Başbakan ve ekibi için Said Nursi'yi yazdım

Başbakan ve ekibi için Said Nursi'yi yazdım

Bugün yazarı Yılmaz, Said Nursi'nin sözlerini Başbakan ve ekibi için köşesine alıntıladığını söyledi

Risale Haber-Haber Merkezi

Bugün gazetesi yazarı Hüseyin Yılmaz, Said Nursi'nin sözlerini Başbakan ve ekibi için köşesine alıntıladığını söyledi.

Türkiye'nin uzun zamandır umumun dilinde dolaşan hastalığın "Kürt meselesi" olduğunu belirten Yılmaz, "Madem ki hastalığa isim kondu, teşhis ve tedavisi de mümkündür… Reçete Bediüzzaman’da, bir asır önce hastalığı teşhis ile kaleme almış. Hayatının iki gayesinden biri, Merkezi Bitlis’te; şubelerinden biri Diyarbakır, diğeri Van’da olan bir medrese kurmaktır. Adı: Medresetü'z-Zehrâ…İkinci Meşrutiyetin ilânından sonra Kürtlere meşrutiyeti anlatmak için çıktığı seyahitin tekmil ettiği bir meyva gibidir Medresetü'z-Zehrâ… Öncesi çok daha eski… Tahakkuku için Sultan Abdulhamid’e kadar gitmiş, meramını anlatmış, teklif edilen maslahat irâdesini reddedince de tımarhaneye atılmıştır" dedi.

Yılmaz, Bediüzzaman'ın Münazarat adlı eserindeki Medresetü'z-Zehrâ’dan beklediklerini de aktardı:
“Sual: Maksadını müphem bırakma, ne istersin?

Cevap: Câmiü'l-Ezher'in kızkardeşi olan, Medresetü'z-Zehrâ namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis'te ve iki refikasıyla Bitlis'in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır'da tesisini isteriz. Emin olunuz, biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş'et eder.

Sual: Nasıl? Ne gibi? Niçin?
Cevap: Ona bazı şerait ve varidat ve semerat vardır.

Sual: Şeraiti nedir?
Cevap: Sekizdir.

Birincisi: Medrese nâm melûf ve menus ve cazibedar ve şevk-engiz itibarı olduğu halde büyük bir hakikati tazammun ettiğinden, rağabatı uyandıran o mübarek medrese ismiyle tesmiye.

İkincisi: Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak.
Sual: Şu mezcde ne hikmet var ki, o kadar taraftarsın, daima söylüyorsun?

Cevap: Dört kıyas-ı fâsid ile hâsıl olan safsatanın zulmünden muhakeme-i zihniyeyi halâs etmek, meleke-i feylesofanenin taklid-i tufeylâneye ettiği mugalâtayı izâle etmek...

Sual: Ne gibi?
Cevap: Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.
Üçüncü şart: Zülcenaheyn ve Kürtlerin ve Türklerin mutemedi olan Ekrad ulemasının veya istinâs etmek için lisan-ı mahallîye âşina olanları müderris olarak intihap etmektir.

Dördüncüsü: Ekradın istidatları ile istişare etmek, onların sabavet ve besatetlerini nazara almaktır. Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi, ya cebirle, ya hevesatlarını okşamakla olur.
Beşinci şart: Taksimü'l-a'mâl kaidesini bitamamihâ tatbik etmek-tâ şubeler birbirine medhal ve mahreç olmakla beraber, herbir şubeden mütehassıs çıkabilsin.
Altıncı şart: Bir mahreç bulmak ve müdavimlerin tefeyyüzünü temin etmek; hem de mekâtib-i âliye-yi resmiyeye müsavi tutmak ve imtihanları, onların imtihanları gibi müntiç kılmak, akîm bırakmamaktır.
Yedinci şart: Dâru'l-muallimîni muvakkaten şu dârülfünun dairesinde merkez kılmak, mezc etmektir. Tâ ki, intizam ve tefeyyüz ondan buna geçsin ve fazilet ve diyanet, bundan ona geçsin; tebâdül ile herbiri ötekine bir kanat verip zülcenaheyn olsun.
Kürdistan'da âdet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek.   “ (Said-i Nursi, Münazarat)

Bediüzzaman'dan yaptığı alıntıyı Başbakan ve ekibi için köşesine taşıdığına dikkat çeken Yılmaz, yazısını şöyle sürdürdü:

"Bu dersi doğrudan Sayın Başbakan ve ekibi için buraya aktardığımdan, anlayacaklarından şüphem yok… Şüphesiz bu, hayatî ve çekirdek bir teklif; bütünü Risâle-i Nur külliyatında mevcut.
Bediüzzaman’ın Osmanlı devletini getirmek istediği çizgiye Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir asır sonra gelmenin sancılarını yaşıyor. Ankara’nın aymazlığı sebebiyle koca bir asrı kaybetmiş, telâfisi imkânsız acılar yaşamış ve bölünme riski ile burun buruna gelmişiz.

Ya Bediüzzaman’ın adalet-i mutlaka olan İslâmî ve insâni çerçevedeki teklifi ile asırlık bu müşkül meseleyi Türk ve Kürtlerin bin yıllık kardeşliği zemininde çözeceğiz, ya da insanlık târihinde eşi az görülmüş dehşetli bir iç savaşın bütün neticelerini, bütün acılarını yaşayarak bölünüp küçüleceğiz. Her iki taraf için de dehşetli bir kayıp, Huzur-u İlâhide müdafaası yapılamayacak, Cehennem’in bütün gayzına müstehak bir vebâl.

Sayın Başbakan! Siz mü’min, ferasetli ve cesur bir insansınız… Batının telkin ve dayatmaları neticesinde vücut bulmuş, Ankara’da şekillendirilmiş bu tehlikeyi bertaraf etmek, çözüme kavuşturmak sizin mükellefiyetinizdir. “Bahçeli ne der, asker ne söyler, CHP ne yapar, BDP neyi tertipler, PKK şiddeti nerelere tırmandırır?..” diye uzayıp giden sual zincirinden yakanızı kurtarıp “Allah ne der?” sualine cevap arayınız lütfen. Ve emin olunuz bu meselede Bediüzzaman’dan daha iyi bir rehber bulamazsınız, onun rehberliği Huzur-u İlâhide de muhakemenen kolay geçmesine sebep olur…

Sayın Başbakan!.. Benim vazifem düşünmek ve düşündüklerimi samimiyetle dile getirmektir. Sizin vazifeniz harekete geçmektir. Takdir sizin… İkimiz de nihâî hesabı Allah’a vereceğiz. Sizi bilmem, ama ben müsterihim…