Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ
Bakış Açısı Hataları-Bakış Açınızı Nasıl Değiştirebilirsiniz?
Mimar Sinan, “ustalık eseri” Selimiye’nin inşaatı sonrasında karşısında oyun oynayan küçük çocuklardan birinin arkadaşına “Şu minare eğri yapılmış” dediğini duyar.
Çocuğa “Göster bakalım hangi minare eğri olmuş” dediğinde, çocuk “Şu sağ taraftaki minare eğri” diye gösterir.
Mimar Sinan çocuğun yanında ustalara talimat verir ve “Bize bir halat getirin” der.
Sonra halatın bir ucunu minareye bağlatır. Küçük çocuğu yanına çağırır ve şöyle söyler: “İşçiler şimdi halatı çekerek minareyi düzeltecekler. Minare düzelince sen de tamam diyerek bizleri uyar.”
İşçiler halatı çekmeye başlar ve biraz sonra küçük çocuk, “Tamam düzeldi!” diye bağırır.
Mimar Sinan çocuğa “Şimdi tamamen düzeldi mi?” diye sorunca, çocuk da “Evet düzeldi, şimdi daha güzel oldu, bak” diye cevap verir.
Ustalar bu olaya anlam veremez.
Bunun üzerine Mimar Sinan’ın ustalara söylediği şey neden Osmanlı’nın en büyük mimarı olduğunu küçük bir detayla kanıtlar niteliktedir:
“Bu küçük çocuğun kafasındaki minarenin eğriliğini düzeltmeseydik, çocuk caminin yanından her geçerken güzelliğini göremezdi. Kafasındaki minarenin eğriliğine takılırdı. Önlem alınmazsa, dedikodular aslı astarı olmasa bile iz bırakırlar. Böylece caminin adı da eğri minareli cami olarak yayılırdı.”
***
Mutluluğun veya hüznün kaynağı nedir?
Hayatımızı şekillendiren en büyük etken; kişilere, olaylara veya fikirlere olan bakış açımızdır.
Baktığımızda gördüklerimizdir.
Beyinde teşekkül etmiş kalıplarımızdır.
Mihengimiz; miyop veya hipermetrop gözlüklerimizdir; savunduğumuz değer yargılarıdır.
Mutluluğumuz da hüzünlerimiz de kendi bakış açımıza göre yapmış olduğumuz değerlendirmelerimizin mahsulüdür.
Duygularımızı ve aklımızı nasıl yönettiğimizle ilgilidir. (Altıncı Söz ve Dokuzuncu Mektup)
Çünkü varlıkların birden çok görünüşü vardır.
Her cismin şekline göre pek çok görünürlük biçimi vardır.
Cismin nerede nasıl durduğundan çok, bizim o cisme bakmak için durduğumuz yer önemlidir.
Buna göre, başparmağınızı bir dağa tutsanız, 5 cm. uzunluğundaki o parmağınız Ağrı dağından uzun görünebilir.
Çünkü gözünüze yakın olan parmağınızdır.
Demek, durduğunuz yer ve konum bakışınızı etkileyecektir.
Yanlış bir şey algılıyorsanız baktığınız şeye değil, bulunduğunuz yere; konuma, açıya, perspektife ve ışık boyutuna iyi bakın; doğru yerde misiniz?
Buna göre, hayatımızı aslında yaşadığımız olaylar etkilemiyor; kendi değer yargılarımız; bakış açımız (perspektif) yaptığımız değerlendirmeler etkiliyor.
Değer yargılarımız, perspektifimiz, adesemiz, mihengimiz bizde mutluluk da üretebilir, kâbus da; evham da üretebilir, şüphe de…
Bu tamamen bize bağlı…
Yaşadıklarımız hayalimize, zihnimize ve beynimizi davet ettiklerimizdir, onları beynimize biz davet ettik.
Baktığımız yer, durduğumuz nokta, hayatımızı zehir edecek kadar kötümser, pollyannacılık oynayacak kadar iyimser yapabilir.
