Baki ÇİMİÇ
Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâniin miraçları-1
Arş-ı kemâlât: Olgunlukların, mükemmelliklerin zirvesi, olgunluğun en yüksek derecesidir. Mârifet-i Sânii: Eşyayı tam bir hüner ve san'atla vücûda getiren sanatkârın mârifetidir.
İnsanın vazîfe-i fıtratı arş-ı kemâlât olan en yüksek dereceye çıkarak Allah’a hakîkî kul olması ve rıza makâmına ulaşmasıdır. Allah, insanı arş-ı kemâlât derecesine çıkabilecek isti’dâdda yaratmış ve ona gayr-ı meş’ur hisler derc etmiştir.” İnsanın meşhur havassından başka havassı vardır. Hem insanda gayr-ı meş'ur hisler çoktur.( Hutbe-i Şâmiye,1996,s:150)” Bu manalar da insanın fıtratına yerleştirilen duygu ve hislerin sınırsız oluşunu göstermektedir.
İnsana sınırsız duygular verilmesinin sırrı ve hikmetleri de Risâle-i Nûrlarda şöyle ifade edilmektedir.” İnsanın fıtraten mâlik olduğu câmiiyetin acâibindendir ki: Sâni-i Hâkim şu küçük cisimde gayr-ı mahdut envâ-ı rahmeti tartmak için gayr-ı mâdut mizanlar vaz etmiştir. Ve Esmâ-i Hüsnânın gayr-ı mütenâhi mahfî definelerini fehmetmek için, gayr-ı mahsur cihâzat ve âlât yaratmıştır. Meselâ, mesmûat, mubsırat, me'kûlât âlemlerini ihata eden insandaki duygular, Sâniin sıfât-ı mutlakasını ve geniş şuûnatını fehmetmek içindir.( Mesnevî-i Nuriye,2006,s:331,32)”
Böylece “Ancak o duygular, Cenab-ı Haktan ihsan edilen hediyelerdir. Yalnız göz, kulak tabirleri, adî birer isimdirler.( İşârâtü'l-İ'câz,2006,s:224)”
Sahâbeler arş-ı kemâlât olan olgunlukların, mükemmelliklerin zirvesi ve olgunluğun en yüksek derecesine ulaştıkları için onlara yetişilemiyor. Çünkü Sahâbeler “Evet, Kur'ân-ı Hakîmin envârıyla hâsıl olan o inkılâb-ı azîm-i içtimaîde ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken, şerler bütün tevâbiiyle, zulümâtıyla ve teferruâtıyla; ve hayır ve kemâlât bütün envârıyla ve netâiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette, müheyyiç bir zamanda, her zikir ve tesbih, bütün mânâsının tabakatını turfanda ve taravetli ve taze ve genç bir surette ifade ettiği gibi, o inkılâb-ı azîmin tarrakası altında olan insanların bütün hissiyâtını, letâif-i mâneviyesini uyandırmış. Hattâ, vehim ve hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir surette, o zikir, o tesbihlerdeki müteaddit mânâları kendi zevklerine göre alır, emer. İşte, şu hikmete binaen, bütün hissiyatları uyanık ve letâifleri hüşyar olan Sahâbeler, envâr-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi olan kelimât-ı mübârekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün mânâsıyla söyler ve bütün letâifiyle hisse alırlardı.(Yirmi Yedinci Söz,2004,s:796,97)”
Evet, belki bizler Sahâbelerin bu derecelerine ulaşamayacağız ancak Mârifet-i Sâni denilen kemalât arşına uzanan miraçların dördüncüsü Belâgat-ı Kur'âniyenin ulvî mertebesi ve Kur’ân’ın tarif ettiği yol, Kur’ân’ın izlediği tarîk olan mirac-ı Kur'ân yolunda gidebiliriz ve kemalât arşına uzanabiliriz. Burada Mârifet-i Sâni denilen kemalât arşına uzanan miraçları kısaca inceleyelim inşâallah.
“Mârifet-i Sâni denilen kemalât arşına uzanan miraçların usulü dörttür.”
“Birincisi: Tasfiye ve işrâka müesses olan muhakkikîn-i sufiyenin minhacıdır. ( Mesnevî-i Nuriye,2006,s:394,95)” İnsanın kendisini dünya ve maddeci yaklaşımlardan tasfiyesi, arındırması ve kalbe doğma ve sezgiyle tesis edilen ve kurulan tasavvufla uğraşarak hakikate ulaşmaya çalışanların meslek ve yoludur.
“İkincisi: İmkân ve hudûsa mebnî mütekellimîn tarikidir. ( age,s:394,95)” Var olması ya da yok olması noktasında zorunlu olmama olan imkân ve sonradan meydana gelme, yok iken var edilme olan hudusa dayanan kelâm âlimlerinin, kelâmcıların yoludur.
“Bu iki asıl, çendan Kur'ân'dan teşâub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş. Evhamdan masun kalmamışlar. (age, s:394,95)” Evet, bu iki yol Kur’ân’dan alınmış ve şubelenmiştir. Lâkin insanların fikri ve düşünceleri başka başka surete geçtiğinden ve başka şekle çevrildiğinden çok uzunlaşmış ve zorlaşmıştır. Ayarıca vehimlerden, evham ve vesveselerden masum kalamamış ve kurtulamamıştır.
“Üçüncüsü: Şübehât-âlûd hükemâ mesleğidir.( age,2006,s:394,95)“ Şüpheler bulaşmış ve şüphelere bulanmış olan şübehât-âlûd olan filozofların mesleğidir. Bu meslek de insanları şüphe ve vehimlerden kurtaramamış ve sâhil-i selâmete çıkaramamıştır.
“Dördüncüsü ve en birincisi: Belâgat-ı Kur'âniyenin ulvî mertebesini ilân etmekle beraber, cezâlet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur'ânîdir. (age, s:394,95)” Kur’ân’a ait belâgat, Kur’ân’ın kendisine has olan sözleri ve belâgatının yüksek ve yüce mertebesini ilan etmekle birlikte, ahenkli, akıcı ve güzel ifade olan cezâlet yönüyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve kolay anlaşılırlık, ifade açıklığı cihetiyle insanların umumuna en şümûllü ve kapsayıcı olan Kur’ân’ın tarif ettiği yol, Kur’ân’ın izlediği tarîk olan mirac-ı Kur'ânîdir.
Hem o arşa çıkmak için dört vesile vardır: İlham, tâlim, tasfiye, nazar-ı fikrî. ( Mesnevî-i Nuriye,2006,s:394,95)
İlham: Kalbe doğma, manâların, bilgilerin Allah tarafından kalbe verilmesi.
Tâlim: Öğretme ve öğrenme; yetiştirme ve yetişmedir. Bir işi öğrenmek veya alıştırmak için yapılan çalışma, alıştırmadır.
Tasfiye: Kalbi saflaştırma, nefsî şeylerden arıtma ve arındırmadır.
Nazar-ı fikrî: Düşünce ile bakmak, tefekkürî bakış ve mânâ-i harfî bakıştır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.