Mustafa AKCA
Antikite ve sofistler, skolâstikler ve entelektüeler…
Modernizm Yazıları
Antikite ve sofistler, skolâstikler ve entelektüeler…
Modernizm devrimcilerin sırtında yükseldi. Kendini inanılır kılmaya çabalayan beniâdemin bu yaramaz çocuğu bir hülya uğrunda bizi uçurumun kenarına getirdi. Evlerimize arka bahçemizden giren bu davetsiz misafirin fikir namusumuza, genetiğimize, saadetimize tecavüz edeceğini bilemezdik! İnsanlık, nebilerin kurduğu bir sarayda kulluk vazifelerini sürdürürken pek mutluydu. Nuh Tufanı yeni bir tarih uzattı bizlere, yeni bir fırsat yani. Tarih bizlere boşluklarla dolu olan bir halitâ sunuyordu. Olemp Dağı'nda zevk ü safâya dalmış tanrılardan haber veren mitoloji ileride kendini tanrı ilan edecek bir nefs-i emmâreyi büyüttüğünü bilmiyordu. Eski Yunan'da Ksenophanes'in tevhîde olan çağrısı hoş fakat bakımsız bir sadâdan öteye gitmedi. "Bir tanrı vardır!" diye bağırıyordu; "Homeros'un ve Hesiodos'un tanrılarıyla mukayese edilmeyecek tek ve pek yüce bir tanrı vardır! O, bütün bir gözdür, bütün bir kulaktır, bütün bir zihindir. Her şeyi zahmetsizce çeviren O'dur" (1). Çağdaşlarının sözleri hafızalarda saklanıp ekseriyetle onlarla beraber mezara gittiği sıralarda, Fenike Kralı Agenor'un sevimli oğlu Kadmos Eski Yunan'a harfleri kullanmayı öğretti. Modernite'nin; Peygamberlerin çağrıları ve Yedi Bilge'nin anlattıklar, Antik Çağ Filozofları’nın çalışmaları, Teoloji'nin saltanatı, Rönesans ve Reform Hareketleri ve Modernizm'den oluşan uzun hikâyesinin dayandığı zamanlar, işte bu çağlardır dersek yeridir. Astronomi, Coğrafya ve müziğin; skiyoğrafi, meteoroloji ve astrolojinin; ahlâk, şiir, hitabet, mantık ve mekaniğin; haklı ve haksızın bilgisinin temellerinin atıldığı zamanlardır.
Keldânî Hikmeti'nden ve Mısır Kâhinleri'nden ders alan Aristoteles; Felsefe'yi Yunan ilkel dinlerinin etkisinden sıyırıp bir disiplin şekline soktu. Atalardan devralınan kanaatler çoğunlukla tarihin derinliklerinden kopup gelirler. Şeytanın Allah'ı (cc) Âdem-i Evvel (as) yüzünden tenkid edişine benzer bir durum tekerrür etmeye hazırlanmaktadır. Felsefe'nin birinci safhası diyebileceğimiz metafiziğin ilk üstadları, Allah'ı (cc) bir tenkid ve tecrübenin konusu olarak görmekteydiler. Hâlbuki bir karıncanın, bir hücrenin, bir bitkinin incelenmesi türünden bir yöntemle tanrı üzerine düşünsel bir çabaya girmek, felsefe yapmak Şark literatüründe küfür ile yâd edilirdi.
Tanrı Zeus'un devr-i saltanatından sonra nesebi bilinmeyen bir (me)deniyet, şiirler söyleyerek karşımıza dikildi. Hesoidos ve Homeros Mısır ve Mezapotomya'daki ritimlerden farklıydılar. Thales'i ilk filozof diye önümüze koyan Aristo'ya ne kadar güvenebilirdik? Spermlerini nebilerden alan tefekkürün etiğine ilk çomağı sokan O oldu. Parmenides, Heraklitos, Eflatun, Sokrates, Epikür ve Zenon… Vecde kapılmış bir nesil ne söyledikleri anlaşılamadan hayatımızdan kayıverdiler. Eşyanın yaratılış muammasını arayan bu adamlar hiç de razı olmayacakları bir dünyanın müsebbibi olacaklardı. Gerçi Sofistler, Eski Yunan'ın Yedi Bilge'si (2), işin bu raddeye varacağını kestiremezlerdi. Nesnel Bilgi'ye, şimdilerde bizim tapınırcasına teslim-i silah ettiğimiz datalara yabancıydılar. Tam yirmi üç asır onların masallarıyla geçen bir tarih. Alacakaranlıktan bizi uyandıran 18.asır Felsefe Devrimi olacaktır. Buna bir devrim değil, rüyadayken ikinci bir rüyaya dalmak demek daha doğru olacaktır. Onsekizinci asırla beraber doğacak olan bir tuğyan kromozomlarını onlardan aldı. Nihilistlerin dünyasını mahvettiği gibi dindarları da zulûmâta fırlattı.
