşte o (va‘d olundukları pek) büyük lütuf, budur!

23 . İşte Allah’ın, îmân edip sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği (mükâfât), budur! (Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: “(Ben) sizden buna (size olan teblîğ vazîfeme) karşı, akrabâlıkta (âl-i beytime) muhabbetten başka bir ecir istemiyorum!” (*) Kim bir iyilik yaparsa, kendisine onda bir iyilik artırırız. Şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Şekûr (iyiliklere çok mükâfât veren)dir.

(*) “اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰي [Akrabâlıkta (âl-i beytime) muhabbetten başka] (meâlindeki) âyetinin bir kavle göre ma‘nâsı: ‘Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazîfe-i risâletin icrâsına (peygamberlik vazîfesine) mukābil (karşılık) ücret istemez, yalnız âl-i beyte (kendi pâk neslinden gelen zâtlara) meveddeti yani muhabbeti ister.’ Eğer denilse; bu ma‘nâya göre karâbet-i nesliye (nesil i‘tibârıyla yakınlık) cihetinden gelen bir fâide gözetilmiş görünüyor? Hâlbuki: اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَاللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ [Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvâlı olanınızdır] sırrına binâen, karâbet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye (Allah’a yakınlık) noktasında vazîfe-i risâlet cereyân ediyor? El-cevab: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ (gizlilikleri gören) nazarıyla görmüş ki; âl-i beyti, Âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nûrâniye (nûrlu bir ağaç) hükmüne geçecek ve Âlem-i İslâm’ın bütün tabakātında kemâlât-ı insâniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazîfesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile âl-i beytten çıkacak. (...) Nasıl ki millet-i İbrâhîmiyede ekseriyet-i mutlaka ile nûrânî rehberler Hazret-i İbrâhîm (AS)’ın âlinden (âilesinden) ve neslinden olan enbiyâ (peygamberler) olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (ASM) vezâif-i azîme-i İslâmiyet’te (İslâmiyetin çok büyük vazîfelerinde) ve ekser turuk ve mesâlikinde (tarîkat ve yollarda) Enbiyâ-i Benî İsrâil (İsrâiloğulları peygamberleri) gibi, aktâb-ı âl-i beyt-i Muhammediyeyi (ASM) (Peygamberimizin neslinden gelen kutubları) görmüş. Onun için: قُلْ لَٓا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَ [De ki: ‘(Ben) sizden buna (size olan teblîğ vazîfeme)karşı, akrabâlıkta (âl-i beytime) muhabbetten başka bir ecir istemiyorum!’] demesiyle emrolunarak, âl-i beytine karşı ümmetin meveddetini (muhabbetini) istemiş.” (Lem‘alar, 4. Lem‘a, 17)