Araplar ve Türkler, iki hakiki kardeştir

Araplar ve Türkler, iki hakiki kardeştir

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

BEŞİNCİ KELİME: Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Birtek hasene bazan bir kalmıyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:

Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyettir. Ve Hilâfet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal’ası hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.

İşte, bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm birtek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi, İslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olur. Birbirine mânen—lüzum olsa maddeten—yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.

Nasıl ki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur. Güya her bir fert o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi, o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya her bir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.

İşte bu mezkûr hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra, seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin hukuklarına tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misâlleri görülecek.

Ey bu sözlerimi dinleyen bu Cami-i Emevîdeki kardeşler ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm camiindeki ihvân-ı Müslimîn! “Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarımız yok. Onun için mazuruz” diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve neme lâzım deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.

İşte, seyyie böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene—yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik—yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana mânen fayda verebilir.

Hayat-ı mâneviye ve maddîyesinin rabıtasına kuvvet verebilir. Onun için, neme lâzım deyip kendini tembellik döşeğine atmak zamanı değil!

Ey bu camideki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizden olan hakkımızı dâvâ ediyoruz. Yani, küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuzla, biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan, ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar, en evvel bu sözlerle sizinle konuşuyorum. Çünkü, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyetin mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.

Onun için tembellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.

Sakın kardeşlerim, tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki, ben şu sözlerimle siyasetle iştigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâşâ! Hakikat-i İslâmiye bütün siyâsâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin.

Ben kusurlu fehmimle şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi, çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika sûretinde tasavvur ediyorum.

O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için, ittihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.

Bunu da teessüf ve teellümle size beyan ediyorum ki: Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar, onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar, terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane seciyeleridir.

Meselâ, bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bakiyem var.” İşte, bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Hâlbuki, ecnebîlerden içimize giren pis ve fena seciye itibarıyla bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime dinszlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor.

Hem o ecnebîlerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle, bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü, bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebîlerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşünmekle, bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.

مَنْ كَانَ هِمَّتُهُ نَفْسَهُ فَلَيْسَ مِنَ اْلاِنْسَانِ ِلاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّبْعِ

Yani, kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü, insanın fıtratı medenîdir. Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ, bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri mânen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşayamadığından, ebnâ-yı cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara mânevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, mâsum olmayan câni bir hayvan olur. Birşey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna... (Hutbe-i Şamiye)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

 

Âhiret : Öteki Dünya, Öldükten Sonraki Ebedî Hayat

Ahlâk-I Seyyie : Kötü Ahlâk

Ahmakâne : Ahmakça

Alâkadar : Alâkalı, İlgili

Âlem-İ İslâm Câmii : Bir Cami Hükmünde Olan İslâm Dünyası Ve Halkları
Aşiret : Birlikte Yaşayan Ve Bir Soydan Gelen İnsanların Meydana Getirdiği Topluluk

Âlem-İ İslâm Mescid-İ Kebiri : Büyük Mescit Hükmünde Olan İslâm Dünyası

Bedel : Karşılık

Beyan Etme : Açıklama

Bîçare : Çaresiz

Cemahir-İ Müttefika-İ Amerika : Amerika Birleşik Devletleri (Bk. Bilgiler – Amerika)

Din-İ Hak : Hak Din, İslâm

Ebnâ-Yı Cins : Türdaş, Aynı Cinsten Olan Varlıklar

Ecnebî : Yabancı (Batılı)

Efrad : Ferdler, Bireyler

Ehl-İ İman : Allah’a Ve Allah’ın Bildirdiği Şeylere İnananlar, Mü’minler

Ehl-İ İslâm : İslâma Tâbi Olanlar, Müslümanlar

Ekser : Çoğunluk

Esaret : Esirlik

Fehim : Anlayış, Kavrayış

Ferd : Kişi, Şahıs

Fevkinde : Üstünde

Fıtrat : Yaratılıştaki Temel Özellikler, Mizaç, Karakter

Fikr-İ Milliyet : Milliyetçilik Fikri

Fütur : Usanç, Gevşeklik

Güya : Sanki

Had : Sınır

Hakikat : Gerçek

Hakikat-İ İslâmiye : İslâm Dininin Hakikati

Hakikî : Gerçek

Hâkim : Hükmeden, İdareci

Hâkimiyet : Egemenlik, Hükümranlık

Hâkimiyet-İ İslâmiye : İslâm Dininin Ve Müslüman Milletlerin Hâkimiyeti, Egemenliği

