Bediüzzaman'ı 'iletişim üstadı' da yapan örnekler

Bediüzzaman'ı 'iletişim üstadı' da yapan örnekler

Bu örnekler, onun başka büyüklükleri yanında aynı zamanda ne kadar büyük bir “iletişim üstadı” olduğunu da göstermeye yeterlidir

Ömer Baldık-Zafer Dergisi

Bir İletişim 'Üstad'ı

Bediüzzaman Said Nursi’de sayısız parlak iletişim başarısı örneklerine şahit olabiliriz.

AHİRETE İMANIN “DÜNYA SAADETİ”NİN DE BİR NUMARALI LÂZIMI OLDUĞUNU ANLATTI

Söz gelimi, ahirete iman, dinimizin temel rükünlerinden biridir. Pekçok İslâm âlimi bu konuyu “ebedî saadet” çerçevesinde ele almıştır. Bediüzzaman da, ahirete imanın ebedî saadete giden yol olduğuna değinmiştir elbette. Ama o, bunun yanı sıra, karşısındaki muhataplarının dünya saadetiyle de yakından ilgili olduklarını bildiği, onlarla bu noktada empati kurabildiği için, ahirete imanın “dünya saadeti”nin de bir numaralı lâzımı olduğunu göstermiştir Nur Risalelerinde.

Ve bu bakış açısıyla, ahirete imanın şu dünyada toplum hayatı içinde huzur ve mutluluk reçetesi olduğunu başarıyla izah eden Üstad, çocukların ahirete imanın bir cüzü olan cennet fikriyle teselli olabilecekleri, gençlerin yine ahirete imanın bir parçası olan cehennem fikriyle terbiye olacakları, eşlerin ise ancak ahirete imanın verdiği ebedi bir hayat fikriyle gerçekten samimi olarak birbirlerini sevebileceklerini (yaşlandıklarında da birbirlerine “ebedi refikası” nazarıyla bakabileceklerini) açıklamıştır.

MİLLİYETÇİLER İLE İLETİŞİM KURDUĞUNDA

Yine, Üstad’ın “daire dışı”nda olan insanlarla iletişiminde de pekçok parlak örneğe rastlamak mümkündür. Meselâ kendisi bugünkü anlaşıldığı şekliyle milliyetçilik hakkında çok da olumlu bir kanaat taşımadığı (bunun Avrupa menşeli bir frenk illeti olduğunu düşündüğü) halde, milliyetçiler ile iletişim kurduğunda onlara “Milliyetçiliği bırakınız” dememiştir. Bunun yerine, “Ey Türk Kardeş! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan ayrılması mümkün değil. Ayırsan, mahvolursun. Bütün senin geçmişteki gurur duyduğun şeyler İslâmiyet defterine geçmiş. Bunları, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle kalbinden silme” demiştir. Üstad böyle demekle, kendi düşüncesinden geri adım mı atmıştır? Elbette hayır.

Burada iki şeyi birbirinden ayırmak lâzımdır: Üstad, herhangi bir konuyu teorik düzeyde kendi iç dünyasında (hakikatin yüksek hatırı adına) en çetin “kıstas”lara tabi tutarak irdelemiştir; buna kendi gücü yetecek düzeydedir. Fakat, aynı konuyu bir başkasına anlatırken muhatabın “algılama düzeyi”ni dikkate almıştır. Söz gelimi, “Ey Türk Kardeş! Bu milliyetçilik fikrini bırak” dese, dinlenilmeyeceğini biliyordu. Çünkü milliyetçilikteki (onun ifadesiyle) “gafletkârâne lezzet ve şeametli kuvvet”in yerine iman lezzeti ve imandan gelen kuvvet konulmadan, hiçbir milliyetçi, milliyet fikrinden vazgeçmezdi. Ona öyle bir şey demek lâzımdı ki, hem kutsal saydığı fikrine doğrudan ilişilmiş olmasın, hem de hakikate doğru adım atmasına yardımcı olunsun. Üstad’ın yaptığı da tastamam buydu. Hem hakikati hem de muhatabı incitmemek!

(Burada hakikat de incinmemiştir, çünkü Üstad’ın “müsbet milliyet” diye ifade ettiği fikirle anlatmak istediği, İslâmiyet şemsiyesi altına girmiş bir milliyetçilik anlayışı idi).

MAHKEMELERDE VEYA SİYASİLERE YÖNELİK YAPTIĞI KONUŞMALAR

Bediüzzaman’ın parlak iletişim başarılarına bir başka örnek, mahkemelerde veya siyasilere yönelik yaptığı konuşmalarda kendisini gösterir. “İnsanları çevresine toplayarak bir çeşit gizli örgüt kurduğu ve toplumsal huzuru ve asayişi bozduğu” şeklinde aslı astarı olmayan iddialar karşısında, Üstad kızıp öfkelenip saldırgan bir üslup içinde kendisini kaybetmediği gibi, yine kızgınlıkla küserek içine de kapanmamıştır. Bunun yerine mutedil bir çizgide çok başarılı bir iletişim kurmuştur. Bir yandan “Mahkeme niyete değil ele bakar” gibi ölçülerle yargıç ve savcılara adaleti ders verirken, öte yandan eğer gerçek maksat asayiş ve huzur ise bunu pratik hayatta Risale-i Nurları okuyarak onu kendisine rehber edinenlerin gerçekleştirdiğini (bu kişilerin kayıtlı suçlarda isimlerinin olmadığı delilinden hareketle) ifade etmiştir.

