Başkatibi Akif, ilk azaları Said Nursi ve Elmalılı: Osmanlı projesi Darü'l-Hikmeti'l-İslamiye

Başkatibi Akif, ilk azaları Said Nursi ve Elmalılı: Osmanlı projesi Darü'l-Hikmeti'l-İslamiye

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye, kuruluş amacıyla, o dönemin derin bilgiye sahip önemli ulemasından oluşan üyeleriyle ve kısa ömrüne rağmen ortaya koyduğu faaliyetleriyle, bugün hâlâ anlamaya değer ilgi çekici bir kurum olarak karşımızda durmaktadır

Devletler kurumlarıyla ayakta kalır. Kurumlar ise ancak toplumun ihtiyaçlarına yanıt verdikleri ölçüde var olabilirler. Osmanlı Devleti’nin uzun ve sancılı geçen 19. yüzyılına damgasını vuran olay da işte tam olarak buydu: Bürokratik dönüşüm.

Osmanlı, karşılaştığı sorunları çözemediği noktada yüzünü Batı’ya çevirmişti. Çünkü Batı hem en büyük tehdit hem de mecburen tek örnekti. Böylece Osmanlı, kurumlarını Batı modeline göre yenilemeye başladı. Hareketli ve karmaşık geçen bu dönüşüm sürecinde çok sayıda yeni kurum ortaya çıktı. Bunların bazıları bugün bile hayatımızın bir parçası olmaya devam ediyor. Ancak pek çoğu kısa ömürlü denemeler olarak tarihin sayfalarında kaldı.

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin hikâyesi aslında Birinci Dünya Savaşı’nın en hararetli günlerine, yani 1916 yılına kadar gidiyor. Ancak resmi olarak açılışı, savaşın hemen sonlarında, Mondros Mütarekesi’nin arifesinde, 12 Ağustos 1918 günü gerçekleşti. Toplamda dört yıl gibi kısa bir süre faaliyet gösterebildiği için tarih sahnesinden sessizce çekilen girişimlerden biri olarak kabul edilir.

Ancak Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye, kuruluş amacıyla, o dönemin derin bilgiye sahip önemli ulemasından oluşan üyeleriyle ve kısa ömrüne rağmen ortaya koyduğu faaliyetleriyle, bugün hâlâ anlamaya değer ilgi çekici bir kurum olarak karşımızda durmaktadır.

“BİR DEVLET HEM İSLÂMÎ HEM DE ÇAĞDAŞ OLABİLİR Mİ?”

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin kuruluş fikrini araştırdığımızda karşımıza çıkan tarih 28 Eylül 1916’dır. Bu tarihte gerçekleşen İttihat ve Terakki’nin 7. kongresi Osmanlı siyaseti açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Kongrede devlet yönetimine dair birçok tartışma yapılmış olsa da bizim için önemli olan şu sorunun etrafında şekillenen tartışmadır: “Bir devlet hem İslâmî hem de çağdaş olabilir mi?”

Kongrede genel olarak Ziya Gökalp’in öncülüğünde şekillendiği kabul edilen görüşler, önce Tanzimat dönemi yöneticilerinin uygulamalarını eleştirmekle başlamış, ardından hem İslâmî hem de modern bir devletin mümkün olduğunda karar kılınarak Meşihat Kurumu’nun yeniden düzenlenmesine yönelik teklifler ortaya konulmuştur. Böylece Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin fikri zemini oluşmaya başlamıştır.

Şeyhülislamlık kurumunun yetkilerinin sadece “din, inanç ve ibadet” ile sınırlandırılması kararı hızla uygulamaya konulur. İlk adım olarak Şeyhülislam kabinenin dışına çıkarılır, Şer’i mahkemeler Adliye Nezareti’ne devredilir, Evkaf İdaresi Meşihat’tan ayrılır ve medreseler başta olmak üzere tüm eğitim kurumları Maarif Nezareti’ne bağlanır.

Bu kararlar, aslında bize daha sonra gerçekleşecek köklü değişimleri hatırlatır: 3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine Başvekâlete bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması. Bu nedenle Meşrutiyet dönemi uygulamalarının, Cumhuriyet devrimlerinin tohumlarını attığını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

İttihat ve Terakki’nin 1916’daki 7. kongresinde alınan kararlarla başlayan bu süreç, yaklaşık otuz yıl sonra, 1947’deki CHP’nin 7. kurultayında yapılan tartışmalarla sona erecek ve Türkiye’de din-devlet ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacaktır.

