Artık o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının!

Artık o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Hacc Suresi 25-32. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

25 . Şübhesiz ki o inkâr edenler ve (insanları) Allah yolundan, içinde yerli olsun misâfir olsun (kıble ve ma‘bed olma husûsunda) insanlar için eşit kıldığımız Mescid-i Harâm’dan men‘ edenler yok mu, işte her kim ki orada zulüm ile haktan sapmak isterse, ona (pek) elemli bir azabdan tattırırız.

26 . Ve bir zaman İbrâhîm’e, (tufandan dolayı nerede olduğunu bulamadığı) Beyt’in (Kâ‘be’nin) yerini (onu yeniden binâ etmesi için) göstermiş (ve ona şöyle emretmiş)tik: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Tavâf edenler, (o bölgede) oturanlar (yerli olanlar), rükû‘ ve secde edenler için beytimi temiz tut!”

27 . “Ve insanlar içinde Hacc’ı i‘lân et, gerek yaya olarak, gerekse bütün uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler!” (1)

28 . “Tâ ki kendilerine âid (dünyevî ve uhrevî) menfaatlere şâhid olsunlar ve (Allah’ın) kendilerine rızık olarak verdiği sağmal hayvanlar üzerine belli günlerde (2) (onları kurban ederken) Allah’ın ismini zikretsinler! Artık (siz de) bunlardan yiyin, darda kalmış fakire de yedirin!”

29 . “Sonra (vücudlarındaki) kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atîk’ı (Kâ‘be’yi) tavâf etsinler!”

30 . (Emrimiz) budur! Kim Allah’ın (emir ve) yasaklarına hürmet gösterirse, artık bu Rabbi katında kendisi için bir hayırdır. (Haram olduğu) size okunanların (bildirilenlerin) dışında kalan sağmal hayvanlar size helâl kılınmıştır; artık o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının! (3)

31 . Allah için, Hakk’a yönelen kimseler olarak O’na şirk koşan kimseler olmaksızın (o çirkin şeylerden sakının)! Kim Allah’a şirk koşarsa, bunun üzerine sanki (o), gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.

32 . Bu (böyle)dir! Kim Allah’ın şeâirine (dîninin alâmetlerine) hürmet ederse, artık şübhesiz bu, kalblerin takvâsındandır. (4)

1- “Hacc-ı şerîf, bi’l-asâle (bizzat) herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir (yüksek derecede bir kulluktur). Nasıl ki bir nefer (asker), bir yevm-i mahsusta (husûsî bir günde) ferik (paşa) dâiresinde bir ferik gibi pâdişâhın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmî (câhil) de olsa, kat‘-ı merâtib etmiş bir velî gibi umum aktâr-ı arzın (yeryüzünün) Rabb-ı Azîmi ünvânıyla Rabbisine müteveccihtir (yönelmiştir). Bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir (şereflenmiştir). (...) Hacdan sonra şu ma‘nâ-yı ulvî ve küllî (büyük ve umûmî ma‘nâ) muhtelif derecelerde bayram namazlarında, yağmur namazlarında, husûf, küsûf (ay vegüneş tutulması) namazlarında, cemâatle kılınan namazlarda bulunur. İşte şeâir-i İslâmiyenin (İslâm alâmetlerinin), velev sünnet kabîlinden (çeşidinden) de olsa, ehemmiyeti bu sırdandır.” (Tılsımlar, 16. Söz, 30)

2- “Belli günler” İbn-i Abbâs’a göre Kurban Bayramı günleridir. İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed’in görüşü de böyledir. (Râzî, c. 12/23, 30)

3- “Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyet’in hayât-ı ictimâiyesinde ukde-i hayâtiyesidir (can damarıdır). Riyâkârlık (iki yüzlülük), fiilî bir nevi‘ yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu‘ (yapmacık hareketler), alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münâfıklık, muzır (zararlı) bir yalancılıktır.

Yalancılık ise, Sâni‘-i zü’l-Celâl’in kudretine bir iftirâ etmektir. Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. Îman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binâen kizb ve sıdkın (yalan ile doğrunun) ortasında hadsiz bir mesâfe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nâr ve nûr gibi birbirine girmemek lâzım. (...) Necat (kurtuluş) yalnız sıdk ile, doğruluk ile olur. Urvet’ül-vüskā (kopmaz kulp) sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur.

Amma maslahat (hayırlı bir maksad) için kizb ise, zaman onu neshetmiş (hükmünü ibtâletmiş). Çünki maslahat ve zarûret için bazı âlimin ‘muvakkat (geçici)’ fetvâsı, bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünki o kadar sû’-i isti‘mâl edilmiş (kötüye kullanılmış) ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. (...)

Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değildir. Bazen zarar verse sükût etmek; yoksa yalana hiç fetvâ yok.” (Mektûbât, Hutbe-i Şâmiye, 414-416)

4- “Nasıl hukūk-ı şahsiye (şahsî hukuk) ve bir nevi‘ ‘hukūkullah (Allah’ın hukūku)’ sayılan hukūk-ı umûmiye (umûmun hukūku) nâmıyla iki nevi‘ hukuk var. Öyle de: Mesâil-i şer‘iyede bir kısım mesâil (şeriatın bazı mes’eleleri) eşhâsa taalluk eder (şahıslarla alâkalıdır); bir kısım umûma (herkese), umûmiyet i‘tibâriyle taalluk eder ki onlara: ‘Şeâir-i İslâmiye’ (İslâmın alâmetleri) ta‘bîr edilir. Bu şeâirin umûma taalluku cihetiyle, umum onda hissedârdır. Umûmun rızâsı olmazsa, onlara ilişmek umûmun hukūkuna tecâvüzdür. O şeâirin en cüz’îsi (en küçüğü), sünnet kabîlinden (kısmından) bir mes’elesi, en büyük bir mes’ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir (ehemmiyetle bakılır).” (Mektûbât, 29. Mektûb, 246)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.