Atatürk memleketinde Said Nursi’ye hayret
Yeni İstanbul Gazetesinin 1960 yılı nüshalarını incelerken 25 Ocak günlü sayısında “Nur’dan Zulmet”e başlığında bir yazıya rastladık
Risale Haber-Haber Merkezi
BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ
Yeni İstanbul Gazetesinin 1960 yılı nüshalarını incelerken 25 Ocak günlü sayısında “Nur’dan Zulmet”e başlığında bir yazıya rastladık. Yazının başlığına bakınca “Herhalde güzel ve de nurlu bir yazıdır” diye düşündük. Ama yanılmışız. Yazı baştan sona Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nurların aleyhinde ifadelerle dolu. Yazarın nurdan ve zulmetten nasıl bir şey anladığını kestirmek pek de zor değil. Aynı zamanda Üstadı hiç tanımadığı ve kulaktan dolma bilgilerle hakkında ahkâm kestiği belli. Yazı neredeyse tamamen garaz ve iftiralara dayanıyor.
Etrafı nurlarla çevrili bir kimse olan Üstadımız ve Nur Risaleleri hakkında nursuz laflar edilmesi basiret bağlılığını ve nurdan ya da aydınlıktan nasipsiz olunduğunu gösteriyor.
Makalenin yazarı aynı zamanda gazetenin sahibi Habib Edib Törehan güya bütün bunları Türkçülük ve Atatürkçülük adına yapıyor. Bu yaptıklarında da samimi olmadığını 27 Mayıs ihtilalinden sonra gazeteyi satıp İsviçre’ye kaçarak ve oraya yerleşerek göstermiştir. (1)
O günkü medyanın ruh halini göstermesi bakımından makaleden bazı bölümler şöyle:
“NUR’DAN ZULMET’E”
“Bundan belki elli sene evvel İstanbul’un Sultanahmet civarında acayip kıyafetli bir adam dolaşır ve pek çoklarının hayretini çekerdi. Keçe bir külah üzerine sarığa benzemeyen renkli kocaman bir örtü, çubuklu kumaştan bir mintan, bunun üzerine cepken halinde bir mintan, bol ve etrafı saçaklı bir pantolon veya şalvar.
“Bu hal âdeta Amerika’da Kızılderililerin kıyafetine benziyor ve herkes …………. dolaşan bu insanın kim olduğunu diğerine soruyordu. Nihayet belli oldu: Said-i Kürdî adında bir Kürt imiş.
…
“… Muhtelif devirlerde memlekette zuhur eden kargaşalıklarda bu zatın ya sürgüne gittiğini veya kabahati isbat edilemediğinden serbest bırakıldığını gazetelerde okumaktaydık.
“Diğer taraftan son zamanlarda yine sevemeyeceğimiz bir isimle Nursi denilen bir pir-i fânînin memlekette akideler yaymağa çalıştığını ve müritler toplamağa gayret ettiğini hatta emri altında bulunan insanların çok olduğunu işitiyor ve Atatürk memleketinde böyle bir halin olabileceğine hayret ediyorduk.
“Risale-i Nur diye Arapça bir başlık taşıyan kitabın men edilmesine rağmen gizliden basıldığını ve yüzler, hatta yüz binlerce etrafa dağıtıldığını okuduğumuz zaman zararlı ve yanlış propagandaların insanları ne hale getirebileceğini ve bu hususta şimdiye kadar gösterilmiş olan ihmallerin ne kadar fena bir netice verdiğini bir kere daha anlamış oluyoruz.
“Bütün Türklerin bugün gidecekleri yol Atatürk yoludur. Aydınlanmak isteyenler onun yaptıklarını tetkik eder, söylediklerini tekrar kitaplarda okur ve bulur ve bu surette aydınlanır. Eğer Risale-i Nur’dan bahis sahibinin şimdi nurlaşan ismi değil de aydınlığı gösteren bir kitap ise bu ancak Atatürk’ün millete vasiyet ettiği ilim ve irfan yoludur. Yoksa Cumhuriyet esaslarına ve kanunlara alenen muhalefet eden bir eser bu memlekette çıkamaz ve hürriyetin fazla olduğu yerlerde de çıksa bile okuyucu bulamaz.
…
“Bizim asıl hayret ettiğimiz nokta, bazı kolayca meşhur olmak isteyen ve aydın geçinen insanların bu işte ön ayak olmalarıdır. Bizim şimdi çözmeye çalıştığımız birçok zorluk vardır. İstediğimiz şekilde artmayan istihsalimizi çoğaltmak zorundayız. Memlekette bilgiyi her şeyin üstüne getirmeliyiz. Arkamızda boş geçirdiğimiz zamanların ihmallerinden kurtulmalıyız.
“Böyle pek çok esaslar varken ve ancak bunlar bizi karanlıktan aydınlığa getirecek iken biz şimdi eğer böyle Risale-i Nur gibi şeylerle uğraşarak bugünkü nurlu yolumuzdan ayrılacak ve zulmete girmiş olacağız. Bunu hiçbir aydın Türk’ün istemeyeceğine emin bulunuyor ve artık daha ciddi ve esaslı şeylerle uğraşmayı tavsiye etmekten kendimizi alamıyoruz.”
Bu sözlere vâ esefâ diyoruz ve Üstadın çok önceleri Otuz Bir Mart Hadisesinde Dîvan-ı Harb-i Örfî Heyetine verdiği eskimeyen cevabından bir kısım aktarıyoruz:
“Millet uyanmış; mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telakki olunan hayâlın ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umûmiye ile o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacak ve hakîkat meydana çıkacaktır, inşaallah.
“Bildiğime göre edibler edepli olurlar. Edepsiz bazı gazeteleri naşir-i ağraz görüyorum. Eğer edep böyle ise ve efkâr-ı umûmiye böyle karma karışık olsa, şahit olunuz, böyle edebiyattan vazgeçtim; bunda da dâhil değilim. Vatanımın yüksek dağlarında, yani Başit başındaki ecram ve elvah-ı âlemi, gazetelere bedel mütalaa edeceğim.” (2)
Kaynaklar:
1-Biyografi.net
2-Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, s: 67