***
Sanatçılar durduğumuz noktanın önemine dikkat çekmek için bazı prensipler üretmişlerdir.
Tasarımcılar, mimarlar, sanatçılar her bir kararın ortaya çıkacak eseri yanlış yorumlamalardan korumak için bazı ilkeler geliştirmişlerdir.
Tasarımcılar, web sitelerindeki ve diğer ara yüzlerdeki içeriği estetik açıdan hoş ve anlaşılması kolay olacak şekilde düzenlemek için buna çok önem veriyorlar.
Toplumda “kim” olduğunuz değil, “nasıl” algılandığınız gibi…
Ne söylediğiniz değil, nasıl anlaşıldığınız önem kazanıyor.
Gestalt Prensipleri - İnsan algısının ilkeleri/yasaları
İnsan gördüklerinin örüntüsünü ya ayrıştırarak, ya gruplayarak, ya da basitleştirerek anlamaya çalışıyor.
Alman psikologlar Max Wertheimer, Kurt Koffka ve Wolfgang Kohler, 1920'lerde, insanların etraflarındaki kaotik uyaranlardan tipik olarak nasıl anlamlı algılar kazandıklarını anlamaya çalıştılar ve bir dizi sonuçlara ulaştılar.
Yaptıkları şey, aslında, kâinattaki düzensizliğin de düzenin bir parçası olduğu; böylece “düzensiz” diye bir kavram kullanmanın gereksizliğini ortaya koydular.
Buna "Gestalt prensipleri" adını verdiler. Bu, Almancada "Birleşik Bütün" anlamına geliyordu.
Buna göre, zihin, bir dizi bireysel öğeyi bir bütün olarak algılayarak, gözün gördüklerini bildirir.
Söz konusu bilim insanlarından biri olan Kurt Koffka şöyle demişti: “Bütün, parçaların toplamından başka bir şeydir.”
Dünyayı anlamamız, etrafımızdan gelen uyaranların tek tek yorumlanması ile değil uyaranların bir bütün olarak algılanması ile oluyor.
Diğer bir deyişle bir bütün onu oluşturan alt birimlerin toplamından farklıdır.
Tıpkı kimliğimizin şekillenmiş hali olan göz, kaş, saç, burun, kulak ağız çene vb. tek tek bakıldığında çirkin, anlamsız iken; bir araya geldiklerinde tamamen farklı bir görünüm oluşuyor.
Gerçekten de bütün onu oluşturanların toplamından farklıdır. Hatta bütünde olan güzellik, onu oluşturan parçalarda bulunmayabilir.
1920’lerde Mesnevi-i Nuriye’yi yazan Bediüzzaman “İcmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilatında yoktur.” diyerek günümüz tasarımcılarına mesaj gönderiyordu:
“İ'lem eyyühe'l-aziz! Tefekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor.
“Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilât ile tetkikat yap.”
“Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme.”
“Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.” (Mesnei-i Nuriye, Zeylül zeyl)
Alman psikologlar Max Wertheimer, Kurt Koffka ve Wolfgang Kohler, 1920'lerde, insanların etraflarındaki kaotik uyaranlardan tipik olarak nasıl anlamlı algılar kazandıklarını anlamaya çalışıp bir dizi sonuca ulaştıkları “Gestalt (Geştalt okunur) prensipleri” adı verilen bakış açılarımızın sosyal boyutunu anlamak için 4 prensibe bakalım:
1- Kapanış İlkesi
İnsan şekillerde “Bütünü” görmeyi tercih eder. Bu yüzden bir görüntüyü algılamak için, öğeler arasında boşluk olsa bile, beynimiz bu boşlukları otomatik olarak dolduruyor; böylece önce bütünü algılıyoruz; sonra ayrıntılardaki boşlukları tamamlıyoruz.
Aşağıdaki örneklere bakalım:
Panda resminde çizgiler ve genel çerçeve net iken, resimde de gördüğünüz gibi, bir bütün olarak resmin ne olduğu fikrine, ancak kendi birikimlerimize benzeterek ulaşabiliyoruz.
