Arapça bilmeyen insan Kur'an'ı dinleyince niçin etkileniyor?
İlahiyatçı Doç. Dr. Fatih Çollak: "Kur’an’ı okumak; ondan emirleri alıp ‘Emrin baş üstüne’, yasaklarına bakıp ‘Allah’ım beni bunlardan koru’ demektir."
-Muhterem hocam, Kur’an’ı okumak sözünü biraz daha açar mısınız?
-Kur’an’ı okumak; onunla alış veriş içerisinde olmak, ona yönelirken ihtiyaçlarını ona arzetmek, Kur’an pazarının nadide eşyasından elde ettiği değerlere bütün yüreği ile sarılmaktır. Bu değerleri kişisel hayatı başta olmak üzere sorumlu olduğu kişilerin davranışlarına yansıtabilmeyi başarmaktır. Kur’an’ı okumak, her şeyden önce en doğru kararı ve isabetli hükmü insanların değil yalnız Allah’ın verdiği mutlak inancına sahip olmaktır.
Kur’an’ı okumak; ondan emirler alıp “emrin baş üstüne”; yasaklarına bakıp “Allâh’ım beni bunlardan koru!” demektir. Kur’an’ı okumak; sanki onu Hz. Peygamber’e arzediyormuş gibi okumak, kendisinin, Allah’tan gelen bir mektubu okuduğunun bilincinde olmaktır.
ÖNCE DOĞRU OKUYACAKSIN
-Soyut çerçevede anlattığınız bu tesbitlerinizi, biraz somutlaştırarak bir örnekle anlatır mısınız?
-Bir örnek vererek anlatmaya çalışayım. Diyelim ki ben Bakara Sûresi’nin 254. ayetini okuyorum. Arapça aslını biliyorsam önce âyeti kıraat boyutuyla okurum. İşin uzmanları kadar olmasa da âyeti doğru okumaya çalışırım. Allâh’ın kelâmını okuduğumun farkında olarak, harf ve kelimelerinin kıraatına dikkat ederek ve onunla ülfet edip, kalp huzuru içinde okuma işini bitirdikten sonra mesajın içeriğine yönelirim. Âyetin en dar çerçevede açıklaması şöyledir: “Ey mü’minler, ne alışverişin, ne dostluğun, ne de şefaatin fayda vermediği o gün gelmeden önce size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin. Kâfirler elbette zâlimlerdir.”
Şimdi bir mü’min olarak bu âyetle benim iletişimim nasıl olmalıdır, doğrudan bana hitap eden ve bana nâzil olan bu âyeti nasıl okumam gerekir? İşte bu soruya verilecek doğru cevap, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ‘Kur’an’ı okuma’nın ta kendisidir; asıl okumaktır, maksada ulaşmaktır. Bana hitap eden bu âyeti ben şöyle okumak isterim:
1- Âyet açıkça bana hitap etmektedir; çünkü ben bir mü’minim.
2- Allâh’ın bize rızıklar verdiğini öğrenmekteyim. Bunların neler olduğu hususunda düşünüyorum.
Hayatın kendisi başlı başına rızık; güneş, hava, su ve bütün gıdalar hayatiyetimiz için bir rızık. Sahip olduğumuz tüm maddi varlıklar bir rızık. Bunların infakı, hayır yolunda harcanması nasıl olmalıdır? Düşündüğümde bazı tespitlere varıyorum. Temiz bir hayat, insanca yaşamak, paylaşım, başka varlıkları düşünmek, çevreyi korumak, sahip olduğumuz hayatın bir infakı olsa gerek. Yine düşünüyorum ki, sahip olduğumuz maddi varlıklar temelde bizim değil; zira hiçbirisini öbür âleme birlikte götüremiyoruz. Bizim ardımızdan mirasçılar paylaşma kavgası veriyor. O halde o varlık yaşarken benimledir; veren de Allah’tır, alan da. Gerçek sahibi o varlığı imtihan için verdiğini, ondan bir miktarın hak sahiplerine verilmesi gerektiğini, bunun bir fazilet değil bir vecibe olduğunu bildiriyor. Bu anlayış ve uygulamanın bir adalet olduğunu, yerine getirilmediği takdirde toplumda kargaşa, isyan ve diğer suç ortamlarının tabii olarak meydana geleceğini ifade ediyor. İnfâkın, Müslümanların insanca yaşamaları hususunda bir emniyet vasatı olduğunu, barışın, kaynaşmanın ve kalıcı kardeşliğin meydana gelmesinde önemli bir faktör olduğunu beyan ediyor.
NASIL BİR İNFAK?
3- Bu âyeti okuyan ben, varlıklı bir mü’min değilsem, neyi ve nasıl infak edeceğim? Şimdi bunun üzerinde düşünüyorum. Diyorum ki infak yalnız maddi varlıkla gerçekleştirilecek bir kurum olmasa gerek. İnsan bunun dışında sahip olduğu manevî değerleriyle de infak edebilir. Nedir bunlar? İlim, sanat, tecrübe vs. şeyler de başlıbaşına birer değerdir; en iyi şekilde infak edilmesi gereken kazanımlardır. Talebe okutmak, ilmi nesillere aktarmak, eğitim kurumları açmak, her aşamasında yardımcı olmak, bunların yönetiminde bulunmak, hayatlarını sürdürebilmeleri için fonlar üretmek, vakıf ve dernekler oluşturmak ve bu hizmetlerin yürümesinde her türlü desteği sağlamak... İşte bütün bunların hepsi bir infâktır. Bakınız Kur’an hayatın nasıl içindedir; âyetlerin perspektifi ne kadar geniştir. Bir sanatı başkalarına öğretmek, gelişmesi noktasında gayret sarfetmek, başka sanat erbabı yetiştirmek en anlamlı infâk ibadetidir. Tecrübelerini topluma aktarmak, gençlerin yolunu açmak, onların ufkunu geliştirmek de bir infaktır.
