Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman’ın gözünde “çocuk ve çevre” nedir?
Genel olarak canlı varlıkları etkileyen dış tesirlerin tümüne çevre denir. Günümüzde çevre o kadar önemlidir ki çevre mühendisliği gibi bir bilim dalı vardır ve ülkemizde “çevre ve şehircilik bakanlığı” da kurulmuştur. Ama “çocuk ve çevre” açısından bakıldığında onun en yakın çevresi; anne, baba, yakın ve uzak akrabalar, arkadaşlar, diğer insanlar ve öğretmenleridir. Bir de çağımızda çocuğun çevresine eklenen Bilgisayar, Cep telefonu, İnternet ve Tv gibi “sanal çevre” vardır ki günümüzde çocuklar üzerindeki etkisi oldukça fazladır.
Bebeklik ve ergenlik çağı arasındaki döneme çocukluk çağı denir ve günümüzde 18 yaş altı çocuk kabul edilir. 0-2 yaş arası Bebeklik çağı olarak kabul edilir. 2-6 yaş aralığı ile 7 yaş sonrası ise, çocuk eğitiminde iki önemli ve farklı dönemlerdir.
Çocukların çevre ile ilişkileri yaşlarına göre farklılıklar gösterir. Geleceğin iletişimine ilgisiz kalmamak için günümüzde, 2-3 yaş arasındaki çocukları teknolojiden koparmak doğru değildir. Ancak bu yaştaki çocuklar bilgisayarla ve televizyonla günde 15 dakika kadar bir süre vakit geçirebilirler. Cep telefonları yüksek miktarda elektro manyetik dalga yaydıklarından beyni olumsuz etkilerler. Bu nedenle küçük çocuklardan cep telefonlarını uzak tutmak gerekir.
3-4 yaşları, çocukların tabiatüstü güçlerin varlığına ilgi duyduğu, hikâye ve masallardan özellikle zevk duymaya başladığı yaşlardır. Hayal dünyasındaki genişleme ve zenginleşmenin yaşandığı dönemdir.
Aile içinde sevgi, ilgi, saygı, sabır ve güven duygusunun temel alındığı bir iletişim her şeyin anahtarıdır. Çocuklarla oyun oynamak, ona kitap okumak, masal ve hikâye anlatmak iyi bir iletişim aracıdır. Aile içinde küçük de olsa paylaşımlar olmalıdır. Birlikte bir şeyler yapılmalıdır. Çok küçük bir paylaşım, sevgiyi canlı tutar. Çünkü hayat paylaştıkça güzeldir.
Allah, ahiret, melekler, ölüm, cennet, cehennem gibi konular onların anlayabileceği bir dille ama teferruata kaçmadan bu yaşlarda anlatılmalıdır.
Mesela ilk ders Allah sevgisi üzerine kurulmalıdır. Önce Allah’ın çocukları çok sevdiği, yüceliği, anne ve babası dahil her şeyi O’nun yarattığı, iyiliklerin ve güzelliklerin sahibinin O olduğu anlatılarak ilk derse başlanabilir.
Mesela melekleri anlatırken bizler nasıl ona namaz kılarak ibadet ediyorsak, meleklerin de Allah’a daimi olarak ibadet eden, ona hiçbir zaman karşı gelmeyen, çocukları kötülüklerden koruyan varlıklar olduğu anlatılabilir.
Mesela; bitkilerin ve ağaçların ilkbaharda yeniden ve daha bir gür şekilde canlanmak üzere, güz mevsiminde yapraklarını dökerek kış uykusuna daldıkları, ilkbaharda yeniden yeşerdiği gibi örnekleri göstererek insanların da kabirde geçici bir süre kalacakları ve sonra tekrar canlanacakları söylenerek haşir anlatılabilir.
Mesela Cennetin iyi, güzel ve Allah’ın nimetleriyle dolu, rahat ve huzur içinde yaşanabilecek bir yer; Cehennemin ise, kötü insanların gidecekleri ve cezaların çekildiği bir yer olduğunu bilmeleri onlara yeterlidir, fazla bilgi yüklemeye gerek yoktur.
