Mehmet Selim MARDİN
Bediüzzaman Said Nursi’nin Mardin hayatı
Büyük İslâm âlimi Bedîüzzamân Said Nursî’nin Mardin’de geçirmiş olduğu hayat devresi ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda, maalesef ayrıntılı ve açıklayıcı bilgiler yer almamaktadır. Bediüzzaman’ın hayatı konusunda, birinci elden bilgiye kardeşinin oğlu Abdurrahman Nursî tarafından yazılan ve yayınlanan “Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı” adlı 1919 yılı basımı eserle ulaşıyoruz. Ancak bu eserde de Bediüzzaman’ın Mardin’de geçirmiş olduğu devrede yaşanan hadiselere ve sürgün olayının detayına ilişkin tarih bilgilerine ulaşamıyoruz.
1958’de Nur Talebeleri tarafından yayınlanan Tarihçe-i Hayat’ta da, adı geçen eserdeki bilgiler hiçbir ilâve yapılmadan aynen aktarılmıştır. Her iki eserde de Bediüzzaman’ın Mardin’e geliş tarihi belirtilmemiştir. Ancak 1974’te basılan Necmeddin Şahiner’in Bediüzzaman’ın kronolojik hayatının anlatıldığı eserde, Mardin hayatı ile ilgili olarak hayatta olan şahitlere dayanılarak iki hatıra nakledilmiş ve Bediüzzaman’ın Mardin’e geliş tarihi olarak da 1892 yılı gösterilmiştir.
Daha sonra Abdülkadir Badıllı tarafından hazırlanan üç ciltlik “Mufassal Tarihçe-i Hayat”ta ise, bu tarih 1895 olarak kayda geçmiştir. Bizce de Badıllı’nın tespit ettiği tarih daha sağlıklıdır. Çünkü yapılan en son araştırmalarda da Bediüzzaman’ın doğum tarihi 1878 yılı olduğuna göre ve Mardin’e 16 veya 17 yaşlarında geldiği kabul edilirse, geliş tarihi 1894 veya 1895’tir. Bu tarih de H. 1312 yılına tekabül etmektedir. Şahiner’in 1892 tarihini tespit etmesi Bediüzzaman’ın doğum tarihini 1876 yılı olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.
(Bediüzzaman’ın bilinen ilk fotoğrafı tahminen 1900’ün başları)
Bediüzzaman’ın siyasî hayata ilk girişi 1895 yılında Mardin’e gelmesiyle başlamıştır. O yıl Mardin birçok karışıklığa sahne olmuştu. Bazı aşiretler Ermeni köylerine saldırmış, öldürme ve yaralama neticesinde Ermeniler şehir merkezine sığınmışlardı. Mardin’in ileri gelen din âlimleri onlara sahip çıkmış, sağduyulu davranarak ileride oluşabilecek büyük bir karmaşanın önüne geçmişlerdi.
Molla Said, Mardin’de bulunduğu sıralarda biri Cemaleddin-i Afganî Hazretlerine, diğeri Sünusî tarikatına bağlı iki talebe ile karşılaşır.
Bedîüzzamân, Afgani’yi “İttihad-ı İslam meselesinde selefim” diye tanımlayarak “siyasette muktesit meslek”i ondan öğrendiğini belirtmiştir. Bedîüzzamân, siyasette muktesit meslek kavramı ile aşırılıklardan kaçınmayı kastetmiştir.