4- Âyet üzerinde düşünmeye devam ediyorum. Vukuu mutlak bir gündem, kıyametten bahsediyor. Benim varlığımın sonu olduğu gibi, kâniatın da bir sonu olduğunu öğreniyorum. O günün bir hesap günü olduğunu, hiçbir kazancın geçerli olmadığını, dünyada dost bildiklerimin o gün yanımda olmayacağını, aracı, şefaatçı kurumunun işlemeyeceğini öğreniyorum. Yapayalnız kalacağım bir gün, kimseden hayır ve fayda göremeyeceğim bir gün... Ürperiyorum, dehşete kapılıyorum. O günün dehşetinden kurtuluş yolları üzerinde düşünüyorum. Hayatın âhiret boyutunu unutmuyorum.
5- Âyetin son bölümüne geçiyorum. Kâfirlerin zâlim olduğunu öğreniyorum. Bu ne demek? Yaratanı ve O’na dair ne varsa alenî inkâr eden bir kâfirin zâlim olmasında elbette ki kuşku yoktur. Âyet üzerinde biraz daha düşünüyorum. Âyetin baş tarafında anlatılanlar ile ‘kâfir’ kelimesinin ilgisini anlamaya çalışıyorum. Bu kelimenin iman karşıtı olarak içerdiği anlamı yanında başka boyutları da vardır. İnfak etmeyen, paylaşımı bilmeyen, sahip olduğu maddi ve manevi değerlerin gerçek zekâtını vermeyen, bencil duygularla yaşayan bir insan da bu âyet gereği, hayatın gerçeklerine karşı duyarsız, onları görmezlikten gelen, topluma karşı görevlerini yerine getirmeyen ve dolayısıyla hem kendine hem de topluma karşı zulmeden, yazık eden insandır.
-Kur’an mealini okuyan insan dininin emirlerini öğrenir, aynı zamanda hatim sevabı almış olur mu?
-Güvenilir bir Kur’an meali okuyan kişi genel anlamda bir Kur’an kültürü edinmiş olur. Bu genel bilgilendirme çerçevesinde namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetler yanında adalet, iyilik, yardımlaşma, ana-baba ve komşu hakları nevinden birtakım ahlâk esasları ve içki, kumar, fuhuş, hırsızlık, fitne vs. kötülüklere ilişkin Kur’an’ın temel hükümleri hakkında bilgi sahibi olmak imkânı vardır. Meal okuyan kimse kanaatimce en büyük hatmi yapmış, Kur’an’ı anlayarak okumuş ve Allah katında çok büyük sevap kazanmış olur. Hem Arapça aslını, hem de açıklamalarını birlikte okuyan kişi Kur’an’ın indiriliş gayesine uygun hareket etmiş, en anlamlı bir ibadeti yerine getirmiş olur.
Tarif edilemeyen yaşanılabilen hal
-Kur’an dinleyen insan, Arapça bilmediği halde niçin etkileniyor?
-Kur’an aslında Rabça bir kelâmdır; Allah sözüdür. Arapça bir kalıpla insanlığa gönderilmiştir. İlahi kelâmın kâinata yaydığı çığlık, Kur’an’ın o Arapça kalıpları, harf ve kelimelerine bürünmüş lahûti ses dalgaları ve nağmeleri halinde insan ruhunun kapsama alanına girdiğinde, ruh bu çığlıkla sarsılmakta ve ilâhi kelâmın tezahürleriyle kendinden geçmekte, tarifi imkânsız bir etkileşim süreci yaşamaktadır. Bu lâhûti nağmeleri ruhunun en derin noktalarında hissederken, boyun büküp dinlemekte ve bu etkileşimin madde planında bir tezahürü olarak gözlerden yaş akmaktadır. Kur’an dinleyenin yaşadığı bu haz ve bu keyfiyet sadece yaşanır; tarif edilemez, Ağaçların hışırtısı, suyun fışırtısı ve rüzgârın uğultusu insan ruhunu etkiler; onu dinginleştirir ve huzur verir. Ne var ki bu hal anlatılamaz, tarif edilemez; sadece yaşanır. Kur’an’ın ruhlar üzerindeki te’siriyyeti de böyledir. Onu dinleyen hiçbir şey anlamasa da kendinden geçer. Kur’an’ın Kur’aniyyeti onun harf ve kelimelerine bürünmüş tezahürlerindedir; namazda bu tezahürlerin tecellisi istendiği ve dolayısıyla namaz kılan kimsenin Rabbiyle bütünüyle hemhal olabilmesi için onun Arapça aslından okunması esastır. Başka alternatifler üzerinde fikir beyan etmek kanaatimce namaz kılan kimseyi Kur’ani tezahürlerinden mahrum bırakmaktır.
Kaynak: Vakit Gazetesi
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.