Ayeti yanlış tefsir etmek.

Bir önceki yazımda bir ayetin tefsirinde hata ettiğimi, yanlış anladığımı ve yanlış mana verdiğimi ifade eden okuyucular bu yanlışımı düzeltmemi istemişler.

Anladım ki iyi ifade edememişim İnşallah bu yazı çerçevesinde ifade etmeye, meramımı anlatmaya muvaffak olurum.

Öncelikle; bu ayete bu asırda çok ihtiyaç var ki Risale-i Nur'un müteaddit yerlerinde zikredilmiştir. Uhuvvet Risalesinde de şöyle ifade edilmiş.

“Adalet-i mahzayı ifade eden ﻭَﻟﺎَ ﺗَﺰِﺭُ ﻭَﺍﺯِﺭَﺓٌ ﻭِﺯْﺭَ ﺍُﺧْﺮَﻯ sırrına göre; bir mü'minde bulunan cani bir sıfat yüzünden sair masum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğu…” (Mektubat - 295)

Ben bu cümleden şöyle bir mana çıkardım. “Bir aza veya bir duygu suç işlemişse günah işlemişse sadece onu sorumlu tutmak diğer duygularına azalarına günahı teşmil etmemek, yaymamak gerekir. Ceza verilecekse sadece o duyguya ceza verilmelidir.”

Üstadımız ne demiş ”...mü'minde bulunan cani bir sıfat yüzünden sair masum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu…”

Burada ifade açıktır. Bir sıfattan dolayı diğer sıfatların da mahkum edilmemesi esas alınmalıdır. Yani mahkum edilecekse sadece o sıfat veya o aza mahkum edilmelidir. Cezayı diğerlerine teşmil etmek adaleti mahzaya aykırıdır.

Bir zaman bir abimiz bu meseleyi okurken ben özetle bunu ifade etmiştim bayağı tepki almıştım. “Nasıl olur cennette ceza mı olur cehennemde ceza olur. Cennet güzellik ve mükafat yeridir” diye beni azarlamışlardı.

Yaşça küçük olduğum için ve hazır cemaatin de baskısı neticesi derdimi anlatamamıştım.

Ama ben biliyordum ki doğru insan cennette mükafatlandırılacaktır. Amenna... Ancak her insanın mükafatı aynı olmayacaktır buna tersinden bakarsak. Bir noktada cezalandırılmış da olacaktır.

Bu fikrimi destekleyen çokça ayet ve hadis var sadece şu hadisi şerif bile tek başına bu manayı ifade etme konusunda yeterlidir. “El ceza-u min cinsil amel.” “Cezalar amelin cinsinden verilir.”

Mesela:
"Dost, dostuyla beraber Cennet'te bulunacaktır." (Sözler-542) sırrını beyan eden sual ve cevap bu meseleye Işık tutmaktadır.

İki kişi ehli iman olmaları gereğince cennete girdiklerini düşünelim. Ancak biri namazlarını tam kılmış, ibadetlerini hakkıyla yerine getirmiş, günahlardan hakkıyla kaçmış. Yani kısacası bütün azalarıyla, duygularıyla ibadet etmiş, tüm ömrünü de öyle geçirmiş… Diğer adam ise diyelim ki; namazını doğru dürüst kılmamış veya kılmışsa da yarım yamalak kılmış, diğer azaları ile birçok günahlar işlemiş. Mesela harama bakmış, haram olan içkilerden içmiş, kulağıyla günah sayılan şarkı türküleri dinlemiş ama ikisi de imanlı olduğu için cennete gitmişler ve beraber bulunuyorlar.

Bu hal elbette Adaleti İlâhiye’ye sığmaz. İkisine de aynı muameleyi, aynı mükafatı vermek doğru değildir.

Elbette birinci kişiye gözünü haramdan sakındırdığı için çok keskin gözler, kulağını haram şarkılardan uzak tuttuğu için çok keskin işiten kulaklar, dilini haram nimetlerden uzak tuttuğu için çok mükemmel tat alma duyusu verilecektir.

İkinci adama ise kulağı az işiten, gözü az gören, dili yiyeceklerin tadını az alan azalar verilecektir. Yani  cennette elbette beraber olacaklardır.  Ama birisine 2 mgp göz verildiği halde diğerine 10 megapiksel ötekine 100 megapiksel hatta belki bin megapiksel gözler verilecektir yani beraber iken aynı tadı, aynı lezzeti, aynı sesi, aynı güzelliği görme imkanı olmayacaktır. Biri en güzel cihazlarla, duygularla donatıldığı halde diğeri daha ilkel ve daha zayıf duygularla donatılacaktır. Fakat herkes halinden razı ve memnun kalacaktır. Çünkü duygular fark edilemez aynı sofrada iki kişi oturur biri bol bol yer her yediğinden zevk alır. Ama diğeri hasta olduğu için hiçbir şeyden zevk almadan kalkar gider.

