Allah’ın mescidlerini imâr etmeleri olacak şey değildir!

Allah’ın mescidlerini imâr etmeleri olacak şey değildir!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Tevbe Suresi 16-18. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

16 . Yoksa (siz), içinizden cihâd edenleri ve Allah’dan, Resûlünden ve mü’minlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan, kendi hâlinize bırakılacağınızı mı sandınız? (1) Hâlbuki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.

17 . Müşriklerin, kendi küfürlerine (bizzat) kendileri şâhidler iken, Allah’ın mescidlerini (husûsan Kâ‘be’yi) imâr etmeleri olacak şey değildir! İşte onların amelleri boşa gitmiştir. Ve ateşte onlar, ebedî olarak kalıcıdırlar. (2)

18 . Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı hakkıyla edâ eden, zekâtı veren ve Allah’dan başkasından korkmayan kimseler i‘mâr eder; işte hidayete erenlerden olmaları umulanlar da onlardır!

1- “Din bir imtihandır. Teklîf-i İlâhî (Allah’ın dinle mükellef kılması) bir tecrübedir (imtihandır). Tâ, ervâh-ı âliye (yüksek ruhlar) ile ervâh-ı sâfile (alçak ruhlar), müsâbaka (imtihan yarışı) meydanında birbirinden ayrılsın. Nasıl ki bir ma‘dene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de bu dâr-ı imtihanda (imtihan dünyasında) olan teklîfât-ı İlâhiye (dînin emirleri) bir ibtilâdır (imtihandır) ve bir müsâbakaya sevktir ki, isti‘dâd-ı beşer (insanın kābiliyeti) ma‘deninde olan cevâhir-i âliye (yüksek cevherler) ile mevâdd-ı süfliye (âdî maddeler), birbirinden tefrîk edilsin (ayrılsın).” (Zülfikār, 25. Söz, 90)

2- Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın amcası Abbâs bin Abdülmuttalib Bedir Harbinde esir düştüğü vakit, henüz İslâm’la şereflenmemiş olup sıla-i rahmi (akrabâ ziyâretini) terk ettiğinden, Müslümanlar onu ayıpladılar. Hz. Ali (ra) ise daha ağır sözler söyledi. Abbâs bin Abdülmuttalib cevâben: “Bizim fenâlıklarımızı söylüyor, iyi huylarımızdan bahsetmiyorsunuz. BizKâ‘be’yi ta‘mîr eder ve perdedarlığını yaparız. Hacılara su dağıtıp esirleri serbest bırakırız” demesi üzerine bu âyet nâzil oldu. (Celâleyn Şerhi, c. 3, 235)