(Cemaleddin-i Afgani)
O, Doğu aşiretlerinin suallerine verilen cevaplardan oluşan “Münazarat” isimli eserinde siyasilerden ehl-i ifrat ve ehl-i tefrite rast geldiğini belirtmişti. Ehl-i ifrat, istibdadı hürriyet zannetmekte ve Kanun-u Esasiyeye itiraz etmektedirler. Ehl-i tefrit ise dini bilmedikleri halde ehl-i İslama insafsızca itiraz etmekte ve dindarlardaki taassubu haklılıklarına delil göstermektedirler. Bu iki düşünceye karşılık Bediüzzaman’ın tavrı ise çok nettir. “...Hücum edenler bazıları ‘Haydo, Haydo’ derlerdi, bazıları, ‘Haydar Ağa, Haydar Ağa’ derlerdi. Ben Haydar derdim, şimdi de Haydar diyorum.” (1)
Bu iki seyyahın İslâm Birliği düşüncesi, ona yol gösterir. Molla Said’in Şeyh Sunusi’nin talebesiyle Mardin’de görüşmesi ise ilerde kaderin sevkiyle kendisine Şeyh Sunusi’nin yerine şark vaizi umumiliği teklifini getirecektir. Şeyh Sunusi, İttihatçıların Trablusgarb Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında ilişki kurdukları cihad ve Teşkilat-ı Mahsusa çalışmaları kapsamında İstanbul’a gelen, mütarekede Bursa’ya, daha sonra Millî Mücadele döneminde Ankara’ya giderek, Doğu gezisine çıkan zâttır. Asıl gayesi İslam Birliğinin sağlanmasıdır.
Yine Bedîüzzamân, 1895 yılında geldiği ve yoğun siyasi çalışmalarda bulunduğu Mardin’de, Namık Kemal’in hürriyetçi fikirlerinden etkilendiğini şu ifade ile belirtmektedir: “İnkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zata rast geldim. Siyasetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in "Rüyâ"sıyla uyandım.’’(2)
Hürriyet şairi Namık Kemal
Molla Said böylece Namık Kemal’in hürriyet ve fikir mücadelesini takdir eder ve daha sonra Münâzarât adlı eseriyle bu düşüncelerini anlatmaya çalışır.
Molla Said’in Mardin’deki hayatı çok hareketli geçer. Bir gece silahlı olarak bir yere giderken polis ve jandarma devriyesine rastlar. Üzerinde silah bulunduğu için kendi kendine, “kaçarsam beni tutarlar, en iyisi hemen aralarından geçeyim” diye düşünürken devriye ile göğüs göğse gelir. Bulundukları yer çimenlik olduğu için çarpışma sırasında polis ve jandarmaların ayakları kayar ve aşağı doğru yuvarlanırlar. Bu fırsattan istifade eden Molla Said, ara sokaklardan birine dalarak izini kaybeder. Ertesi gün polislerle karşılaşınca, elleriyle yüzlerinin yara bere içinde olduğunu görür. Nedir bu haliniz diye sorduğunda polisler başlarından geçen olayı anlatarak, olsa olsa o adam bir cindi derler. Molla Said ise gülerek, “her halde cin olmalıdır. Zira öyle cinler de vardır” der. (3)
Bediüzzaman’ın Mardin hayatı, yayınlanan eserlerden edindiğimiz bilgilere göre, çok hareketli ve çalkantılı geçmiştir. Onun medrese talebeleri ve âlimlerle münâzâraları neticesinde kendini kabul ettirmesi kayda değer hadiselerdendir. Molla Said Mardin’e kadar olan hayat safhalarında sadece klasik medrese usulü ile eğitim gören hoca ve talebelerle münazaraya girişmişti. Mardin’de ise ilk defa kurumsal kimliğe sahip medrese hocalarıyla tartışmaya girmiş ve kendini ilmi çevrelere kabul ettirmiştir.
Meşrutiyet ve Hürriyet düşüncesi ile ilk tanışması ve en önemlisi de ilk defa siyaset hayatına Mardin’de başlaması kayda değerdir. Evet, Bedîüzzamân ilk defa devlet sistemi ile tanışacak, devletle yüzleşecek ve bilinmeyen sebeplerle ‘bir mutasarrıfın pençe-i kahrıyla (Garip bir tevafuk: Tarihçe-i Hayat’ta geçen “bir mutasarrıfın ‘pençe-i kahrı’” ifadesi ile Chermetant’ın eserinde 1896 tarihli mektubunda geçen “pençe” tabiri Selanikli Mutasarrıfın açık bir özelliğini ortaya seriyor.) Bitlis’e sürgün edilecekti.
