Bediüzzaman zehirden ağlıyordu
Ömer Özcan, Bediüzzaman’ın talebelerinden İbrahim Fakazlı ile görüşmesini Risale Haber okuyucuları için kaleme aldı
“Ağabeyler Anlatıyor” kitabının yazarı Ömer Özcan, 2 Kasım 2003’te vefat eden Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden İbrahim Fakazlı ile görüşmesini Risale Haber okuyucuları için kaleme aldı.
Risale-i Nur'da "Küçük İbrahim" diye de adı geçen İbrahim Fakazlı, 1912 tarihinde İnebolu'da dünyaya gelmiştir. Hz. Üstadı ilk defa l940’da, Kastamonu'da, karakolun karşısındaki evinde ziyaret eder ve hemen Nur’ları yazmaya, okumaya başlar. Fakazlı ağabey 1943 Denizli, 1948 Afyon mahkemelerinde yargılanır ve Üstadla beraber hapis yatar. İbrahim Fakazlı ağabeyi dünya gözüyle son defa İnebolu’daki kendi evinde 22 Temmuz 1998’de görmek nasip oldu. Uzun bir hastalık döneminden sonra 2 Kasım 2003’de İnebolu’da vefat etti. (Ömer Özcan)
İbrahim Fakazlı anlatıyor:
Afyon Hapishanesinde Üstad üst kattaki koğuşta kalıyordu. Bahçeye çıktığımız zaman bir tahta kapı vardır. Gardiyan olmazsa, oradan fırlıyoruz yukarıya. Orada gardiyanlar sandalyede oturuyorlardı. Bazen de ayrılıyorlardı. Biz o anda fırlıyorduk yukarıya. Yalnız orada bir falaka vardı. Yakalandın mı falakaya yatardın.
Yukarıda Üstadın odası vardı. Daha doğrusu yüz kişilik bir salon. Koca bir salon. Orası hapishanenin mektebi imiş... O maksatla yapılmış. Ben o salonun pencerelerini saydım. 36 tane göz vardı. 32 tanesinin camları kırıktı. Mevsim kış. Oralara cam takmadılar, bir şeyle kapatmadılar. Karşı koğuşta bir komünist vardı, 101 senelik. Bir de ahlaksız bir doktor, ceza yemiş. Bir de Demokrat Partinin zincirli Başkanı vardı. Onu bir suçtan dolayı Halk Partili hâkimler cezalandırmışlar. Onların odalarını yaptılar. İçine soba kuruverdiler, kömür de verdiler, camları da takılı.
Hâlbuki Üstadın odasının tabanında da döşemelerin arası açıktı. Rüzgâr böyle giriyordu.
Üstadın yatağı da şuydu: Birbuçuk metrelik kısa bir tahta, tahtanın üzerine bir minder, onun üzerinde iki tane battaniye, başının altına da bir yastık. Çok çıktım yanına. Ben Üstadı hiç böyle uzun yatarken görmedim. Üstad yattığı zaman bacaklarını dizlerinden büzerek yatıyordu mecburen.
Soba soğuktan patlıyordu... Sıcaktan patlaması lazımdır… Ama soğuktan patlıyordu... O kadar çok soğuk vardı…
Mangala biraz kül, biraz kömür konmuş; Üstadı mangalın üzerine doğru, böyle mangala kapanmış vaziyette birkaç kere gördüm. Yüzünü ısıtıyordu.
Size Afyon’daki o kışın şiddetini anlatayım: 15-20 gün camlardan don gitmedi. Tül perde gibi öyle kaldı. Bahçedeki kar bizim boyumuzdaydı. Tünel açılarak geçiliyordu.
İLK DEFA ÜSTADIN AĞLAMASINI GÖRDÜM
Afyonda üstadın zehirleme hadisesinde yanında bulunmadım. Fakat zehirin tesirini gördüm. Şöyle:
Bir gün o kapıdan çıktım Üstadın yanına. Baktım Üstad böyle büzülmüş yatıyor. Fakat hemen anladım hasta olduğunu. Koştum Üstadın yanına. Ellerini avucuma aldım. Ellerimi ateş yakar gibi yaktı. O kadar sıcak ki elimi yaktı, ateş gibiydi. “İbrahim ben ölüyorum” dedi Üstad hazretleri.
Dilini çıkarttı. Dili, hani haşlanmış yumurta soyulunca altından çıkan beyaz olur ya, onun gibiydi. Aynen, dili haşlanmış yumurta gibiydi. Gözlerinin içi ise kıpkırmızı olmuş. Bana hastalığını anlatıyordu. “Üstadım geçmiş olsun” dedim.
Üstadın önüne kapaklandım, başladım ağlamaya. “Siz varken… Ben artık ölüyorum… Ben memnunum… Ben ölmeye hazırım…” böyle söylüyordu Üstad. Ben başladım ağlamaya. Üstad “git” diye işaret ederken Ceylan geldi. Ceylan da beni öyle görünce, o da kapaklandı oraya. Başladı o da ağlamaya… Üstad da başladı ağlamaya.
Ağlıyordu Üstad orada. Bize dedi ki: “Siz gidin kardeşim, haber verin. Allahaısmarladık, ben ölüyorum.” Kalktık Ceylan’la önünden. Şaşırmıştık. Ceylan’la sarmaş dolaş ağlıyoruz. Üstad; “gidin” diyordu. “Gitmemiz haber vermemiz lazım” dedik.
O endişe ile ikimiz birlikte indik aşağıya. Telaş da vermemek için, birer ikişer söylüyoruz herkese. Bu esnada Üstad üst katta camda belirdi. Elinde saati var. Saati tutmuş, yukarıdan işaret ediyor bize. Saati soruyordu bize. Sonra biz parmak işareti ile bildirdik. Hayret ettim. Üstad nasıl kalktı geldi bu haliyle? İyileşmişti…
Yaa böyle oldu işte… Ben bunu gördüm… O ateş, o hastalık zehirlenmeden mütevellittir. Demek Üstadın vazifesi varmış. O ateşin içinden çıkmıştı... İnayetle...