İkinci resimde ise, bu resme kimimiz köpek, kimimiz at, kimimiz zebra diyecektir. Çünkü her birimizin bilgi birikimi nesneleri beynimizde nasıl kodladığımızla ilgilidir.
Aslında pandada veya at figürünün teşhisinde olduğu gibi, yaşadığımız olaylar örgüsündeki şaşkınlığımızı, yanlış-doğru arasındaki “git gel” durumları sosyal hayatta sıkça yapıyoruz.
Parçaları, önce beynimizde daha önceki öğrenmelerimizden elde ettiğimiz bütün üzerinden hayal ediyor, sonra da parçaları birleştirip bir yargıya veya sonuca ulaşıyoruz. Daha önceki bilgi birikimimiz bazen beynimizde kalıplar oluşturuyor ve bizi ön yargıya sürükleyip sosyal hayatta kötü durumlara sokabiliyor.
Komplo veya gerçek teori üretenler, resmin tamamını görenler, sentezleme yeteneği yüksek insanlar, özellikle kadınlar bu tür düşüncelerde başarılıdırlar.
2- Yakınlık İlkesi
Aynı kapalı bölgede bulunan elemanları gruplandırma eğilimindeyiz. Çünkü bilişsel sistemimiz birbirine mekansal ya da zamansal olarak yakın elemanları anlamlı bir bütün oluşturması için gruplamaktadır.
Örneğe bakalım:
Aşağıdaki küçük ancak dağınık siyah kareleri bir düzene sokmadığımız sürece onları algılamamız zordur. Beyin zor şeyleri sevmez. Bu 9 kutucuk yakınlık kuralı gözetilmeksizin yerleştirilmiştir. Dolayısıyla ayrı ayrı şekiller olarak algılanacaklardır.
Ancak bir sonraki figürde gördüğünüz gibi, benzerleri gruplarsak daha doğru ve hızlı algılayacağımızı düşünüyoruz. Kutucuklar bu şekilde yerleştirildiklerinde ise bütünlük sağlanıyor. Halen ayrı ayrı şekiller olmalarına rağmen bu kez bir grup olduklarında daha kolay algılıyoruz.
Bu ikinci ilkenin sosyal hayata bakan yönü oldukça fazladır.
İnsanları sosyal olarak anlamak için onu ailesine, kavmine, inancına, rengine, ırkına vb. göre gruplayarak anlamaya veya ön yargılarımızı doğrulamaya çalışıyoruz.
“Nerelisin?” veya “Ne iş yapıyorsun” gibi sorularla kişileri beynimizde “kim kimdir?” kategorilerinin yer aldığı kataloglara sokmaya çalışıyoruz.
Tabii ki bu durum bir zulme kapı açacağı gibi, ayetin hükmüyle “Birbirini anlamaları, tanışmaları ve dünya barışını sağlamları” için kabile kabile yaratılmanın sırrını da taşıyor.
3- Benzerlik İlkesi
Bilişsel sistemimiz benzer elemanları anlamlı bir bütün oluşturması için grupluyor. Gruplama işlemi renk, büyüklük ya da şekle göre olabilir.
Aşağıdaki şekil aynı objelerden oluşmasına rağmen farklı algılanmaktadır.
Bunun sebebi şekillerin renk benzerliğinden kaynaklanmaktadır.
Yakınlığa ya da büyüklüğe göre nesne bir bütünlük oluşturur.
Sosyal hayatta insanları gruplama sebepleri arasında, benzerleri aynı sepete koyma eğiliminde olmamızdır. Bu, insanın, algısını zorlamadan yapabileceği en kolay yoldur.
Sosyal hayatta kendimize benzemeyenleri benzeyinceye kadar baskılamamız bu sebepledir. İnsan türü benzerlerine yakın ilgi duyma eğilimindedir. Cezbe ve cazibenin kaynağı benzerliktir.