Skolâstikler
Hristiyanlığın ortaya çıkmasından bir-iki asır sonra barbarların istilâlarıyla üretici bir yalnızlığa, manastıra kapanan bir irfan, asırlarca kuytu yerlerde pineklemekle vakit geçirecektir. Origenes, Aziz Augustinus, Anselm Von Cantenburry, Albertus Magnus, Aqinolu Thomas ve diğerleri soğuk iklimin insanlarına kurtuluşu ve cenneti vaâd edecekler; tefekkürü ve tevekkülü, diğergâmlığı, yardımseverliği, cömertlik ve şefkâti telkin etmeye çabalayacaklardır. Yüreği tedirgin bir antropoloji asırlarıdır yani. Manastır talebelerine Latince fiil çekimini öğretmek beyefendilerin canlarını sıkmaktadır. Ne de olsa onlar Semânın Çocukları'ydılar. "İnanmasaydık anlayamazdık" demekteydiler. Skolâstiğin dünyası bir çilehâne gibi ancak bir kaç cür'etkârın girmeye cesaret edebileceği bir âlemdi. Bu insanların tek dertleri inanç ve aklı bir ve beraber eyleyebilmekti. Thomas ciddi bir yenilikçiydi; çünkü nesnelerin mahiyetini sorguluyordu. O, klâsik anlamda bir ruhban olamadı. Eckhart âdemoğlunun çöplüğünü, yani enâniyetini sorgularken, yediyüz sene sonra çıkacak olan modern çağların da karakterini tahrik ettiğinden haberdâr değildi. Nicolaus Copernicus sonsuzluğu zihnimize yakınlaştırmak için az uğraşmadı; sonunda tanrı aklın dışındadır sonucuna varmakla meydanın artık Filozoflar'a kaldığını ilan etti. Antik Çağ’ın Sofistler’i şüpheci bir dünya kurgulamışlardı; Skolâstikler imanı inşâ ediyorlardı. Tahkîkî olmayan bir imandan şüphelerin ve günahların doğması mukadderdir. Tanrı'yı plüral bir varlık olarak gören mitolojik çağlardan, önce Tevhid'e sonra da Teslis'e geçiş. Basamağın son kısmında tanrıyı dışlamaya başlayan bir heyûlâ belirecek, Eflatun'un 'kaosu düzenleyen tanrı'sından çağlar sonra tanrıdan uzaklaşmanın cezâsı olarak bir keşmekeş/kaos ortaya çıkacaktır.
Sise ve pusa gömülmüş Avrupa için Ortaçağ bir çilehânedir. Birinden diğerine atlamanın hemen hemen imkânsız olduğu sınıfların çağıdır, Ortaçağ. Yoksul yoksul gibi, zengin zenginvârî, soylular aristokratik yaşamayı inançlarının ve konumlarının bir gereği olarak bilirler. Doğu, Avrupalı için zenginliğin, ihtişamın ve cesaretin ülkesidir. Barbarlar Avrupa’yı soyadursunlar, her tarafta salgın hastalıklar kol gezmekte, Derebeyler ve Kilise arasında halk sıkışmaktadır. Rahip ezilen halklar için hem bir hâkim, hem bir doktor, hem bir mühendis hem de sınırlardan içeri girip şehirleri yağmalayan barbarları etkileyebilen bir büyücüdür. Kilise yıkılan bir coğrafyaya payandalar atıp ayakta durabilmesini; Moğol istilâlarına karşı koyup yeni bir medeniyetin inşasının gerçekleştirilmesini mümkün kılan mekânın adıdır. Sınıf tezatlarını gizleyen, sınıflar arasında aracılık yapan, ideoloji ve strateji üreten; Galilei'ye kadar kâinatın tasvirini ve tahdîtini yapabilme hakkını saklı tutan kişidir rahip. Beşinci yüzyıldan tâ onbeşinci yüzyıla kadar olan devirde, Avrupa'nın her iktisâdi, ilmî, dinî, siyâsî… faaliyetinin altında onun imzası vardır.