Çocuklar, okulda fen derslerini alırken din derslerini de almalıdır. Ama aile de dindar bir yaşam tarzı içinde olmalıdır, yoksa faydası az olabilir. Bu şekilde yetişen çocukların ileride imani konuları kavraması daha da zor olacaktır. Öğrenmenin özünde tekrar vardır, öyleyse konular tekrar edilmelidir.
*bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevi fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: "Neden imanımı terbiye-i İslamiye ile kurtarmadınız? (E. LAHİKASI)
Çocuğun boş iki ayrı kabı vardır, bir kabını baba, diğer kabı da anne dolduracaktır. Çocuk hayat boyu evebeynlerin her birinden farklı şeyler öğrenecektir. Mesela çocuklar, merhamet etme ve acımanın ne olduğunu annelerinin davranışlarından, ailenin dış tesirlere karşı korunmasını, geçindirme sorumluluğunu babalarından öğrenirler. Bu izler, yaşam boyu devam eder.
*acımak ve merhamet etmeyi, o vâlidemin şefkatli fiil ve hâlinden ve ma‘nevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum. (H. REHBERİ)
Çocuklarda 7 yaş sonrası çok ayrı bir dönemdir. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki 0-7 yaş arasında, çocukların öğrendikleri, 7 yaştan sonra öğrendiklerinden daha fazladır. İnsanın alt yapısı bu dönemde kurulur. Birçok yeteneği bu yaşlarda gelişir. Beyindeki “sevgi, öfke ve güven” gibi duyguların temelleri bu yaşlarda atılır. Diğer alanlar ise 7 yaştan sonra şekillenir.
Ailenin bilgili oluşu çocuğun fiziksel, duygusal ve sosyal gelişiminde derin izler bırakır. Çünkü çocuklar, anne babasından gördüğü her türlü davranışı kaydeder ve kopyalar. Çocuğun, anne modeline ihtiyacı olduğu kadar bir baba modeline de ihtiyacı vardır. Annesiz, babasız veya her ikisi olmadan büyüyen çocukların ayrı ayrı sorunları vardır.
Peygamberimizin “Öğretiniz, fakat sert davranmayınız. Çünkü öğretici kişi sert davranan kişiden daha hayırlıdır. ” Hadisi, başta anne baba olmak üzere bütün eğitimcilere rehber olmalıdır.
Bazı aileler öğretirken çocuklar üzerinde baskı, dayatma, sıkı kontrol veya zorlama yolunu seçerken bazıları da onların istek ve arzularını okşayarak eğitme yolunu seçerler. Her çocuğun karakteri farklı farklıdır. Nasıl ki elbiseler, insanın bedenine uygun olursa güzel olur öyleyse çocukları geleceğe hazırlamak için de onların karakterlerine göre davranmak gerekir.
Anne babalara düşen görev, büyüme dönemlerinin özelliklerini bilerek, her yaş grubunun ruhsal, duygusal, zihinsel gelişim aşamalarını öğrenerek, hangi yaşta neler yapıp neler yapamayacağını bilerek sorumluluk yüklemektir. Sizin davranışlarınız, çocuğunuzun değerler sisteminin temeli olacaktır. Çocuk eğitiminde kararlı, tutarlı ve devamlı olmak en önemli üç unsurdur. Ödüllere, övgülere başvurmaksızın çocukları öğrenebilir kılmak en iyi yöntemdir. Asla anne babadan birinin "evet" dediğine, diğeri "hayır" dememelidir. Evebeynlerin çocuktan beklentileri de farklı olmamalıdır. Anne-baba arasındaki uyumsuz davranışlar çocukların ruhsal hayatına yansır. Bir ailede samimiyet, sabır, sevgi ve saygı bulunursa o aileye mutlu bir aile diyebiliriz.
