Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman ve matematik
Matematik, temeli akla ve mantığa dayanan bir bilim dalıdır, zihni geliştiren bir araçtır. Aritmetik bölümü sayılar arasındaki ilişkiler ve sayıların problem çözmede kullanımı ile ilgilenen kısmıdır. Ama Cebir ve Geometri bölümleri ve onların alt bölümleri daha üst seviyede işlemler yapacak kişileri ilgilendiren konulardır.
Aritmetik, pazardaki satıcıdan bilim adamlarına kadar herkesi ilgilendiren ortak bölümüdür. Dört işlem gündelik hayatta kime lazım olmaz ki? “Evdeki hesap çarşıya uymaz” atasözü hayatımıza Aritmetiğin ne kadar çok girdiğini göstermez mi? Oran, orantı ve olasılık hesapları da yine halkın geniş bir kısmını ilgilendiren Matematik konulardır.
Ülkemizin ünlü matematikçilerinden olan Prof.Dr. Ali Nesin’den Milli Eğitim Bakanlığı Lise birler için ders kitabı yazmasını istemiş. O da başlamış yazmaya ama bakın neler söylüyor:
*“Lise 1’inci sınıflara matematik kitabı yazmaya kalkıştım. Çok zor bir şey. İçinde hangi konu ne kadar olacak, hangi seviyeye hitap edecek, anlatımı hangi seviyede olacak, hangi konu hangi konudan önce gelecek? Bir biçimde yazmaya başladım. Zamanla anladım ki tüm öğrencilere tek bir kitap yazmak öğrencilere kötülük yapmak demek. Herkes okusun diye kitap yazılmaz”
“Her müfredat da her öğrenciye göre değildir. Ben belli bir kitle için kitap yazmaya karar verdim. Bu kitle de ileride bilim insanı olmak isteyen gençler. Ben onlara yazıyorum. Tabii başkaları da okuyabilir, ama sorumluluk almam. Bunu da önsözde belirteceğim”
Kitap yazmak kolay bir iş değildir, emek ister. Ama bazen emeğe rağmen istenilen fayda elde edilemez. Çünkü hedef kitlenin iyi belirlenmesi, onların seviyesine hitap etmesi, dili, kurgusu ve anlatım biçimi okuyucuyu çeker veya iter. Sonunda basılan kitap ya satılmaz ya da defalarca basıma girer.
Bediüzzaman da gençliğinde Matematik ile uğraşmış, hatta bu konuda küçük bir kitapçık yazmıştır ancak bir yangında bu kitapçık yandığında günümüzdeki eserleri arasında yer alamamıştır.
"Bediüzzaman, riyaziyede harikulâde bir sür’at-i intikale malik idi. Herhangi bir müşkil meseleyi, zihnen hemen hallederdi. Hattâ cebir mukabele ilminde bir risale telif etmişti. Tahir Paşa nezdinde hesap meseleleri münakaşa mevzuu olduğunda, hesaba dair hangi mesele bahsedilse, başkaları ve en mâhir kâtipler neticeyi bulamadan, Molla Said zihnen çıkarıyordu. Çok defalar böyle yarışlara girişir ve umumunda daima birinci gelirdi. Bir defasında şöyle bir sual sordular:"
"On beş müslim, on beş gayr-ı müslim farz edilerek, birbiri ardına dizilince bunlara yapılacak her kur’ada gayr-ı müslime isabet etmesi matluptur. Nasıl taksim edilir?”
Bu suale cevaben,
“Bunların yüz yirmi dört vaziyet-i muhtemelesi vardır,” diyerek yapar. Hem de der;
“Bundan daha müşkilini de kendim icat ederim. İki bin beş yüz vaziyet-i muhtemeleye göre yaparım.”
İki saat zarfında yüz adamdan elli adet gayr-ı müslimi o vaziyette taksim eder ki, daima kur’ayı gayr-ı müslime düşürür. Ve hattâ beş yüz gayr-ı müslim olmakla iki yüz elli bin vaziyet-i muhtemele üzerine bir mesele çıkarttı ve Tahir Paşaya göstererek bir risale şeklinde yazdı. (T.HAYAT)"
(*) Maatteessüf o risale Van’da bir yangında yanmıştır.
*"Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyevîye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki, 'Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu?' Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan zarar etmez, şer olmaz.
Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa, yirmisi yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki, 'Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu?' Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı." (MEKTUBAT,12.Mektup,3.sual)
* "Bir zaman -Allah rahmet etsin- mühim bir zât kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul'dan Köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb'e gitmeye mecburuz. Israr ettim.
Dedi: "Korkuyorum; belki batacağız."
Ona dedim: "Bu Haliç'te tahminen kaç kayık var?"
Dedi: "Belki bin var."
Ona dedim: "Senede kaç kayık batar?"
Dedi: "Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz."
Dedim: "Sene kaç gündür?"
Dedi: "Üç yüz altmış gündür."
Dedim: "Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz."
Hem ona dedim: "Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?"
Dedi: "Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşama ihtimalim vardır."
Dedim: "Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var. Öyleyse, üç bin altı yüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et."
Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim: "Cenâb-ı Hak havf (korku) damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.(MEKTUBAT,29.Mektup,6.risale olan 6.kısım)
*"Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki; surete hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemet insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler..." (BARLA LAHİKASI)
Bediüzzaman Matematikteki aklı ve mantığı çalıştıracak konulara çok önem vermiş, güncel hayatta olasılık hesapları, oran ve orantı hesapları üzerinden eserlerinde örnekler vermiştir. Akıl ve mantığını kullanarak oradan (Bir)i bulmağa götürür okuyucularını. Halkın genelini ilgilendiren konular dışında ilgisini gereksiz yerlere dağıtanları uyarır, vaktini boşa geçirenleri de ikaz eder.
Eserlerinde bu konudaki bir örnek aşağıdadır:
*meşâgil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana âit olmayan ve fuzûlî bir sûrette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyânî meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güyâ binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz mâlûmât ile vakit geçiriyorsun. Meselâ, "Zühalin etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?" ve "Amerika" tavukları ne kadardır?" gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güyâ, kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun! (SÖZLER,21. Söz,)
Bediüzzaman eserlerinde dini konuları açıklarken bazen aritmetikle ilgili çarpıcı örneklerler verir ve onların akla ve mantığa ne kadar uygun olduğunu gösterir:
*Sual: Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennemde hapis nasıl adalet olur?
Elcevap: Sene 365 gün hesabıyla, bir dakikada katl, yedi (7) milyon sekiz yüz seksen dört (884) bin dakika hapis iktizası kanun-u adalet iken, bir dakika küfür bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfürle ölen bir adam, kanun-u adaletle, elli yedi (57) trilyon iki yüz bir (201) milyar iki yüz (200) milyon sene, beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur. Elbette “"Orada ebedî olarak kalacaklardır."(Nisâ Sûresi, 4:169). Adalet-i İlâhî ile veçh-i muvafakati bundan anlaşılıyor.
Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki:
Katl ve küfür, tahrip ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal, zâhirî âdete göre, on beş sene maktulün hayatını selb eder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, bin bir esmâ-i İlâhîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemâlâtını inkâr ve hadsiz delâil-i vahdâniyeti tekzip ve şehadetlerini reddetmek olduğundan, kâfiri, bin senedenziyade esfel-i sâfilîne atar, "Ebedî kalıcılar…" (Nisâ Sûresi, 4:169). de hapseder. (LEMALAR, 28.Llema, 19. Nükte)
*Cehennem ikidir. Biri suğrâ, biri kübrâdır. İleride, suğrâ kübrâya inkılâp edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğrâ, yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i tabakatü'l-arzca malûmdur ki, ekseriya her otuz üç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek, merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz, altı bin küsûr kilometre olduğundan, iki yüz bin derece-i harareti câmi, yani iki yüz defa ateş-i dünyevîden şedit ve rivayet-i hadîse muvafık bir ateş bulunuyor. (MEKTUBAT, I.Mektup, 3.Sual)
Bir kitabı okumak için onun dilini, kelimelerini ve anlamlarını bilmek gerekir. Bu konuda Galile matematik diline gözleri çeviriyor ve diyor ki:
“Kainat dediğimiz kitap, yazıldığı dil ve harfler öğrenilmedikçe anlaşılamaz. O, matematik dilinde yazılmış; harfleri üçgen, daire ve diğer geometrik şekillerdir. Bu dil ve harfler olmaksızın kitabın bir tek sözcüğünü anlamaya olanak yoktur. Bunlar olmaksızın yapılan karanlık bir labirentte amaçsızca dolaşmaktır."