“BİL EY NEFSİM!” TERBİYE METODU

Yine, Üstad’ın parlak iletişim başarılarından birisi de, Nur Risaleleri’nde görülen “terbiye metodu”dur. Eski devirlerde âlimler, etrafındakileri nefis terbiyesi adına azarlardı. “Nefsinin arzularına boyun eğen şahsiyetsiz adam!”, “Bayağı zevklerin kölesi iken nasıl Rabbine köle olduğunu iddia ediyorsun?” gibi son derece sert ifade ve ithamlar kullanarak, onların aşırılıklarını terk etmesine ve doğru yola girmelerine çalışırlardı. Elbette bunda, o devirlerde İslâm’a ve âlimlere saygının yerleşik olmasının rolü de vardı. Dine doğrudan hücumların olduğu ve nefisperestliğin alabildiğine at koşturduğu bu zamanda ise, böyle bir metodun işe yaramayacağını Bediüzzaman, hepimizden çok daha iyi gördü. O bakımdan, muhataplarının kalbine onların nefislerini karşısına almadan ulaşmanın hem şefkâtli hem de akıllıca bir yolunu buldu: “Bil, ey nefsim!”

Üstad’ın terbiye metodu, “Bil ey nefsim!” metoduydu. O, söylediklerini ilk ve en önce kendi nefsine söyledi. Doğrusu, nefsi şişkin muhataplarını daha baştan kaybetmemek için bundan daha iyi bir iletişim dili bulunamazdı. Bu noktada Üstad o kadar dikkatli idi ki, muhataplarına hitap ederken bile, “…anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle!” demeyi uygun gördü. “…Anlamak istersen” ibaresiyle muhatabının ihtiyar ve iradesine saygı göstermesi, onun muhatabına şefkatinin; ve hakikati boşluğa değil, bir muhataba anlattığının ne kadar şuurunda olduğunun çarpıcı bir delilidir.

ACABA NEDEN O ÇALIŞMASINA DEVAM ETMEDİ DE, NUR RİSALELERİNİ YAZDI?

Aslında Nur Risaleleri’nin tamamı da, bu açıdan bakıldığında, parlak bir iletişim başarısı olarak görülebilir. Belki de Üstad’ın en büyük iletişim başarısı, Nur Risaleleridir dense yanlış olmaz. Zira Kur’ân âyetlerinin anlaşılması için yazılmış bir tefsir çalışması olarak tarif edilebilecek olan Nur Risaleleri, kelam ilmi sınırları çerçevesinde kaleme alınmış standart bir tefsir değildir. Hâlbuki Üstad o türden bir tefsir yazabilecek bir âlimdi. Nitekim Doğu Cephesi’nde Rus ve Ermeniler ile savaşırken savaş meydanında talelebesine kaleme aldırdığı İşarat’ül İcaz adlı yarım kalmış bir tefsir çalışmasına başlamıştı. Sonradan o çalışmasına dönebileceğini düşünürsek, Üstad’ın bilinçli bir şekilde o tefsir çalışmasını tamamlamadığı da söylenebilir. Acaba neden o çalışmasına devam etmedi de, Nur Risalelerini yazdı?

Bunun değişik açıklamaları olabilir. Ama akla gelen en mantıklı açıklama şudur: Standart tefsir çalışmalarının hiçbirinde muhatap öncelikle dikkate alınmaz. Standart tefsir çalışmalarının esas muhatabı, bizzat ilimdir. O çalışmaların alıcıları da ancak o ilim düzeyine çıkarak o eserden istifade ederler. Bediüzzaman Said Nursi ise, belki de ilmin en yüksek derecedeki eseri olan bir tefsir çalışmasını bile, muhatabının anlayış ve algılama seviyesine indirmeyi, iletişim kuruyor olmanın en başta gelen şartı olarak gördü. Ve Nur Risaleleri’ni bu anlayış çerçevesinde kaleme aldı. Allah en iyisini bilir.

Üstad’ın parlak iletişim başarıları elbette burada sözü edilenlerle sınırlanamaz. Bu konuda daha pek çok örnekler sunulabilir. Ama bu kadarı bile, herhalde onun başka büyüklükleri yanında aynı zamanda ne kadar büyük bir “iletişim üstadı” olduğunu da göstermeye yeterlidir. İletişimin inceliklerini ve sırlarını keşfetmek isteyenlere duyurulur!

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.