Kadir AYTAR
Bediüzzaman nasıl bir gazete istiyordu? (II)
Gazetenin Dili
Bediüzzaman’ın, çıkartmak istediği gazetenin dilinin Türkçe ve Kürtçe olmasını istemesi, meşrutiyet ve hürriyet gibi revaçta olan kavramların yanlış anlaşılmasının, suitefsir edilmesinin, buna bağlı olarak da sefaletin yayılmasının önünü almak içindir. Hedef kitlesi; aldatılmasından ve iğfal edilmesinden endişe ettiği masum halktır.
Sözü edilen hürriyet ve meşrutiyet gibi kavramların yanlış anlaşılması, kitlelernin karşı çıkmalarını ve düşman gibi görmelerini sağlayacaktır. Bu nedenle Bediüzzaman; “Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz; ta elimizden kaçmasın.” uyarısında bulunmayı da ihmal etmez.
Şüphesiz dil, etkili bir iletişim aracıdır. İdeal sahibi kimseler de kitlelere ulaşmak ve onları bilgilendirmek için bu aracı çok iyi kullanırlar.
Bediüzzaman, büyük bir idealin ve çok büyük bir davanın sahibidir. Kâinattaki en büyük hakikat olan iman hakikatinin dellalıdır.
Bediüzzaman’ın dil hususunda tamamen halis bir niyet ile hareket ettiğini, Medresetüzzehra Projesinde eğitimi; Arapça, Türkçe ve Kürtçe olarak üç dilde planlamış olmasından rahatlıkla anlayabiliriz. Medresetüzzehra, bölgenin ihtiyaç analizine göre hazırlanmış iyi ve yerinde bir projedir. Çünkü bu diller o zaman için bölge insanına gerekli olan dillerdir. Şimdi de geçerliliğini yitirmiş değildir. Belki buna bir de İngilizcenin ilave edilmesi gerekir.
İslam âlemi için cehalet, zaruret ve ihtilafı üç büyük düşman olarak gören Bediüzzaman’ın bu düşmanları, hayata geçirmeye çalıştığı projelerle yenmek istemesi kadar tabi bir şey olamaz. Çünkü bölge insanında, hatta Anadolu’nun neredeyse tamamında cehalet var, zaruret var, ihtiyaç var, bölünmüşlük var.
Dil, aynı zamanda topluma şahsiyetini kazandıran bir kimliktir. Bir toplumun dilini yasaklarsanız ya da yok sayarsanız, bu toplumu tamamen karşınıza almış olursunuz ve bundan dolayı da büyük bir iletişim kopukluğu yaşarsınız. Nitekim öyle de olmuştur.
Osmanlı döneminde Kürtçe yasak değildir. Hatta o dönemde bölgenin adı; “Kürdistan” olarak geçmektedir. Ama Avrupa’dan aramıza sokulan ırkçılık illeti Osmanlıyı yıktığı gibi, Cumhuriyeti de ırkçı bir zihniyetin eline mahkûm etmiştir. Kurulan ulus devleti ile birlikte Bediüzzaman’ın tam 100 yıl önce sezmiş olduğu problemler, bugün temel huzursuzluk kaynağımız haline gelmiştir.
Osmanlı üst kimliği içerisinde Türklerin kendilerini yitirdikleri, hatta “Türküm” demeye utandıkları aldatmacası ile; “biz” yerine, “ben”i, “ümmet kardeşliği” yerine, “ırkdaşlığı” ikame edilerek düşmanlarımızın işleri bir hayli kolaylaştırmıştır. Yalnızlaştırılmış, uyuşturulmuş, komşusu ve dostu olmayan bir Türkiye, her zaman bu düşmanlarımızın menfaatlerinin garantisi olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Bediüzzaman, Osmanlının adım adım yıkıma doğru ilerleyişini görür ve buna engel olmak için elinden gelen gayreti sarf eder, İslam âlemine, kendi değerlerine sahip çıkması için her kanaldan ulaşmaya çalışır. Makaleler yazar, konferanslar verir. Bütün bunlarla yetinmeyip bir de gazete çıkarma teşebbüsünde bulunur, daha çok insana ulaşmayı ve mesajlarını daha çok insana duyurmayı amaçlar.
Gazetenin yayın politikası da; Osmanlının yıkımını durdurma, İslam âlemini parça parça olmaktan, “pederini, biçare validesini ve kahraman kardeşini düşman zannederek, bilmeyerek veya yanlışlıkla öldürmekten” (Said Nursi, Sünuhat, s: 72) kurtarmaktan ibarettir.
Bir sonraki yazıma gazetenin yayın politikası ile devam edeceğim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.