Haydi, cevap verin bakalım:
Aşağıdaki resimde görülen hayvan hangisidir?
4- Desen – Zemin İlkesi
Görsel bir nesneye bakıldığında içsel olarak 2 farklı yapı görme eğilimi söz konusudur.
Hem görselin ön planındaki figür, hem de arka plan ayrı birer katman gibi algılanır.
Arka planda olan imajı asıl imaj olarak algılayabilir veya ön plandaki figürü önce algılayıp diğer katmanı arka plan olarak düşünebilir.
sosyal açıdan baktığımızda, insanları bulundukları topluluk, dernek, vakıf, parti, cemaat, tarikat vb. durumuna göre yargılama eğilimindeyiz.
Her birey bir desenken, bulunduğu zemine göre kişinin algılanması, hakkında yeni etiketler oluşmasına sebep oluyor. Biz de bu etiketleri kullanıyoruz. Kişinin arkadaşları bir zeminken, bu zeminde onlarla birlikte görünmek o gruba yakıştırılan etiketin benzerinin de kendisine yapıştırılma sebebi olabilir.
Gestalt ilkelerinden Bediüzzaman’ın Ayine Analojisine
Gestalt ilkeleri sosyal boyut için üretilmiş teoriler değildi. Sosyal boyutta insanlar üzerindeki izlenimlerimiz sonucu toplumsal yargılara ulaşmanın kolayca mümkün olduğunu göstermek için yazdım.
Aslında bu yazılanlar “Yirmi İkinci Mektup” olan Uhuvvet Risalesinin bir başka şerhi olabilir.
Gestalt prensipleri daha sonraları çoğaltılmıştır. Konuyla ilgili internette çok sayıda kaynağa ulaşabilirsiniz.
Bu dört ilke üzerinden insanların durduğu yerden, bulunduğu fikirsel grup görüşlerinden, baktığı kişi ve nesnelerden nasıl da etkilenip, kendi yargılarını ve önyargılarını oluşturmada ne denli etkisi olduğunu anlatmak niyetim.
Gestalt ilkeleri “hakikat ile hayallerin”, “gerçeklik ile sanallığın” bir çarpışmasını ifade ediyor.
Bu durum, olaylara, kişilere ve fikirlere karşı vazgeçilmez bir tutum olan “kâmil adalet” ve “adalet-i mahzanın” yansıması şeklinde olmazsa, buradan bir zulüm ortaya çıkacağını öngörebiliriz.
Risale-i Nur bakış açıları sunma açısından zengindir.
Böyle bir zulme düşmemek için Bediüzzaman Prensipleri birer yol gösterici, birer pointerdr.
Bir bakalım:
Risale-i Nur, eşyaya, olaylara, kişilere nasıl bakmamız gerektiğine dair gözümüze farklı gözlükler takıyor.
Risale-i Nur bir optik dükkanı gibidir.
Bir “mücevherat dükkanı” olduğu kadar, bir optik dükkanının da dellâlı olan Bediüzzaman, kimi miyop kimi hipermetrop veya astigmat olmuş, farklı görme derecelerindeki insanlara uygun gözlük takarak hakikati görmesini güçlendiriyor.
Güzel görmeyi, güzel manalar çıkarmayı ve güzel düşünmeyi sağlıyor. Mutluluğun formülü bu değil mi zaten?
Mutlu insanlar ülkesi olmak, insanca yaşamak, hakkın hatırını âli tutarak bireysel ve toplumsal hukuku öne çıkarmak ve nihayetinde iyi bir kul ve dürüst bir toplum oluşturmak için kişilerin periferik görmesini sağlıyor.
Bunun için Bediüzzaman’ın “görmeye dair” 4 temel ilkesine bakalım:
1-) Bediüzzaman’ın “Herkes âyinesinin müşâhedatına tâbidir.” İlkesi (Münazarat)
“Herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor.” (YirmiÜçüncü Lem’a, Hatime)
O halde itikad-ı kalbîyi müsbete dönüştürmekle bunu başarabiliriz.
