
Bahri YAĞMUR
İslam’ın derdi beni yedirmiyor…
“Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım: O gün akşama kadar İslam’ın garibliğine, müslümanların inhitatına ağladım, ağladım…” diyor Mehmet Akif bir şiirinin başında…
Fedakarlık diye geçer lügatlarda, hamiyet. Öyle ki çocuklarına isim olarak koymuş bu güzel kelimeyi ecdadımız, asırlar öncelerinden.
Kendini başkası için, ailesi için, milleti için, cemiyet için feda etme, yok sayma, yok olma, bu uğurda gerektiğinde nedensiz ve niçinsiz, seve seve, bile bile ölümün üstüne gidebilme, ateşe atılma, her haliyle kendini feda etme.
Sıddık-ı Ekber’in ifadesiyle “Cehennemde vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imâna yer kalmasın.”
Bu anlamda Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhum feragate, hamiyete dair şöyle diyor: “İslâm bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır olacak.”
Bu manayı Bediüzzaman’ın, “Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin îmânı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Kur'ân'ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” şeklindeki cümleleriye tezahürünü görüyoruz. Cemiyet, için ümmet için Cennet’ten ve Cennet lezzetlerinden geçebilmek hatta Cehennemin alevlerine razı olabilmek…
Sanırız büyüklerdeki hamiyet de onların büyüklükleri nisbetinde değişiyor. Yine bu anlamda Bediüzzaman’ın hayatından müthiş bir kesit karşımıza çıkıyor… Alem-i İslam’ın derdi, sıkıntısı hamiyet namına onda ne uyku bırakıyor, ne de yemek yeme iştihası…
Bunu Prof. Dr. Şener Dilek beyefendi bir sohbetinde şöyle nakletmekte:
"Erzurum'da bir zatı ziyarete gitmiştik. Pasinlerin Korucuk Köyünde Hacı Münir isminde yaşlı bir zât. Üstad Hazretleri Van'dan sürülürken orada onun evinde iki gece kalmış, konaklamış, yatak sermişler, yemek getirmişler. Üstad ne yemek yemiş, ne de yatağa yatmış. Sabaha kadar iltica ile gözyaşı ile ibadet etmiş. "İkinci günü ben geldim" diyor, Hacı Münir, "Yatak bozulmamış yemek de yenmemiş." Ben bunu aynen onun ağzından işittim. Yatakta, hasta ve epeyce yaşlıydı. 90 küsur yaşında vefat etti Allah rahmet etsin. O anlatıyor: "Bir gün ben geldim, baktım yatak bozulmamış. Dedim ki "Seyda bilirsin ki şarkta misafir yemek yemese ev sahibi rahatsız olur. Allah'ını seversen benim ekmeğimi ye" dedim. Böyle çok ısrar edince, "Biraz yoğurt getir" dedi. Bir kese yoğurt getirdim, yalnız o yoğurttan iki kaşık yedi. "Seyda nedir. Sendeki bu hal?" dedim. "Kardaşım bu milletin omuzuna inen belâ, musibet Cehennem ateşinden daha şiddetli bir belâdır. Bende ne uyku kaldı, ne de yemek yeme iştahı" dedi. Bu millete gelen belayı bir düşünün. Osmanlı yıkılıyor, altıyüz sene İslâma hizmet eden Osmanlı param parça ediliyor. İşte bu milletin omuzuna inen belâ, Cehennem ateşine denk bir belâdır, ben de ne uyku, ne de iştah bıraktı."
Hamiyet… Hamiyetkar insanlar… Onların iliklerine dek sinen hamiyeti İslamiye… Varını, yoğunu vatan, millet, din, iman, Kur’an yolunda karşılıksız harcayan, bizim havsalalarımıza sığmayacak civanmertlik numuneleri gösteren, anadan, yardan, serden geçen mert, o er oğlu erler…
İnsanın büyüklüğü fedakarlığı nisbetinde olurmuş. Dava uğruna neyimizi, hangi yolda, nasıl feda edebiliyoruz, nelerimizden, nasıl geçebiliyoruz, maddemizle, manamızla bu işin neresindeyiz düşünme zamanı…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.