Bediüzzaman'ın avukatını rahmetle anıyoruz
Bugün, Bediüzzaman'ın ve bir zamanların Türkiye’sinde mazlumların sesi, soluğu, çığlığı olan Av. Bekir Berk’in vefatının 19. yıldönümüdür…
Ömer Özcan'ın yazısı - RisaleHaber
Bugün 14 Haziran… Bugün, bir zamanların Türkiye’sinde mazlumların sesi, soluğu, çığlığı olan Av. Bekir Berk’in vefatının 19. yıldönümüdür…
Merhum Av. Bekir Berk ağabeyimizi rahmetle anıyor, vefatının 19. yılında filmlere konu olabilecek birkaç hatırasını “Risale Haber” okuyucularıyla paylaşıyorum...
***
AV. BEKİR BERK İLE BERABER ÜÇ BÜYÜK TEHLİKE ATLATTIK
İnebolu’da, 8 Mayıs 1969 Cuma günü Meyve Risalesi bulundurulduğu ve okutulduğu için 9 Mayıs Cumartesi günü başta Selahaddin Çelebi olmak üzere, Recep Uysal, Harun Durmuş ve Salih Emik kardeşlerimiz tutuklanıp aynı gün hapishaneye atıldılar. Avukat Bekir Berk ağabey, 11 Mayıs günü İnebolu’ya gelip, tutuklu dört kişiyi dinledi ve vekâletlerini aldı. Mahkeme 30 Mayıs gününe, yani 21 gün sonraya bırakıldı.
Bekir Berk Ağabeyle ibret için bir cinayet davasını izledik
Ağabeylerle istişare ederek, Bekir ağabeyi alıp getirmek için 29 Mayıs günü bir minibüs tutarak Sinop’a gittim. Bekir ağabeyi Sinop Adliyesinde buldum. “Bekir abi ben seni almaya geldim, yarın mahkememiz var” dedim. “Tamam, ben de seni bekliyordum. Ama bir cinayet davası var, gel ibret almak için önce onu izleyelim biraz” dedi. İçeriye girip dinlemeye başladık. Davası konusu; bataklık bir arazi yüzünden miras kavgası sonucu iki kardeşten birisi diğerini öldürmüş… Mahkeme çıkışında Bekir ağabey “İslamiyet’i yaşamamanın ve iman zayıflığının neticesini duydunuz. İnsan iki çuval saman için can kardeşini öldürebiliyor” dedi.
Silahlı ve içkili sarhoşlar yolumuzu kesti
Minibüse, o sırada Sinop’ta bulunan Samsunlu Nur Talebesi Hamdi Sağlamer’i de alıp yola çıktık. Hamdi Sağlamer, belinde silahı olan babayiğit bir adamdı. Onu Ayancık’ta indirdik. Biz yolumuza devam ettik.
Bekir ağabey, şoför Yaşar Çalık’ın yanında oturuyor, ben de şoförün arkasında oturuyordum. Muhabbet ederek tepeyi tırmanırken, on dakika sonra, 8-10 kişilik bir grup bir ellerinde silah, diğer ellerinde rakı şişeleriyle minibüsün önünü kestiler. Şoför Yaşar Çalık koltuğun altında sakladığı tabancayı çıkarttı, ben hemen mani oldum, tabancayı yerine koymasını söyledim. O da öyle yaptı. O sarhoşlardan birisi minibüse yaklaştı, Yaşar’ın açık camından Yaşar’a, “Bir şey mi dedin?” Deyip bir şarjör havaya boşalttı. Arkadaşlarına minibüse binmelerini söyledi. Diğerleri izin almadan minibüse doluştular. Bekir ağabey şaşırdı, bir taraftan “Aman sesimizi çıkarmayalım” diyerek bizi yatıştırmaya çalışıyordu. Zaten yapacak başka bir şeyimiz de yoktu. Onlar minibüsün içinde hem içtiler hem de davul zurna çaldılar. Ara sıra da dışarıya ateş ettiler.
Beş-altı kilometre gittikten sonra minibüsü durdurdular. O Efe, “inin aşağıya” diyerek adamları indirdi. O zamana kadar konuşmayan Bekir ağabey onlara “Düğüne mi gidiyorsunuz?” dedi. Onlar da “Hayır asker selametliyoruz” dediler.
