Hüseyin YILMAZ
Bediüzzaman'ın Şeyh-ül İslâmı: Ahmed Aytimur
1924’de, Elazığ’ın bir köyünde dünyaya gelmiş. Cihan devletinin yıkılıp, mirasının Batı telkinleri ile Ankara’nın yeni muktedirlerince tahrib edildiği; din tahribkârlığı kastının şekillendirdiği inkılâb sağanağının fırtınaya dönüştüğü yıl: Cihân devletinin ruhu mesabesindeki hilafet kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile gelecek nesillerin şuur ve ahlâkını felç edecek bir eğitim sistemine geçilmiş; bin yılın müktesebatı medrese ve tekyeler kapatılmış; Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmıştır. Hulâsa, Ayitimur ağabeyin dünyaya teşrif ettiği devir, silâhlı mücâdeleden gâlib çıkmış süsü verilen Türkiye’nin, kendisine sulh masasında biçilen idam hükmünün Ankara eliyle infazının gerçekleştirildiği devir...
Hz. Üstad’ın temayüz etmiş diğer şâkirdlerinin aksine, göz önünde olmasına ve bereketli ömrüne rağmen, Ahmed Aytimur ağabey hakkında çok az şey biliyoruz. Zirâ, ketum bir insandı. Kendisinden bahsetmeyi de, bahsedilmesini de hiçbir şekilde sevmiyordu; buna fırsat vermediği de biliniyor. Bu sebeple olsa ki, uzun ömrünün safahatını uzun uzadıya anlatacak hiçbir bilgiye sahib değiliz; en azından yazılı kaynaklarda bir şey yok veya fakir bulamadı.
Yirmi dört yaşında topraklarından kopup İstanbul’a gelmiş. Maksadı, bir taraftan çalışırken öbür taraftan Kur’anî desler almaktır. İhlâsının mükâfatı olarak o devrin en gür ve en berrak kaynaklarından Risâle-i Nurlar ile müşerref olur. Sonrasında Hz. Üstad’ı ziyaret eder ve son nefesine kadar devam edecek olan Nurculuk hayatı başlar. Üstad’ı gibi mücerred yaşamış. Ömrü, Nur Medreselerinin çoğu fakir ve mütevazı duvarları arasında geçmiş. Dünyası hiç olmamış insanlardandı. Doğrudan âhirete geçiş mümkün olmadığından dünyaya gönülsüzce gelmiş gibiydi.
Dünyevî hiç bir makam veya unvanı yoktur. Ne akademisyendir, ne de siyâset adamı. Fakat Üstad’ın kendisine verdiği iki paye var ki, dünyevî hiçbir bedel ile alınması kabil değil. Birincisi, Nurların neşir vârislerinden olmak. Diğeri “Şeyh-ül İslâmlık”...
Sungur ağabey merhumdan nakledilen ikinci paye, bana göre, Ahmed Aytimur Ağabey’in en mümeyyiz tarafını ifâde ediyor. Hazreti Üstad’ın: “Yeminle söylüyorum, Ahmet Aytimur’u on şeyh-ül İslama değişmem...” dediğini Sungur abi, muhtelif vakitlerde ve farklı zeminlerde ifâde etmiş.
Fakire alâkası gıyabî başlamıştı... Bilhassa sadeleştirme mevzuunda yazdığım sert yazıları takdirle karşılamış, çoğaltarak kendi çevresinde dağıtılmasına gayret etmişti. Zaman zaman Mesut Zeybek ağabeyin vasıtasıyla selâm ve duaları geliyordu. Görüşmem de ondan sonra olmuştu. Hem Nurlara hayatı pahasına sâdık, hem de vâkıftı. Ne var ki, çoğu zaman yalnız kalmış, Nurların bilhassa içerden gelen tehdidler karşısında zarar görme ihtimalinden muzdaribti. Fakirin yazılarını onun için hararetle sahiplenmişti
Aytimur ağabeyi geç tanıyanlardanım... Muarefem çok değil, topu topuna bir kaç seferlik kısa görüşmeler. Son görüşmemizde kendisine muhtelif suallerim olmuş; hemen tamamını da Nurlardan ilgili bahisleri okuyarak cevaplandırmıştı. Müdakkikti, Külliyatın tamamını bütün mevzu ve bütün detayları ile bildiği ve hâkim olduğu açıktı. Şaşırtıcı ihata kabiliyetini gölgede bırakan bir muhakeme kabiliyetine sahibti ki, bu, o yaşta binde bir insanda bile rastlanılması güç bir vasıftı. Üstad’ın ona verdiği “on Şeyh-ül İslam” payesinin sebebini o gün anladım. Aytimur abi, Risâle-i Nur ve hizmet meselelerinde gerçek bir Şeyh-ül İslâmdı; daha doğrusu, on Şeyh-ül İslâm.
Nur Hizmeti, Şeyh-ül İslâmını kaybetti; demek istemem. İnşaallah yerini dolduracak birileri veya bir heyet vardır, bilmediğim...
Gerek Ankara istihbaratının, gerek yabancı istihbaratların şeytanî tuzakları ile Nur talebeleri çok sık – kaba tabir ama hakikatin ta kendisi olduğundan ifâdeye mecburum- boğazlaşıp gırtlak gırtlağa geldikleri kavgalara Aytimur abi, mümkün mertebe girmemiş, itidalini muhafazaya çalışmıştır. Yazık ki, kavgaya girenler çoğu zaman onun sesini duymamış, kulak kabartma ihtiyacı duymamışlardı. Nur ırmağının bir deniz cesametine ulaşmasını engellemek isteyen şer çevreleri, bu büyük nehri küçük küçük çay ve derelere bölmüş, verimsizleştirmiştir. Herkesin bulunduğu yerde hizmet ettiği iddiası, zayıf bir hakikat olsa bile, kaybedilenin yanında yok hükmündedir. Kimse alınmasın, kusuruma da bakmasınlar...
Daha çok görüşmeye, istifadeye müştaktım; ama mümkün olmadı. Bendeki nasipsizlik ve liyakatsizlik kaderî bir sebeb olarak öne çıkmıyorsa, gerisi tembellik ve ihmalkârlığıma bakıyor. Üzgün ve pişmanım, ama yapılacak bir şey yok. Bu aziz ağabeyimize Allah’tan gani gani rahmet diliyor, âhirette kendisiyle komşu olabilmeyi ümid ve niyaz ediyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.