Bedîüzzamân’ı sürgüne yollayan mutasarrıfın adı eski tarihçelerde belirtilmemektedir. Ancak Şahiner’in adı geçen ilk baskı eserinde Nadir Bey ismi geçmektedir. Bu kaynağa dayanarak, daha sonra yapılan bütün araştırmalarda bu isim yazılmıştır. Hâlbuki Nadir Bey, Mardin’e 1919 yılında mutasarrıf olarak atanmıştır. O tarihte ise, Bedîüzzamân İstanbul’dadır. Şahiner, kitabının son baskısında hatasını anlamış olmalı ki, mutasarrıfın ismini vermemiştir.
Mardin Mutasarrıfı Selanikli Mehmed Enis Efendi
Bedîüzzamân H. 1312 yılında Mardin’e geldiğine göre, o zaman Diyarbakır vilayetine bağlı bulunan Mardin Sancağı mutasarrıfının Selanikli Mehmet Enis Efendi olduğunu "Diyarbekir Salnameleri"nden öğreniyoruz. Daha sonra Diyarbakır’a vali olarak atanan ve Enis Paşa olarak bilinen Rumeli Beylerbeyi unvanına sahip bu zât, mutasarrıf olduğu 1895 yılında, yağmacı kabileler köylere saldırmış, saldırıya uğrayan halk da şehir merkezine sığınmıştır. Mardin’in âlimleri ve ileri gelenleri Ermenileri himaye etmeye ve yardımcı olmaya çalışmışlardır. Bu arada Patrik Azaryan Efendi, mutasarrıfın ‘pençesi’nden Kazasyan Havsep Efendi tarafından kurtarılmıştır. I. Meşrûtiyet döneminde, Diyarbekir mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a seçilmiş bulunan Havsep Efendi, 640.000 altın zarara uğramış, ‘valinin doymak bilmez iştahının, zindanda ölüme mahkûm ettiği bu bahtsız adam’ oğlu Diran ve yeğeni ile İstanbul’a gitmişti. (4)
Devlet arşivlerinde Ermeni meselesi ile ilgili bir belgede; Vali Enis Paşa’nın Diyarbakır’da görevli olduğu 1896 senesinde, Ermeni meselesinde karışıklık yaşandığı bahanesi ile Fransa Büyükelçiliği tarafından sadrazamlık makamı vasıtasıyla Paşa’nın görevinden azli istenildiği anlaşılmaktadır.
Molla Said’in kaldığı dönemdeki tarihi Mardin ve şerefesinin üzerinde kollarını açıp dolaştığı Ulu Cami
Bediüzzaman’ın mutasarrıf Enis Paşa tarafından sürgün edilmesi olayının perde arkası ve gerçek mahiyetini öğrenebilmemiz için 1895 senesinin mutasarrıflık ve adlî yazışmalarını incelemek gerekir. Onu da işin uzmanlarına havale ediyoruz. Şayet bu belgelere ulaşabilirsek, Bediüzzaman’ın devletle ilk tanışmasını ve Selanikli Enis Paşa ile aralarında hangi meselelerin konu edildiğini öğrenmiş olacağız.
Bediüzzaman’ın Mardin’den sürgünü ile ilgili bir iddia da şöyle:
Mardin’de yaşamış bulunan büyük âlimlerden Şeyh Yusuf Efendi (1873-1956) gençliğinde Şehidiye Camii’nde Bediüzzaman’la tartışmaya girdiği, onu “Delâil-i zâhire hakkında milleti şüpheye düşürmekle” suçladığı, sertleşen tartışmanın sonunda Said Nursî’nin Mardin’den sürüldüğü anlatılmaktadır. (5) Bediüzzaman’ın sürgünü, sadece bu olayla açıklanamaz. Yine belirtmeliyiz ki, devlet arşivlerindeki ilgili belge ve bilgilere ulaşılmadan bu konuda kesin bir hükme varamayız. Özellikle yakın tarih araştırmacılarına büyük bir iş düşmektedir.
