Ayşenur KAHVECİ
Kime Göre? Neye Göre?
-Evlilik ve çift danışmanı-
“Nedir sizi buraya getiren sebep?” derim başlarken.
“Sormayın Ayşenur Hanım ya! Ne aksilikler geldi başımıza son zamanlarda! Hangi birinden başlayayım ki bilemiyorum” gibi cevaplar alırım genelde.
Biz bir şekilde başlarız seanslara da, bugün yazıma şu “aksilik” kelimesiyle başlamak istiyorum müsaadenizle. Size de çok tanıdık gelmiyor mu hem? Bi düşünsenize… Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız… Vaktimizin her saati belki… Aksiliklerin yuvası olmuş gibi hay aksi!
İşte şimdi, tam da burasıyken yeri, hayatımızın salonuna, en görünen duvarına altın yaldızlı harflerle yazıp asmalı şu ayeti:
“O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir.” En’am Suresi
Evet, En’am suresi. Yani beni Yaradan’ın, hadiseleri Yaradan’ın, zerreyi ve de güneşi Yaradan’ın kudreti! Hakikat budur işte, budur iradesi! Daha var mı ki ötesi berisi! Öyleyse kime göre, neye göre bu aksilik hikâyesi?
Cenab-ı Hakk’ın kusursuz olduğuna, hatadan hâli, ayıptan beri, kusurdan münezzeh olduğuna “iman ettik” der de dilimiz, belki dolar bile gözlerimiz, titreyiverir ve de kalbimiz, ancak vazife sırası akla gelince hep “pas” der çok bilmiş zihnimiz.
Eğer keyfimizi kaçırıyor diye, Rabbimizin bizim için irade buyurduklarına “hay aksi” dersek, bu ne hadiseleri doğru okuyabildik, ne de kulluğumuzu, imanımızı konuşturabildik demektir.
Yanlış anlaşılmasın, insanların cüz’i iradelerini yok saymak değil bahsettiğim. Ona rağmen hoşumuza gitmeyen neticelerle muhatap olmanın incelikleri anlatmak istediğim. Vardır ya bir formülümüz:
Niyet+Gayret=Kısmet
Kısmet kısmından bahsediyorum işte azizim!
Çoğu zaman niyet ederiz, gayret ederiz de “kısmet bu ya” diyemeyiz.
Halbuki; “Bu, Rabbimin bana gönderdiğidir!” dememiz gereken yerdeyiz. O istemeden yaprak yere düşmezken, benim başıma gelen bu hadiseler O’nun izni ve iradesi haricinde gelmiş olabilir mi? Şu koca kainatta her ne O’nun izni ve haberi olmadan olmuş ki, benim canımı sıkan bu şeyler O’ndan habersiz olsun! Madem O’nun izni ve iradesi ile gelmiştir, hoş gelmiş safa gelmiş deyip hoşâmedî etmek. Can sıkıntısı değil, Rahman’ın ışıltısı diyebilmek. İşte bütün mes’ele bu. Bu durumda olaylara yüklediğimiz manalar değişir, manalar değişince duygularımız değişir, duygularımız değişince davranışlarımız değişir. Zaten elimiz kısa, kuvvetimiz nakıs, sonsuz fakr ve acz ile yaratılmışken, değiştiremeyeceklerimizi değiştirebileceğimizi zannetmek tehlikesinden de kendimizi kurtarmış; değiştirmeye çabalamak yorgunluğundan da azad etmiş oluruz. Sahi çok yorucu değil mi her şeyin bize göre, istediğimize göre olması için çaba sarf etmek. Duracağı yeri bilmeli insan. Elinden geleni yaptıktan sonra neticeyi kabullenmeyi öğrenmeli insan.
Değişimden bahsetmişken size iyi bi’ haberim var; bilir misiniz ne der psikoloji;
Hayatta değiştiremeyeceğimiz şeylerin olduğunu da kabul etmek en büyük değişimlerin başlangıç noktasıdır. En kıymetli olgunluk merhalelerindendir. Hele bir de o değiştiremeyeceklerimizin hâkimiyet ve tasarrufunun, gözümüze göründüğü kadarıyla sebeplere ait değil de, alemlerin Rabb’ine ait olduğunu bilmek, her şeyin O’nun kontrolünde gerçekleştiğini bilmek, “Öyleyse mutlaka hayır ve hikmetlerle donatmıştır da, öylece göndermiştir” diyebilmek… Galiba kuş olup uçmak gibi bir haz…
Velhasılı; Hakîm-i Mutlak’tan abes iş gelmez. Allah’a karşı su-i zan etmeyi bırakalım. Değişim istiyorsak düşüncelerimizden başlayalım ve böylece Bediüzzaman Hazretlerinin de tarif ettiği; güzel görüp güzel düşünen, güzel düşünüp hayatından lezzet alan o kişilerden olalım.
Hayatımızdaki aksiliklerden (!) kurtulmanın reçetesi tam da budur.
Şimdi bir daha soralım öyleyse kendimize:
“Kime göre, neye göre aksilikti?”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.