FİKİR İKİ SENE SONRA HAYATA GEÇİYOR

Dönemin Şeyhülislamı Musa Kazım Efendi, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin açılış töreninde yaptığı konuşmada şu sözlerle bu süreci anlatır: “Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin kuruluşu iki senedir düşünülmekteydi. Bu konudaki kanun ve onu takip eden nizamname padişahımızın iradesiyle onaylandı. Okunan ayetler ve edilen dualarla Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin açılışını gerçekleştirdim. Cenâb-ı Hak bu kurumu ilahî yardımına mazhar kılsın.”

Musa Kazım Efendi’nin bu konuşması, aslında bizim daha önce bahsettiğimiz 1916 yılında gerçekleşen İttihat ve Terakki’nin 7. kongresinden itibaren şekillenen sürece de açıkça işaret etmektedir.

Meşihat kurumunun yetkileri daraltılıp yalnızca “din, itikat ve ibadet” konularına yönlendirilince, bu alanlarda daha etkili hizmet verebilmesi için çeşitli yeni kurumlar oluşturulması gündeme gelir. İşte Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye de bu kapsamda Meşihat’a bağlı olarak kurulması düşünülen yapılardan biri olur. Ancak kurumun açılışının gecikmesi, savaşın getirdiği zorlu şartlar ve hedeflenen geniş amaçların karmaşıklığıyla yakından ilişkilidir.

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin kuruluş amacı “dini hakikatleri yaymak ve herkese ulaştırmak” olarak belirlenmişti. Bu doğrultuda kurum üç temel alana ayrılmıştı: Kelam, Fıkıh ve Ahlak. Her bir alanda görev yapmak üzere üçer kişi atanmıştı. Kurumun açılış bildirisinin başında ise Kur’an-ı Kerim’den Nahl Suresi 125. ayetteki “Rabbinin yoluna hikmetle davet et” ifadesine yer verilmişti. Böylece, kurumun hem amacı hem de çalışma yöntemi net bir biçimde ortaya konmuştu.

Tanzimat döneminde filizlenen ve II. Meşrutiyet’in verimli tartışma ortamında farklı yönlere doğru gelişen düşünce akımları, İslâm’ın özü ile devlet ve modern dünya içindeki konumunu sıklıkla gündeme getiriyordu. O dönemde ulema ve Müslüman aydınlar karşılaştıkları fikri meydan okumalara karşı savunma amaçlı görüşler üretirken, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin kurulmasıyla birlikte bu savunma görevi artık Meşihat bünyesinde oluşturulan ve alanının önde gelen isimlerinden oluşan yeni bir kuruma devrediliyordu.

BAŞKATİBİ MEHMET AKİF, İLK AZALARI BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE ELMALILI HAMDİ (YAZIR)

Kurumun kuruluş amacına uygun olarak dini hakikatleri yaymak ve uzun savaş yıllarının yol açtığı ahlaki bozulmaları düzeltmek için merkez ve taşrada teşkilatlandığı görülmektedir. Merkez teşkilatı ilk olarak bir başkan, dokuz üye ve bir başkâtipten oluşturulmuş, haftada bir kez düzenli olarak toplanmaları kararlaştırılmıştır. Taşra teşkilatı ise gönüllü olarak görev yapan müftülerden meydana gelmiştir.

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin ilk üyeleri arasında, Rusya esaretinden yeni kurtulan Bediüzzaman Said Nursi’nin yanı sıra, döneminin önemli isimlerinden Elmalılı Hamdi (Yazır), Haydarizade İbrahim Efendi, Arapkirli Hüseyin Avni, Ahmet Cevdet Efendi, Şevketî, Şeyh Beşir, Şeyh Bedrettin ve Mustafa Tevfik Efendi yer alıyordu. Kurumun ilk başkâtibi ise, 1918 Temmuz ayında İzmirli İsmail Hakkı ile birlikte Lübnan’dan yeni dönmüş olan Mehmed Akif’ti.