Söylemek istediğim budur

Cehennemde de vaziyet aynıdır; az günaha az ceza; çok günaha çok ceza... Bir de azalara özel cezalar vardır.

Hadis-i şeriflerde bunlar detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Peygamber Efendimiz (asm) cennet ve cehennemi gezmiş insanların orada nasıl cezalandırıldığını bizzat görmüş ve anlatmış... Bazı insanlar gözlerinden ceza çekerken bazı insanlar göğüslerinden, ayaklarından, ellerinden, başlarından vesair duygu ve azalarından ceza çektiklerini bizzat Peygamber Efendimiz (asm) ifade etmiştir.

“Ve lisan, göz ve kulak gibi âzâların ettikleri hâlis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismânî lezzetler ile verilecektir.” (Şuâlar/301)

Peygamber Efendimizin (asm) miraç dönüşü cennet ve cehennemle ilgili gördükleri ve anlatımlarına bakıldığında mesele daha iyi anlaşılmaktadır.

Anlatımlar orada verilen cezaların bizzat uzuvlara verildiği hangi aza, hangi duygu suç işlemişse direk  onun cezalandırıldığı ifade edilmektedir.

Risale-i Nur'un müteaddit yerlerinde bu mesele detaylı bir şekilde işlenmektedir farklı boyutlarda anlatılmaktadır.

İnsanlar adedince imanın mertebeleri var yani her insanın imanı bir değil. Dolayısıyla her insanın cennet hayatı da bir olmayacak cehennemde de bir olmayacak...

Yedi kat cehennem ve içindeki mertebeler ile 8 kat cennet ve içindeki mertebeler dışında ayrıca insana verilen azaların da farklı olacağı açıktır.

İşte bu ilahi adalettir. Haza adalettir. Adalet-i mahzadır. “Vela teziru vaziretun vizra uhra” ayetinin en güzel uygulamasıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum
  • Ferhan / 16 Mart 2017 Perşembe 19:21

    Sayın Uhut!
    Adalet-i mahzâyı ifade eden وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰي sırrına göre, bir mü'minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair mâsum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu; ve bahusus bir mü'minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü'minin akrabasına adâvetini teşmil etmek, اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ sîga-i mübalâğa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde, nasıl kendini haklı bulursun, "Benim hakkım var" dersin?
    Hakikat nazarında sebeb-i adâvet ve şer olan fenalıklar, şer ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in'ikâs etmemek gerektir..
    ..İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü halde, sevmediğin bir adamın sevimli, mâsum bir kardeşine ve taallûkatına adâvet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat olduğunu, hakikatbîn isen anlarsın.(22.Mektup)
    Bediüzzaa ile sizin anlayışınızın benzeyen hiçbir tarafı y

    Yanıtla (1) (0)
  • Nurettin Huyut / 17 Mart 2017 Cuma 11:33

    Sayın Ferhat kusura bakıyorumda ismimi bile düzgün yazamamışsın bana ayeti yanlış anladığımı söylüyorsun.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ferhan / 17 Mart 2017 Cuma 20:51

    Sayın Nurettin Huyut!
    Siz de benim ismimi" Ferhat "diye yanlış yazmışsınız ama yazdığım şeylere tek bir cevap verememişsiniz. Bakın tekrar ediyorum, yazdıklarınıza destek bulmanız için Bediüzzaman da böyle söylüyor diye onun söylemediği şeye söyledi demenize itirazım var benim. Orijinal metni de koydum, siz bundan istediğiniz manayı çıkaramazsınız çünkü metin avamın da havasın da anlayabileceği kadar çok açık.

    Yanıtla (1) (0)
  • Nurettin Huyut / 20 Mart 2017 Pazartesi 12:38

    Sayın Ferhan bey ben senin sorularına zaten yazının içinde cevap vermişim. Verdiğim cevabın neresini yeterli bulmuyorsunda sloganvari cevap verememişsin diyorsun.
    MESELA sen desen "ben pazar günü dışında diğer günler tatil yapmayacağım" desen bundan şu mana çıkmaz mı? Yani ben diyebilirim "Ferhan" bundan sonra sadece pazar günleri tatil yapacak" senin sözünden böyle bir düşünce çıkarsam bunun neresi yanlış olur?
    Üstadımızın cümlesi de buna benziyor. "bir mü'minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair mâsum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu..." Sözünden de ben o manayı söylemişim. Suçu hangi duygu işlemişse ona adavet edelim ve cezayı da ona keselim diğer duygularına yaymayalım.. Bunda yanlış olan ne ki?