Bediüzzzaman da kainatı bir kitaba benzetiyor. Allah’ı anlatan 3 şeyden birisinin şu evren kitabı olduğunu ifade ediyor, onu anlamaya onu okumaya çağırıyor.
*Rabbimizi bize tarif eden üç büyük külli muarrif var. birisi şu kitab-ı kainattır (SÖZLER,19.Söz, MEKTUBAT,19.Mektup)
*Ulûm-u riyaziye ulemasının münasebet-i adediye içinde en lâtif düsturları ve avamca harika görünen kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler. Hattâ fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medâr-ı tenasüp ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış. Meselâ, nasıl ki iki elin ve iki ayağın parmakları, âsabları, kemikleri, hattâ hüceyratları, mesâmatları hesapça birbirine tevafuk ederler. Öyle de, bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mâzi baharlarına, ihtiyar ve irade-i İlâhiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatleri, Sâni-i Hakîm-i Zülcemâlin vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdâniyettir. (ŞUALAR, I.Şua,2.Sual)
Evet, evrene baktığımızda gördüğümüz bütün kanunların, kuralların sayılarla ilişkili olduklarını anlarız. Hesapsız kitapsız, tesadüfi hiçbir şey yoktur. Her şey en ince noktasına kadar düşünülmüş ve ona göre belli oran ve orantıda tanzim edilmiş olduğunu görürüz. Bu kadar ince hesaplı işlerin kendi kendine olması veya tesadüfen oluşmasına imkan yoktur. Mesela dünyanın atmosferinin yaklaşık yüzde78 Azot, yüzde 21 Oksijen, yüzde 0.93 Argon ve çok düşük oranlarda Karbondioksit ve diğer gazlardan teşekkül ettirilmesi ve bu oranın değişmemesi, Bitkilerin karbondioksit alıp oksijen vermesi, Dünyanın güneşe uzaklığı, eğimi ve kendi ekseni ile Güneş etrafındaki dönüş hızının sayısal değerleri bir sürü sayısal değerler dünyada hayatın olması istendiği için öyle belirlenmiş değil midir?
Uzaydaki Galaksiler, Galaksi içindeki yıldızlar, aralarındaki çekim kanunları, dönme hızları hep matematiksel bir hesaba dayanır. İnsan, bitki ve hayvandan en küçük organizmaya kadar her şeyin yaratılmasında, şeklinde ve sayısında ince bir hesap vardır. Bütün bu hassas hesaplar ve dengeler bir olan yaratıcıyı, O’nun Vahid ve Ehad oluşunu göstermek için yazılmış bir kitap değil midir?
Matematikte sayılar sıfırdan başlar sıfırın bir anlamı yoktur ama bir sayısı varlığın başlangıcıdır, önce bir vardır onda sonra diğerleri gelir. Kainatta da böyle değil midir? Bütün zor soruların, problemlerin çözümünde bulunan netice her zaman (Bir)i göstermez mi? Bu bir sayısı bazen Güneş, Ay, Dünya üzerinde kocaman rakamla yazılıdır bazen hücrenin içinde küçücük bir rakamla. Avam denilen halk büyük rakamla yazılan (Bir)i okur, anlar havas denilen aydın, okumuş ve bilim adamları ise küçük rakamla yazılanı araştırır, bulur. Bir’i okuyamayan için hayatında kargaşa, huzursuzluk var demektir. Tüm varlıkların sahip oldukları özellikler; kendilerini Yaratanın varlığını, birliğini ve sonsuz gücü ile ilmini göstermek için yazılmış birer mektup birer kitap değil midir?
*"Evet, her şeyde bir birlik var. Birlik ise biri gösterir. Meselâ, dünyanın lâmbası olan güneş birdir; öyle ise dünyanın mâliki dahi birdir. Meselâ, zemin yüzündeki zîhayatların hizmetçileri olan hava, ateş, su birdir.(MEKTUBAT, 20.Mektup)
Bu vesileyle Risale-i Nur külliyatından beslenen ve akademik kadrolarda bulunan elemanlar acaba bu konuda ne düşünüyor, ne yapıyor? Ortaokul, Lise ve Üniversite öğrencilerinden bir hedef kitle belirleyerek kendi bilim dallarıyla ilgili kitap yazmaya başlayacaklar mı? Yoksa onların böyle bir görevleri yok mu? Okudukları külliyatın penceresinden kendi bilim dallarına bakarak yazacakları eserleri acaba ne zaman okuyabileceğiz?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.