Mustafa ÖZCAN
Asayiş ve ikna adamı
Eskiden ihtiyaç duyuldukça ya da ihtiyaca binaen Risale-i Nurlardan derlemeler yapılırdı. Bunların en meşhurlarından birisi Hizmet Rehberi’dir. Halen de bugün ihtiyaç duyuldukça benzeri pratik derlemeler yapılmaktadır. Bunlardan olmasa da benzerlerinden bir risale de Erzurum’da 1964 yılında Hürsöz Matbaasında basılmış olan Mülakat adlı Nurculuk hakkında derlemedir.
Bu derleme doğrudan Risale-i Nur’dan değildir. Tali kaynaklardan yapılan faydalı bir derlemedir. Daha doğrusu Risale-i Nur ile ilgili ehli vukufun değerlendirmelerinden ibarettir. Bekir Berk’e sorulan sualler ve onun verdiği cevaplarla başlayan ve Osman Keskioğlu, Hüsnü Erdem gibi ehli vukufun tanıklık ve beyanıyla devam eden muarızlara müskit bir risaledir. Adapazarı’nda sahafları dolaşırken elime geçti ve bir göz attım. Dikkati çeken parçalardan birisi, ‘ Bediüzzaman’ı nasıl tanıdım?’ başlıklı bir yazı idi. Münir Süleyman Çapanoğlu’nun kalaminden sadır olmuş bu risale aslında Bediüzzaman’ın mesleğine ışık tutmaktadır.
Bu risalede Bediüzzaman’ın İstanbul’daki Kürt hamalları yatıştırması gibi Mizancı Murat ile ilgili bir arbedeyi nasıl yatıştırdığını da göstermektedir. Bediüzzaman kundakçılara karşı yatıştırıcı bir sulh ve ikna adamıdır. Mesleğinin sırrı bu yapıcılıkta ve müspet harekettedir. Büyüklerin sözlerini söyleyip hilafına hareket etmek olmaz. Bediüzzaman sözlerini efaliyle de göstermiş ve somutlaştırmıştır. Bu itibarla asayiş bekçileri ve muhabbet fedaileri sıfatına haiz olmuştur. Mülakat adlı eserde gördüğüm yazıyı Dursun Gürlek bey de başka kaynakta görmüş ve Vahdet’teki bir yazısına konu etmiştir. Meseleyi oradan aktararak hülasa ediyorum:
“Devrin meşhur gazetecilerinden Mizancı Murat bir konferans vermek için Ferah Tiyatrosu’nda sahneye çıkıyor. Bir süre sonra dinleyiciler arasında kavga meydana geliyor. Hatip konuşmasını kestiği halde gürültü patırtı yine devam ediyor. Söz iyice ayağa düşüyor. İtişmeler, kakışmalar, yaka tutmalar bile görülüyor. Bu hengame devam ederken, kalabalığın arasından bir adam, çevik bir hareketle, koltuklardan birine sıçrıyor. Bu adamın, kıyafetinden Kürt olduğu anlaşılıyordu. Külahlı, şalvarlı, mintanının düğmeleri gümüş savatlı, beli kuşaklıydı. Ayaklarında çizmeler vardı. Elinde gümüş saplı bir kamçı, kuşağının kabzası görünen gümüş kaplamalı bir kama vardı.
Çapanoğlu, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Geçti, esmerceydi. Bıyığı siyah ve dolgundu. Hafif tertip yukarı doğru bükmüştü. Konuşmalar, bağrışmalar devam ederken, bir çok kimse de ona bakıyordu. Bu adam kimdi? Koltuğun üzerine neden sıçramıştı. Deli miydi bu? Bir şey mi konuşacaktı? Herkes hayretle ona bakıyordu. Genç adam gür bir sesle: Ya Eyyühel Müslimin, diye söze başladı. Konuşma hürriyetine saygı göstermek gerektiğini, bir hatibin sözünün kesilmesinin ayıp ve hele terbiye sınırlarının dışına çıkmanın ise Meşrutiyet ve hürriyeti yeni ilan eden bir ulus için utanılacak bir hareket olduğunu, İslam’ın fikre saygı göstermeyi emrettiğini anlattı. Sözlerini ayetlerle, hadislerle süsledi. İslam tarihinden örnekler verdi. Nihayet terbiye ve nezaket dairesinde dağılmalarını tavsiye etti.”
Münir Süleyman Çapanoğlu, daha sonra bu genç adamı bize şöyle tanıtıyor:
“Güzel konuşuyordu. İnandırıcı bir anlatışı vardı. Tam bir hatipti. Kimse ne itiraz etti, ne gık dedi. Az önce bağırıp çağıranlardan, ortalığı velveleye verenlerden hiç biri ağzını açamadı, şirretler, külhanlar, küçük beyler, fiyakacılar bile… Hepsi süt dökmüş kedi gibi tiyatrodan çıkıp dağıldılar. Kısa bir hitabeden sonra o azgın grubu yola getiren bu temiz kıyafetli adam kimdi! 1960 yılının Mart’ında vefat eden Bediüzzaman Said Nursi idi bu adam!
…O zaman kapkara bıyıklı, atik, çevik bir delikanlı olan Said Nursi’yi ilk defa birbirine giren iki parti mensubunu yola getirip dağılmalarını sağladığı bu tiyatro da tanıdım…”[i]
Bediüzzaman sadece asayiş adamı değil aynı zamanda ikna adamıdır. Mesleği de bu esasa göre temellendirmiştir. Medenilere galebe ikna iledir diyen bir mesleğin sahibidir. İslam dünyasında bu tarz insanlar eksiktir. Abdullah Fehd Nefisi de neden aramızda hep ilişkileri budamak isteyen ve ilişkileri sıfırlayan tiplere nazaran ikna erbabı olmadığını ve kalmadığını soruyor.
Abdullah Fehd Nefisi’ye göre İslami cemaatler birbiriyle kucaklaşma yerine sırt dönmeyi esas almışlardır. Bu da ortak gücümüzü tüketmektedir. Sıfır toplamlı oyuna (Zero-sum game) tercih etmektedirler. Bunun yerine niye ikna yöntemini ve mesleğini esas almadıklarını sormaktadır. Nefsi, ifham yani susturmak ve iskat etmek yerine iknayı esas almamız gerektiğini böylece daha geniş ufuklara ve havzalara açılmamızın mümkün olabileceğini ifade etmektedir. Demek ki, iknayı meslek haline getiren anlayış Risale-i Nur’da mündemiçtir. Bediüzzaman da hayatını ikna ve asayişe temine adamıştır. Bediüzzaman cedel ve ifham adamı olmaktan ziyade ikna ve asayiş adamıdır. İslam alemi de bu modeli aramaktadır.”[ii]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.