    Yanıtla (0) (0)
  • Ferhan / 20 Mart 2017 Pazartesi 14:10

    Nurettin Bey!
    Üstad o cümlede mümün kardeşine bir cani bir sıfatı yüzünden ona adavet ve kin duygularınına kapılarak düşmanlık beslemenin caiz olmadığını hatta onun işlediği suç yüzünden akrabalarına , aşiretine düşmanlık beslemenin yanlış olduğunu anlatıyor. Suç işleyen duygularına, organlarına ceza vermekten bahsetmiyor. Zaten hangi suça dünyada hangi ezanın verileceği şeriatta belli. Ahirette verilecek cezaları da Allah tayin edecek. Bunları megapikseller ile örnek göstererek anlatmanız yanlış, nereden biliyorsunuz ki ilahi irade öyle ceza verecek. Böyle teferruatlara gerek yok, çünkü kimse nasıl olacağını bilmiyor.
    İnatta bir murattır,siz bilirsiniz.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ayhan KÜFLÜOĞLU / 17 Mart 2017 Cuma 14:33

    2) Ettiğimiz tevbe ve pişmanlıklar, belki Rabbimiz’in af ve mağfiretine ve Cehennem’den kurtulmaklığımıza yarar. Fakat Cennet’teki makam, göreceğimiz şeyler ve alacağımız lezzetlerdeki eksiklik devam eder. Çünkü her sevap ve günahın, dünya ve ahirette mükâfat ve cezası olduğu gibi; ruhta ve bedende ve kaderde bıraktığı izler, karşılık ve sonuçları vardır! Tıpkı babamız Âdem Âleyhisselâm’ın tevbesi kabul edilip, affedildiği hâlde, zelle ve hatasının sonuçlarına katlanması gerektiği gibi. Yani affedildiği hâlde, tekrar eski hâline veya Cennet’e iade edilmediği gibi. En azından bir süre.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ayhan KÜFLÜOĞLU / 17 Mart 2017 Cuma 14:33

    1) Sıklıkla işlenen günahların ağırlık ve kirleriyle, Manevî Vücudumuzdaki bazı hücre veya organlar, duyu veya hisler, kuvve veya lâtifelerin bazıları tamamen ölür! Bunların tamamı veya çoğunun, tekrar canlanması, tedavi ve iyileşmesi de mümkün olmaz! Tevbe – istiğfar, pişmanlık veya keffaret olarak, sonradan yapacağımız iyi ameller de bunları geri getir(e)mez! (Ancak, belki Rabbimiz’in “şefâat”iyle; su-i istimâl ve ihmâlimizle çürütüp – öldürdüğümüz manevî kuvve ve letaif, hücre ve organlarımızın “şifa” bulup, dirilmesi mümkündür ve olabilir. Fakat kimlerin şefaâte kavuşacağı, kimlere şefaât edileceği herhâlde kur’âyla belirlenmeyip; burada da Rabbimiz’in başka şart ve kanunları devreye giriyor.)

    Yanıtla (0) (0)
  • Kenan / 15 Mart 2017 Çarşamba 22:38

    Nurettin Bey!
    Üstad o ayeti tefsir ederken müslümanlar arasında kin ve düşmanlık duygularının ölçüsüzce kullanılmaması için o müslüman kardeşinde bulunan diğer güzel hasletlerini de örnek göstererek bu kötü duygusunu terbiye etmesini amaçlamış, bir tane kötü hasleti için ona düşmanlığın yanlış olacağını ifade etmiştir. Düşmanlık etmek istiyorsan bizzat adavete adavet et demiştir. Buradan sizin çıkarttığınız mana gibi bir mana çıkmaz. O size ait şahsi bir görüştür, Bediüzzaman böyle söylüyor denmez. Bu nedenle "Bediüzzaman Hazretleri Uhuvvet Risalesi’nde bu ayeti kerimeyi insanın duygu ve azalarına indirgeyerek tefsir etmiştir.O’na göre insanın bir uzvu, bir duygusu suç işlemişse mutlaka cezasını da bizzat o duygu veya o aza çekmelidir" sözünüz yanlıştır. Aynı yanlışta hala israr ediyorsunuz. Hem de ahirette verilecek cezaları siz dünyada detaylandırmışsınız, İlahi cezanın öyle verileceğini nereden biliyorsunuz?

    Yanıtla (0) (0)
  • NURETTİN HUYUT / 16 Mart 2017 Perşembe 14:01

    Bir ayetin binler manası var. Senin anlayışına münhasır olamaz. Senin anladığın manaya benim itirazım yok... Sen istersen örnek verdiğim hadisleri ve benzeri konuları Risale-i Nurdan biraz oku belki benim anladığım da hak bir manadır. Öyle hemen kesip atma... Benim anlattıklarımda yanlış olan nedir onu söyler misin? Peygamber efendimizin Cehennemle ilgili hadislerine şöyle bir bak istersen...

    Yanıtla (0) (0)
  • nurr / 15 Mart 2017 Çarşamba 17:55

    Çok doğru bir yorum,kesinlikle ben de katılıyorum

    Yanıtla (0) (0)