Molla Said-i Meşhur Mardin’e genç yaşında geldiğinden, Medrese hocaları ile talebeler önce onunla fikrî çatışma ve münâzaraya girmek isterler. Başarılı olamayınca onu kendilerine üstad olarak kabul ederler. Her halde Üstad bu enaniyetli hocalara meydan okuma nevinden olacak ki, Ulu Cami’nin minaresinin şerefesine atlar ve her iki kolunu yana açarak pervane gibi minare şerefesinde dolaşmaya başlar. Molla Said’i korkuyla izleyen halk hayretini gizleyemez. İşte bu olay için düşüncemiz, ister tatlı bir hayal veya mizansen deyin, acaba o anda Bediüzzaman minarenin başında böyle haykırmış olamaz mı:
“Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i asrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sûreten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyorum.” (6)
Bu minare maddî olarak neden Mardin Ulu Cami minaresi olmasın?
Molla Said’in Mardin hayatında önemli bir yere sahip olan, Şehidiye Medresesi ve Camisi, onun Mardin Âlimlerine karşı rüştünü ispat ettiği mekânlardan biridir. Burada şiddetli fikir çatışmaları yaşandığına şahit oluyoruz. Bilinen bir şey varsa o da Molla Said’in bu mekânda Mardin âlimlerine üstatlığını kabul ettirmiş olmasıdır.
Molla Said Mardin’e geldiği zaman, Şeyh Eyyub-i Ensari Efendi’nin evinde kalmıştır. Ensari ailesinin atası ise, Yemen hükümdarı olan Tübba soyundan gelen, Medine’de yerleşen, Harislerin Hazrec kolundan, Enneccaroğullarından, İslâm Peygamberinin (asm) ünlü bayraktarı Ebu Eyyüb’el Ensari’dir.
Molla Said’in Mardin’de ikamet ettiği Ensarilerin Evi
Kâinatın Efendisini (asm) evinde misafir etme şerefine nail olan büyük sahabi Ebu Eyyüb’el Ensari’nin, on üç asır sonra aynı adı taşıyan, aynı soydan gelen bir zatın evinde Zamanın Bedii’nin misafir edilmesi bir tesadüf olabilir mi?
Bilindiği gibi Medine şehri İslâm’ın sosyal hayata başlangıç beldesi olarak kabul edilmiştir. Burada iman dersleri tamamlanmış, İslâm hayata geçirilmiştir. Mardin de Bediüzzaman’ın siyasî ve sosyal hayata atıldığı ilk şehir olmuştur.
Onun için Mardin, Bediüzzaman’ın hayatında önemli bir yer edinmiştir.
Molla Said’in Mardin’de geçen hayat devresinden çıkarabildiğimiz sonuçlar özetle şöyle sıralanabilir.
1-Molla Said Mardin’de klasik medrese hayatından kurumsal medrese hayatına ilk defa giriş yapmış ve ilimde rüştünü ispat etmiştir. Böylece kimsenin ona itiraz etme mecali kalmamıştır.
2-Hayatının ilk siyasi devresi Mardin’de başlamış olup, Sultan Abdülhamid’in Mutasarrıfı Enis Paşa’nın pençe-i kahrına maruz kalıp, hayatının ilk sürgününe maruz kalmıştır.
3-Namık Kemal’in meşhur rüyası ile Mardin’de uyanmış ve Hürriyet ateşiyle yanıp tutuşmuştur. Bunu sonraki bütün hayatında gözlemlemek mümkün.
4-Cemaleddin-i Afgani ve Şeyh Sunusi’nin talebeleri ile Mardin’de tanışmış olup, bu görüşme sayesinde ilerde İslam Birliği düşüncesini pekiştirmeye ve siyasette muktesit mesleğini öğrenmesine vasıta olmuştur.
5-Molla Said Cizre hayat devresinde olduğu gibi Mardin’de de Ermeni hadiselerine şahit olmuştur.
KAYNAKLAR
1.Münazarat. Sh.61
2.Münazarat. Sh.123
3.Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı. Abdurrahman. Sh.24
4.Mardin Aşiret Cemaat Devlet. Tarih Vakfı. Sh.326
5. Mardin Aşiret Cemaat Devlet. Tarih Vakfı. Sh.367
6. Münazarat. Sh.89
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.