Onlar gittikten sonra Bekir ağabey: “Büyük bir beladan kurtulduk. Allah’tan Hamdi Sağlamer’i Ayancık’ta indirdik. O minibüste olsaydı bunların minibüse binmelerine izin vermezdi. Başımız derde girer” dedi.
Minibüsün tekerleği bir çukura düştü, içeriye su girmeye başladı, motor durdu, minibüs sallanmaya başladı
Gecenin ortalarına doğru Abana’ya vardık. Hava çok soğuktu. Minibüsün kaloriferleri çalışmıyordu. 1969 yılında Abana Çayı’nın üzerinde köprü yoktu. Çayın kenarına geldiğimizde karşı tarafa nereden geçelim diye bir türlü karar veremedik. Çay, mevsim itibariyle oldukça derinleşmişti. Şoför Yaşar Çalış “Bismillah” deyip çayın ortasına kadar minibüsle ilerledi. Birden minibüsün tekerleği bir çukura düştü ve içeriye su girmeye başladı. O anda motor durdu. Biz ayalarımızı yukarıya çektik. Minibüs hafiften sallanmaya başladı. Yaşar “Eyvah! Gecenin bu saatinde ben kimi bulup da çektiririm bu minibüsü diye sızlanmaya başladı. Sonra pantolonunu çıkarıp suya atladı. Bekir ağabeyle ben soğuktan titremeye başladık.
Aradan iki saat geçti, Yaşar bir traktörle geldi ve minibüsü karşı sahile çektirdi. Fakat motor çalışmıyordu. Yaşar, kollarını sıvayıp, bir iki saat daha uğraşıp bir türlü çalışmayan motoru çalıştırmayı başardı. Tekrar İnebolu’nun yolunu tuttuk.
Tekbir getirerek o yolu nasıl geçtik hala bilemiyorum
Sabaha karşı, Evrenye’yi geçip Poyrazlar denilen yere geldik. Yolun kenarında onbeş belki de yirmi adet kamyon, minibüs ve taksinin beklediğini gördük. Kalabalığa ne olduğunu sorduk. İleride heyelan olduğunu, insan boyunda çukurlar açıldığını, geçmenin mümkün olmadığını, İnebolu’dan büyük iş makineleri beklediklerini söylediler.
Bekir Berk ağabey Yaşar’a “Minibüse bin ve motoru çalıştır” dedi. Yaşar “Abi havadan mı gideceğiz, adama deli derler” dedi. Ben de Bekir ağabeyi destekleyerek “Sen işi Bekir ağabeye bırak, onun bir bildiği vardır” dedim. Yaşar motoru çalıştırdı… Bekir ağabeyle ben başladık Tekbir getirmeye. Yaşar da bize katıldı. Arkamızdan insanlar “siz deli misiniz” diye bağırıyorlardı. “Allah-ü Ekber! Allah-ü Ekber!” diyerek orayı nasıl geçtik, hala bilemiyorum ben.
İnebolu’ya vardık, mahkeme saatine zor yetiştik. Sinop’tan İnebolu’ya üç dehşetli sıkıntı ve meşakkatin rahmetini gördük. Dört kardeşimiz beraat etti. O gün Bekir ağabeyi bizim evde misafir ettik.
Sen Nur İçinde Yat Ey Risale-i Nur Kahramanı
Bekir ağabey vefat ettiğinde torunum olmuştu. Oğluma kızıp “Senin gibi Boralı adamın Boralı oğlu olur, oğlunun ismini Bora koyacağım” dedim. Cenazesine Fatih Camiine gittim. Ben Caminin içinde Cevşen okuyordum. Osman Demirci Hoca da vaaz veriyordu. Bir ara “Adamın torunu olmuş, ismini Bora koyacakmış. Yok Kaya, Yok Tufan böyle isim mi olur…” deyince ben birden irkildim. Bu keramet musallada yatan Bekir Berk ağabeyimindir… Sen nur içinde yat Risale-i Nur Kahramanı…
NOT: Hatıraları anlatan 1940 doğumlu İnebolulu Hasan Kuru’dur. Hasan Kuru, Risale-i Nur’da “Gülcü Hüseyin” diye adı geçen Hüseyin Kuru’nun oğludur. Hz. Üstad’a ziyareti vardır. Hasan Kuru’nun diğer hatıraları yayına hazırlanmakta olan “Ağabeyler Anlatıyor-5” kitabından okunabilir.