Entelektüeller
Râhibin ve Feodâl Kral'ın saltanatının yıkılışı derin ve sessiz olacaktır. Seyehât etmeyi seven Avrupalıya, Avrupa’yı bir ağ misali sarmış olan nehirler armonisi kendi kıtasını tanıma imkânını uzatırken; kıtalararası seyahatler de diğer milletlerin kültürel, dinî, ekonomik ve sosyal hayatlarını inceleyebilme fırsatını sunmaktadır. Seyahât demek dogmatizm'in yıkıcısı demek olan muhalefetle, başka ses ve fikirlerle tanışmak demektir. Artık "Quid est Veritas"a (3) olan Avrupaî iştiyak seyahat yazarlarının satırlarında tekrar canlanmaktadır.
La Fontaine, Moliere, Racine, Bossuet, Fenelon, Boileau gibi Klâsik devrin büyük yazarları, Kilisevârî tarzlarıyla, yerinde durup sâkin bir hayat yaşamanın ve Kitâb-ı Mukaddes'in nâsslarına inanmanın hakikâte ulaştıran en önemli araç olduğunu söylüyorlardı. Seneca için iyi disiplinli bir kafanın alâmeti "yerinde durabilmek"; Pascal'a göre bedbâhtlığın en mühim sebebi "bir odada sessiz ve sâkin durabilmeyi öğrenememek"ti. Fabl, trajedi, komedi ve masal bu türden bir sükûnetin temini için uygun bir edebiyat formuna sahiptiler. Seyahat yazılarıysa bilgece telif edilmiş kitaplardan ilginç âdet ve geleneklere, müze kataloglarına, mimarî kitaplara, ekonomik faaliyetlere, dinsel törenlere; hakeza insanı kesin iman ettiği şeyler hakkında şüphe ve vesveseye davet eden büyük bir çeşitliliğe sürüklemekteydi.
Dünyanın (özellikle Avrupa’nın diğer kesimlerinin) keşfi eski felsefenin dayandığı verilerin bazılarını yıkarak eşya hakkında yeni bir telâkkiye yol açacaktır. Britanya ve Fransa Kralları uzak diyarlara bir takım ekonomik ve siyasî sebeplere dayanarak gönderdikleri kâşiflerin, ileride tahtlarını sarsacak metâlar getirdiklerini fark edemediler. Mülkiyet, hukuk, siyaset, ticaret ve hürriyet gibi önemli hususlar başka diyarlarda uygulandıkları şekilleriyle tartışılmaya başlanıldı. Mekânın değişmesiyle hakikât’in de değiştiği zannedilmeye; hakikât mekân itibarıyla izafîdir diye düşünülmeye başlanılmıştı. Küremizin dört bir yanından getirilen haberler bunu göstermekteydi. İzafiyetin evrensel olduğu fikri; yani hakikât ve hayat toplumdan topluma, fertlerden fertlere, hükümetlerden hükümetlere göre değişir; bu sebeple yaşantımızın her anında hakikâti bulduğumuzdan ve hayatı anladığımızdan şüphe etmeliyiz düşüncesi modernizmin belkemiğini oluşturacak olan bilimsel ve felsefi hususiyetlerin temelini oluşturur.
Hakikât'in izafî olduğu düşüncesi en çok Kilise'ye karşı bir sığınak arayan entelektüel kesimin işine yaramaktaydı. Aydınlanma'nın ve Rönesans ile Reform Hareketleri'nin çekirdeğinde de bu düşünce yatmaktaydı. Avrupa yeni bir medeniyet kurmanın heyecanı içinde oraya buraya saldırırken; sükûnet, erdem ve mârifetin toprakları olan Doğu, eski bir medeniyet olmanın yorgunluğunu yaşamaktaydı.
DİPNOTLAR:
(1)Sosyal Sistemlerin Temelleri, sh.152
(2)Thales, Anaxagoras, Anaximenes, Empeklodes, Pisagor, Eflatun, Sokrates
(3)Hakikat nedir?. Hz.isa’yı çarmıha gerdiren Romalı general Pontius Pilatus’un sorduğu ünlü soru
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.