Hekimoğlu İSMAİL
Babam ve ben...
Babam kasaptı...
Bir sığırı, ne kadar büyük olursa olsun, en çok yarım saatte keser parçalardı. Amma benim kasaplığı öğrenmeme müsaade etmedi, "Kasaplık yapmayacaksın!" derdi. Erzincan'dan ayrılmamı, arkadaşlarımdan uzaklaşmamı istiyordu. Gerçi ben çevreme bakıp "Böyle olmayacağım." demiştim. Çevremden farklı olmak için de çalışmalara girişmiştim. Mesela bir sandık dolusu kitabım olmuştu; yani o sandığı iki kişi zor kaldırıyordu. Annem, bu halimden korkuyordu, "oğlum bu kadar okuma, aklına zarar verir" derdi; babam da "sen karışma" derdi.
Babamı sıtma tutardı. Her ikindi vakti nöbet gelirdi, titrerdi, perişan olurdu. Doktor yok, hastane yok. İmkânlar kısıtlı... Bazı ahmak arkadaşları ona demiş ki: "Bir yıl beklemiş rakı iç, iyileşirsin." Köyümüzün mezarlığı vardı. At arabasıyla oraya gittik. Babam ayağa kalktı. Bir elinde de rakı şişesi var... Aynen şöyle dedi: "Allah'ım! Bunu haram etmişsin. Bu hastalığı da sen verdin. Bana şifa ver. Bu rakıyı bana içirme Allah'ım!" Sonra şişeyi fırlatıp attı. Ve arabaya oturdu. 'Köye gidelim' dedi, arabayı sürdüm...
Köye indik. Babamı sıtma tutmadı. Ertesi gün de tutmadı... Babam bir daha sıtmadan titremedi. İyileşti... Allah'ın mucizesi...
Babamın unutamadığım bir tarafı vardır: Namazlara imamdan evvel gider, camiyi açar, sobayı yakar, imamı beklerdi. Namazlarını hiç kaçırmazdı. Bir gün yine dükkândan çıkmış, camiye gidiyor, ortağı da dükkânda mangal yakıyor, et kızartıyor, arkadaşlarını topluyor, içki içiyorlar. Babam "Geç geleceğim." dediği halde, erken dönüyor, dükkâna girer girmez bakıyor ki içki sofrası var. Babam o ortağıyla ilişkisini kesti. Onun bu tavrı bize de tesir etti. Ömrü hayatımda, mesleğimden atılma pahasına, ağzıma içki sürmedim. Mesela bana diyorlar ki: Çocuklarımıza İslam'ı nasıl anlatalım? Doğrusu bu soruya şaşırıyorum. Babam bize hiç nasihat etmedi amma davranışlarıyla, yaşayışıyla bana örnek oldu. Ben de diyorum ki: Çocuk kulağından terbiye olmaz, gözünden terbiye olur...
...
Gençlik yıllarımda bir gazete parçasında tank okuluna öğrenci alınacağını okudum. Askerlik şubesine gittim. Bu okula girmek istediğimi söyledim. Onlar da bazı evraklar istediler. Götürdüm hemen verdim. Ne annemin ne babamın haberi vardı... Kimseye söylemedim. Bir süre sonra okuldan yazı geldi. Bir ay sonra Ankara'da okulda bulunmam isteniyordu. O zaman söylediğimde babam, "Her şey olup bitmiş, söyleyecek bir şey yok" dedi. Annem de memur olacağıma çok sevindi. Bir bavul dolusu peksimet yaptı. Bavulu aldım, Ankara'nın yolunu tuttum. Bir ucuz otelde yer buldum. Bir ay boyunca sadece annemin peksimetlerini yedim ve su içtim. Sınavları kazanıp okula girince, ilk maaşımın elli lirasını babama gönderdim. Ondan sonra her ay maaşımın yarısını anneme babama gönderdim. Böylece geçimlerini sağladılar. Nasıl dua ederlerdi... Hem nasıl dua... "Boş keseye el sokmayasın" diye dua ederlerdi. Ömrüm boyunca geçim sıkıntısı çekmedim.
Babam hastalandı, zatürre oldu, vefat etti. Vefatında yanında değilim. Babamın eksikliğini çok hissettim. Eğer babam ve annem sağ olsaydı, her zaman onlarla beraber olmak isterdim.
Babamı çok özlüyorum... Neyini mi özlüyorum?..
Yanımda olsun, hizmet edeyim... Anama babama hizmet etmeyi özlüyorum...
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.