Hariçten : Dışarıdan

Hasene : İyilik, Sevap

Hasene : İyilik, Sevap

Hayat-I Bakiye : Sürekli Ve Devamlı Hayat

Hayat-I İçtimaiye : Toplum Hayatı, Sosyal Hayat

Hayat-I Mâneviye Ve Maddîye : Maddî Ve Mânevî Hayat

Heyet-İ İçtimaiye-İ İslâmiye : Müslüman Toplumların Sosyal Yapısı

Hilâfet-İ Osmaniye : Osmanlı Halifeliği [Bk. Bilgiler – Osmanlı Devleti

Himmet : Ciddî, Samimî Gayret, Yardım

Hodgâm : Bencil

Hususan : Bilhassa, Özellikle

Hüküm : Karar

Hürriyet-İ Şer'iye : İslâmın Sınırlarını Belirlediği Özgürlük

İftihar : Övünme

İhvan : Kardeşler

İhvân-I Müslimîn : Müslüman Kardeşler

İktidar : Güç, Kudret

İnşaallah : Allah Dilerse, Allah’ın İzniyle

İntibaha Gelme : Uyanma, Harekete Geçme

İştigal Etme : Meşgul Olma, Uğraşma

İttihad-I İslâm : İslâm Birliği

Kale-İ Kudsiye : Mânevî Değeri Çok Yüksek Olan, Sarsılmaz Ve Yıkılmaz Kale

Kıyamet : Dünyanın Sonu, Varlığın Bozulup Dağılması,

Kıymettar : Değerli

Kudsî : Kutsal; Kaynağı Mukaddes Olan Kusur Ve Noksandan Uzak Bulunan

Kudsî Milliyet : Kutsal İslâm Milliyeti

Kudsiyet : Kutsallık; Kutsal Bir Kaynaktan Gelme

Küre-İ Arz : Yerküre, Dünya

Mahiyet : Esas Nitelik

Mânen : Mânevî Yönden

Mazur : Mazeretli, Özrü Olan

Medar : Dayanak Noktası, Kaynak

Medar-I İftihar : Övünç Kaynağı

Medenî : Uygar; Sosyal Varlık

Menfaat : Fayda, Yarar

Menfaat-İ Şahsiye : Kişisel Çıkar

Meşveret-İ Meşrua : İslâmın Sınırlarını Ve Özelliklerini Belirlediği İstişare Ve Danışma Uygulaması

Metin : Sağlam, Sarsılmaz

Mezkûr : Daha Önce Sözü Geçen, Anılan

Mihanikiyet : Hareket Kabiliyeti, Mekanik Özellik

Milliyet-İ Hakikiye-İ İslâmiye : Gerçek İslâmî Milliyet

Misâl : Örnek

Muazzam : Azametli, Çok Büyük

Muvaffak Olma : Başarılı Olma, Erişme

Mücahid : Cihad Eden, Din Uğrunda Çaba Harcayan

Mülâhaza : Düşünme, Dikkate Alma

Münhasır Kalma : Bir Özellik Ve Konumla Sınırlı Kalma

Mürtebit : İrtibatlı, Bağlantılı

Müttehem : Bir Suçla İtham Edilen

Nasihat : Öğüt

Nazarında : Gözünde, Bakışında

Nefs : Kişinin Kendisi

Nesl-İ Âti : Gelecek Nesil

Nısf : Yarı

Nispet : Oran

Nüfus-U İslâmiye : Müslüman Nüfus; Müslüman Olan Bireyler

Rabıta : Bağ, İlgi

Rahmet-İ İlâhiye : Allah’ın Herşeyi Kuşatan Sonsuz Rahmeti

Saadet : Mutluluk

Saadet-İ Dünyeviye Ve Uhreviye : Dünya Ve Âhiret Saadeti, Mutluluğu

Sadef : İnci Kabuğu; Koruyucu Unsur

Seciye : Karakter, Huy, Tabiat

Seciye-İ Milliye : Millî Huy Ve Karakter

Sefihane : Sefih Bir Şekilde, Beyinsizce

Seyyie : Kötülük, Günah

Silsile-İ Nuraniye : Nurlu Zincir

Siyâsât : Siyasetler, Siyasî Uygulamalar

Sukut Etme : Alçalma, Düşme

Sûret : Şekil, Biçim

Şahsî : Kişisel

Tahayyül Etme : Hayal Kurma

Tahrik Etme : Harekete Geçirme

Taife : Grup, Topluluk; Millet

Tasavvur Etme : Düşünme, Zihinde Canlandırma

Tecavüz Etme : Haddi Aşma, Başkasının Hakkına Saldırma

Tecavüz Olma : Bir Kişiye Ve Topluma Saldırıda Bulunulma

Teellüm : Kederlenme, Tasalanma

Teessüf : Üzülme, Hayıflanma

Terakki : İlerleme

Terakkiyat : İlerlemeler, Kalkınmalar

Tesis : Kurma, Yerleştirme

Tevehhüm Etme : Sanma, Zannetme

Uhuvvet-İ İslâmiye : İslâm Kardeşliği

Ulvî : Yüce, Büyük

Umum : Bütün

Üstad : Öğretmen, Öncü

Vaziyet : Durum, Hâl “Nefsî, Nefsî” : “Nefsim, Nefsim” Mânâsına Gelen Ve Herkesin Kendi Derdine