Sabri ALTUN
Ayrık otları ve yaşlı kadınlar
Hala babaanne’min dini üzerindeyim.
Dinimi yaşamak ve temel itikadi bilgileri ondan almıştım.
Anlattıkları çok basitti.
“Biz müslümanız. Allah’a ve peygamberine inanırız. ”
Bu cümleyi her nasihatten önce söylerdi.
Sonra nasıl yaşamamız gerektiğini anlatırdı.
Okuma yazması yoktu ama anlattıkları İslam’ın şartlarıydı.
Namaza vurgu yapar, sabah namazına özen gösterirdi.
-“Diğer vakitleri kılmanız kolay ama sabah namazı size ağır gelebilir” derdi.
Sonra kesinlikle yalan söylemememizi belirtirdi.
-“Allah’ın sizi sevmesini istiyorsanız asla yalan söylemeyin” derdi.
Sonra büyük evliyalardan bahsederdi.
-“Kâinatın direkleri onlardır “ diyordu.
Onlarda gücünü Resulullah’tan (asm) alıyordu.
-“Bu nasıl oluyor” diye sorduğumda:
-“Oğul her şeyi gözlerinle göremezsin. Biz Allah’ı gözlerimizle görüyor muyuz? Ama varlığını biliyoruz. Biz dünyanın görünen kısmındayız. Onlar görünmeyen kısımlarda da yaşıyorlar. ”
Kürtçe bu dünya ya “dünya ronık” diyordu.
Yani gözlerin görmesine uygun yaratılan dünya…
Perdelerden bahsederdi.
Çok sonralar anladım ki; Mülk ve melekût âlemlerini tarif ediyormuş.
Boyut farkını anlatıyormuş.
Hani Bediüzzaman hazretlerinin anlattığı bir silsile var ya.
Cansız, canlı ve insan silsilesini tarif ederken…
Bir varlık insan mertebesine çıkana kadar görünen dünya vardır.
Sonra insan İslamiyet’le buluşunca melekût boyutu da devreye girer ve insanın mahiyeti genişler.
Sonra insaniyeti kübra, sonra imanın mertebeleri, sonra Marifetullah boyutu, sonra muhabbetullah, sonra zevki ruhani diye devam eden sınırsız âlemlerde insan seyeran eder.
Yani insan İslamiyet’le bütünleşince melekut boyutu devreye girer.
O yoksa Müslüman olmanda bir eksiklik vardır.
Zira İslamiyet “gayba” inanmayı emreder.
Fakat çağın hastalığına yakalanan aklı gözüne inmiş allamelerimiz(!) her şeyi sadece akıl süzgecinden geçirdiği için bu derinliği anlamazlar.
Hatta kabul etmezler.
Bunun içindir ki evliyalar devre dışı bırakılmaya çalışılıyor.
Bunun içindir ki Resulullah’ın (asm) madde ile mana âlemini birden temaşa edip o şekilde davranmasını kabul etmiyor ve hatta bunun içindir ki Resulullah’ı (asm) ve hadislerini hâşâ miadı dolmuş gibi Kur’an’ın etrafında sökmeye çabalıyorlar.
Ve güya bunu Kur’an’a hürmeten yapıyorlar.
Hatta utanmadan, sıkılmadan bedir savaşı esnasında inen bazı ayetleri hâşâ Resulullah’ın (asm) anlamadığını söyleyecek kadar cüretkâr davranabiliyorlar.
Hani prof olmuşlar ya…
Güya “indirilmiş din ile uydurulmuş dini” birbirinden ayırmaya çalışıyorlar da inen dinin kendilerine indiğini sanacak kadar ilmi bir enaniyet gösterip, 1400 senedir hiçbir İslam âlimi anlamamış da kendileri anlıyorlar havasındalar.
* * *
Çok verimli bir tarla düşünün.
Zamanında bakımını yapmazsanız bir anda ayrık otları dolar.
Bu otlar öylesine çoğalır ve büyür ki asıl ürün ortada gözükmez.
İşte uzun zamandır bakımı yapılmayan İslam tarlasında her tarafı ayrık otları sarmıştır.
Sefine-i Rabbaniye’nin hademeleri misali İslam tarlasının hizmetçilerinin gafleti sonucu bu hal yaşanmaktadır.
Hakikatin gür sesi kısılırsa silik sesler nara gibi duyulur.
Öyle ise “hakikat-i islamiyenin” içindeki cereyanlara sahip çıkmak adına ayrık otları ayıklamak gerekmektedir.
Bununda yolu nur talebelerinin asli görevlerini yerine getirmekten geçer.
Bu görevlerde sadece ikidir ;İman ve İslamiyet…
İman ile ilgili olarak düşman bile Risale-i Nur’a bir laf edemez.
Kaldı İslamiyet…
İslamiyet’te ise şu an saldırıya maruz kalan kısımlar var.
Onlarda Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle “ince fakat ehemmiyetli” esaslardır.
“Risaletü'n-Nur, gerçi umuma teşmil suretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslamiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hadisatın fetvalarıyla onlar terk edilmez. ” (Kastamonu Lahikası. 53)
* * *
Yine rahmetlik babaannem’e dönecek olursak;
Adeta “Aleyküm bidîni’l-acâiz” yâni, “Âhirzamanda, kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli itikatlarına tâbi olunuz. ” Hadisi şerifin tecesüs etmiş haliydi.
Okuma yazması yoktu.
Düşünce ve fikir olarak hiçbir kire bulaşmamıştı.
Son derece sıradan bir insandı.
Ölene kadar hiçbir sarsıntı yaşamadı.
Çünkü halı alemden uzaktı.
Daha sonra meslek itibarıyla birçok yaşlı kadınlarla konuştum.
Hemen hemen hepsi aynı çizgideydi.
Bilgi yok, ilim yok, hatta bazı hurafeleri bile barındırıyorlardı.
Sonra bu hadisi düşünürdüm;”Neden Resulullah, Müslümanları yaşlı kadınlara yönlendiriyor?” diye.
Ahir zaman gibi dehşet bir çağda ümmetin yol göstericileri neden bunlar oluyor?
Bu son zamanlarda “selefilik” adı altında hortlatılan fırkayı dallelerden beslenen akımları görünce ve bu akımlara koca koca ilim adamlarının da dâhil olduğuna şahit olunca bu yaşlı kadınların neden önemli olduğunu anlamaya başlıyorum.
Şunu da anlıyorum ki çok bilmek mesele değil.
Çok bilmek ancak sağlam zemin üzerinde insana bir şeyler katar.
Çok bilmek ilmi bir enaniyete dönüştüğü zaman, âlim kişi hem kendisini hem ümmeti uçuruma yuvarlatır.
Meğer mesele çok bilmek değil, mesele saflaşmaktır.
İblis’de çok şey biliyordu.
Hatta iblis Kur’an’ın anlattığı şekliyle cenabı hakla konuşacak kadar bir muhattabiyeti bile vardı.
Ama enaniyeti ona lanetten bir tasmayı boynuna taktırdı.
Ve şeytan oldu.
Dün çağımızın bu çok bilenleri, İslam’a mal olmuş âlimleri, evliyaları, mücedditleri reddettiler.
Bunlar bir tas suda boğulmayınca bu gün hadisler reddedilmeye başlandı.
Yarın hâşâ Resulullah (as) reddedilecek.
Ve öbür gün Kur’an rafa kaldırılacak.
Eğer İslamiyet bu tür ayrık otlarından temizlenmezse bir sonraki gün kıyamet kopacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.