Şeyhülislamların sıkça değişmesi, Mondros sonrası siyasi atmosferin Hürriyet ve İtilaf Fırkası lehine dönmesi ve Millî Mücadele’nin başlaması gibi gelişmeler, kurumun üye yapısını da doğrudan etkilemiştir. Süreç içerisinde Mehmed Akif, Mustafa Sabri Efendi, İzmirli İsmail Hakkı ve Ferid Kam gibi önemli isimler de kurumda üyelik yapmıştır.

KURUMUN FAALİYETLERİ VE CERİDE-İ İLMİYE

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin kuruluş amacının, dinî, ilmî, ahlaki ve toplumsal alanlarda önemli ihtiyaçlara cevap vermek olduğu açıkça görülüyor. Ancak savaş şartlarının getirdiği kısıtlı imkânlar ve zorlu ortam nedeniyle yalnızca dört yıl faaliyet gösterebilmiş bir kurumun bu büyük beklentileri ne ölçüde karşılayabildiği doğal olarak merak ediliyor. Bu merakı gidermek için kurumun çalışma yöntemlerine bakmak faydalı olacaktır.

Merkez teşkilatındaki üyeler haftalık toplantılarla kendilerine gelen öneri ve şikâyetleri değerlendirir ve çeşitli ilmî yayınlar aracılığıyla faaliyetlerini yürütürdü. Taşra teşkilatında ise müftülerin öncülüğünde hayrat görevlilerinin desteğiyle halka yönelik irşad faaliyetleri gerçekleştiriliyordu. Ayrıca kurumun resmi yayın organı olan Ceride-i İlmiye dergisi, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin sesini geniş kitlelere ulaştırmada önemli bir araçtı. Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye, karşılaştığı ilmî, ahlaki ve toplumsal sorunlarda Adliye ve Maarif gibi devlet kurumlarıyla da iş birliği içindeydi.

1914 yılında Meşihat’ın resmî yayın organı olarak çıkan Ceride-i İlmiye dergisi, 38. sayısından itibaren Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin yönetimine geçmiş ve başkâtip Mehmed Akif tarafından yönetilmiştir. Dergide kurum üyelerinin kaleme aldığı makaleler, kurumun resmî beyannameleri, halktan gelen dini sorulara verilen cevaplar ve çeşitli duyurular yayımlanmıştır. Kurumun bilgilendirme ve irşad görevi de büyük ölçüde bu makaleler aracılığıyla yerine getirilmiştir.

DÖRT YILLIK TECRÜBENİN SONU: SALTANATIN İLGASI

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin dört yıllık faaliyetlerine bakıldığında en çok dikkat çeken şey, kurumun sınırları net bir şekilde çizilmiş bir görev alanının olmayışıdır. Bu belirsizlikte, üzerine aldığı “İslâm’ı savunma” misyonunun ve yetkilerinin tarif edilirken bilinçli olarak esnek bırakılmasının büyük payı var gibi görünüyor.

Ayrıca Meşihat kurumunun henüz yerleşmemiş yeni yapısı ve Osmanlı Devleti’nin siyasî, fikrî ve sosyal olarak çok ciddi krizlerle boğuşması, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’ye geniş bir hareket sahası sağlamıştır. Bu ortamda, Meşrutiyet döneminin hararetli basın tartışmalarından deneyim kazanmış üyeler görevlerini büyük bir şevkle sürdürmüş, dönemin çok yönlü krizleri onları daha aktif ve üretken kılmıştır. Sonuçta hedeflenen büyük amaçlara belki tam olarak ulaşılamadı ama kurum üyelerinin ortaya koyduğu eserler ve diğer faaliyetleri ne kadar samimi ve değerli bir çaba gösterildiğinin açık bir kanıtıdır.

Dinî, ilmî, ahlaki ve toplumsal amaçlarla yola çıkan kurumların etkisini görebilmek için genellikle uygun şartlar ve uzun yıllar gerekir. Ancak 12 Ağustos 1918’de açılan ve 21 Ekim 1922 tarihinde son toplantısını yapıp Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla birlikte faaliyetlerine son verilen Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye için ne zaman yeterliydi ne de şartlar uygundu. Tüm bunlara rağmen, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye, birçok yönüyle üzerinde durulmayı ve daha iyi anlaşılmayı fazlasıyla hak eden özel bir kurum olarak tarihteki yerini koruyor.

Yeni Şafak

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.