2-) Bediüzzaman’ın “Altı Yönlü Bakış” İlkesi
“İşte şimdi biz geldik şu âlem-i vücuda, o sahrâ-yı hâile. Gözümüz de açıldı, şeş (altı) cihette biz baktık. Evvel istîtafkârâne önümüze bakarız.”
“Hakikî bütün elem dalâlette, bütün lezzet imandadır. Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat” (Lemeat)
Altı yönlü (şeş cihet) bakış, kişiye bir gavvas (dalgıç) merakını ve eyleme geçme cesaretini verir. Gavvas olan kişi bilimsel metodloji çerçevesinde basardan basirete kolaylıkla geçebilir; hata payını istatistiki olarak en az 0,01 düzeyinde minimize edebilir.
3-) Bediüzzaman’ın “Açık Gözle Bakış” İlkesi
Gözünü aç, kafa fenerini bırak, gündüz gibi i'caz ışığı içinde şu âyetin mânâsını gör. O âyetin semâsından bir hakikat yıldızı al, senin başındaki şeytana at, kendi şeytanını recmet. Biz dahi etmeliyiz. (Onbeşinci söz yedinci basamak)”isaletü'n-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar." Kastamonu Lahikası, 5. mektup)
“Bir şahıs, kudret-i Ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar.” (İşaratul İ’cz, Fatiha tefsiri)
4-) Bediüzzaman’ın “Kalp, ruh, akıl gözüyle Bakış” İlkesi
Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş.” (Mesnevi-i Nuriye, Girişi)
Sonuç: Yargı, Önyargı ve Kültürel Faktörler
Bu yazıda Gestalt algı prensipleri ile Bediüzzaman algı prensiplerinden söz etmemizin özeti şudur:
Algılarımız, değer yargılarımız, çoğu kere duyumlarla inşa edilen, ancak kendi deneyimlerimizden, yargılarımızdan, önyargılarımızdan ve kültürlerimizden etkilenip, kişiden kişiye çok farklı sonuçlar doğurabilir özelliklerdir.
Araştırmalar, örtük ırksal önyargı ve klişelerin algıyı etkilediğini ifade ediyor.
Buna en iyi örneklerden biri bazı ABD’de sıkça yaşanan zencilere yönelik ayrımcılık ve ırkçılığın geldiği vahim boyuttur.
Polisler üzerinde yapılan bir çalışmada, siyah olmayan katılımcıların silahları daha hızlı tanımladıkları ve silahın görüntüsü siyah bir kişinin görüntüsüyle eşleştirildiğinde, silah olmayan nesneleri bile silah olarak tanımlama ihtimalinin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. (Payne, Shimizu, & Jacoby, 2005).
Ayrıca, beyaz bireylerin bir video oyununda silahlı bir hedefi vurma kararında, hedef siyah olduğunda düşünmeksizin ve refleksif olarak daha hızlı veriliyordu (Correll, Urland ve Ito, 2006).
Özetle; günlük hayatta onlarca önyargılarımıza dayanarak aldığımız kararların ve davranış biçimlerimizin yanılgılarımızın bir eseri olduğunu gözden uzak tutmamalıyız.
Bakış açımızı değiştirmenin yolu, “bakış açımızı nasıl değiştirebiliriz?” sorusuna vereceğiniz cevaplarda gizlidir.
Bilmem siz ne cevap verirdiniz?
Kaynaklar
Correll, J., Park, B., Judd, C. M., & Wittenbrink, B. (2002). The police officer's dilemma: Using ethnicity to disambiguate potentially threatening individuals. Journal of Personality and Social Psychology, 83(6), 1314–1329. https://doi.org/10.1037/0022-3514.83.6.1314
Payne, B. K., Shimizu, Y., & Jacoby, L. L. (2005). Mental control and visual illusions: Toward explaining race-biased weapon misidentifications. Journal of Experimental Social Psychology, 41(1), 36–47. https://doi.org/10.1016/j.jesp.2004.05.001
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.