Çocukları iyi yetiştirmek için onunla iyi ilişkiler kurmak, onunla konuşmak ve sohbet etmek gereklidir. Çocukların meraklarını gidermek, sordukları sorulara bıkmadan cevap vermek gerekir. Onlar, görerek ve işiterek öğrenirler. Bu duyu algılarını uyarmak lazımdır. Merak duygusu bastırılırsa sonra okulda da başarılı olamazlar.
*Sizin hanenizdeki mâsum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir. (LEMALAR, 24. Lema)
Çocuklar ile iletişimin dili “Eylem Dili”dir. Eylem dilinde ne “ben” ne de “sen” vurgusu vardır; “Doğru davranış” vurgusu ön plandadır. “Sen bunu yanlış yaptın”daki “sen” vurgusunu kaldırılıp, “Bu davranış doğru değil, ben olsaydım şöyle yapardım” şeklinde doğru ve güzel eylem vurgusu ile telkinat yapılırsa bu öğreti kalıcı olur. Ama mutlaka bir ceza verilecekse de ona verilecek en büyük ceza, onu “Sevdiği şeylerden mahrum etme"dir.
Çocuklar ileriki yaşlarda dünya ile çevre ile beş duyu vesilesiyle iletişim kurmaya başlarlar. Bu dönemde çocuk, sevgiyi, nefreti, cömertliği-cimriliği, uyum ve uyumsuzluğu, dürüstlük ve hilekârlığı kazanmaya başlar.
Okul başarısının temeli de okul öncesi dönemde atılır. Bu dönemde çocuğun fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişimlerini destekleyen oyun ve oyuncaklar ile oynamasına özen gösterilmelidir. Bu oyuncaklar onların heveslerini okşar. Onları çocuk parkı veya Lunapark gibi yerlere götürmek de onlara güzel gelir. Zor kullanma yerine bu yol denenmelidir.
*Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi, ya cebirle, ya hevesatlarını okşamakla olur. (MÜNAZARAT)
Çocuklarda görsel zeka ön plandadır. Bu nedenle anne ve babaların doğru davranışı yapmaları gerekiyor. Çocuklar anne ve babalarının aynası gibidir. Çocuklar davranışlarının çok önemli bir kısmını taklitle kazanır. Çocuklar, bir davranışın uygun olup olmadığını ayırt etme yetisine henüz sahip değildir. Ailesinin değerleri, tutumları ve davranışları çocuk üzerinde büyük etkiler bırakır. Bunun için aile içinde olumsuz davranışlardan sakınılmalıdır. Çocuklar hangi davranışın doğru, hangi davranışın yanlış olduğunu ilk önce aileden öğrenecektir. Olumlu davrandıklarında anne ve baba tarafından yüreklendirme ve takdir edilme çocuklar üzerinde etkili bir davranıştır.
Çocukları davranışlarını değiştirmek adına onları korkutmak, anne babaların en kolay tercihidir. Ancak bu durum çocukların kendine güvenini zedeler ve ileride kaygılı bir kişilik geliştirmelerine yol açar.
“Yalan söylemek kötüdür” gibi düşüncelere sahip olan, namaz kılan, oruç tutan, fakirlere yardım eden ebeveynle yetişen çocuklar, temelde bu düşünceleri alacaklardır. Çocuk farkında olmadan bunları öğrenir ve ileride benzer alışkanlıklara sahip olabilir. Evebeynlerin bu olumlu davranışları çocuğa model olacak, çocuk da ilerde benzer davranışları sergileyecektir. Çünkü çocuklar ebeveynlerinden etkilenerek kişilik özelliklerini geliştirirler.
*Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. (E. LAHİKASI)
*Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda katî ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum: Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum (LEMALAR, 24. Lema)
*Ben dokuz yaşımdan beri şefkatli validemi görmediğimden sohbetinde bulunamadım. (EMİRDAĞ LAHİKASI )
Çocuğumuzun fiziksel anlamda büyümesi ve gelişmesi için varımızla yoğumuzla çalışırken, duygusal açıdan olgunlaşabilmesi için de çalışmalıyız. Ancak sevgi verirken onları birer bencil varlık haline getirmemeliyiz. Çocuğun her istediğini yapmak, ona yapılacak en büyük kötülüktür. O zaman hep almayı öğrenirler vermeyi asla bilmezler. Anne babalar gerektiğinde hayır diyebilmelidirler. Her isteğe evet demek mutluluk demek değildir. Baskıcı, tavizkâr veya aşırı korumacı tutumlar yanlıştır. Ailenin kuralları ile çocuğun ihtiyaçları dengede tutulmalıdır.
Çocuklarımızın davranışlarına karşı evebeyn olarak takındığımız tutumlar, onların geleceğinin şekillenmesi açısından önemlidir. Özgüven de bu tutumların sonucunda ortaya çıkar. Evebeynlerin yanlış tutumları aşırı özgüvenli çocukların ortaya çıkmasına neden olur. Aşırı özgüven sahibi daha doğrusu özgüven patlaması yaşayan çocukların enaniyet damarları gelişir. Çevresinde kendisinden başka kimseyi görmez. Büyüdüğü zaman, eline biraz yetki geçtiğinde de kimseye hayat hakkı tanımaz.
Ailede “aidiyet duygusu” nu geliştirmek anne babanın görevidir. Aile olmanın en önemli özelliği aile içi toplantılardır. 7 yaş üstü tüm aile fertlerinin katıldığı ve sorunlarını dile getirebildiği, söz hakkı tanındığı, sorunların fikir alış-verişiyle adil bir şekilde çözüme kavuşturulduğu toplantılardır bunlar. Çocuklar 7 yaşından itibaren toplantılara katılma hakkına sahip olsalar bile, karar mekanizmalarının gelişimi henüz tamamlanmayacağı için 12 yaşından önce kararlara katılma hakkına sahip olmamalıdırlar. Bu yaşlarda önce toplantılara katılımı, sonra da kararlara katılımı öğrenen çocuk, ileride okullarda ve ülkedeki seçimlerde de oyunu kullanırken zorluk çekmeyecektir.
Tabi bu yaşlarda aile içi toplantılara katılım çocuğun yaşadığı ortam, aile yapısı, alınan eğitim ve yeteneğine göre değişebilir, kesin değillerdir. Anne baba ile birlikte bazen oyun oynamak veya eğitici/belgesel filimler seyretmek de ailede aidiyet duygularını pekiştirebilir.
Anne babalar çocukluk çağında evlatlarının okul ve mahalle arkadaşları ile onların ailelerini iyi tanımalıdır. Muhtemel tehlikelerden evladını korumak anne babanın asli görevidir. Çocuğun uygun olmayan bir çevre ile ilişki içersine girmesine daha baştan engel olunmalıdır. Çağımızın en önemli tehlikesi uyuşturucuya alışmak gibi kötü alışkanlıklar, gençlik yaşlarında başlamaktadır.
Evlatları için canını verecek yaratılışta olan anneler, birer şefkat kahramanıdırlar. Bu davranışın daha da gelişmesi neticesinde annelerin evlatları için yapamayacakları hiçbir fedakârlık olamaz. Ama oğlunun paşa olması için gösterdiği gayreti ve feda ettiği mallarına karşılık ebedi hayatının kurtulması için dini bilgileri almasını ve imanının kurtulmasını sağlamazsa, bu fedakârlık sonunda boşa çıkar. Ahirette bu fedakârlığa karşılık evlatları ondan şikâyetçi olurlar. İslami bir terbiye almazlarsa annenin yaptığı bütün fedakârlıklar bir gün unutulur. Ama o terbiyeyi alan çocukların kazandığı her sevap aynı zamanda annelerin amel defterlerine de yazılır.
*Evet, bir vâlide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu fedâ etmesi ve hakîkî bir ihlâs ile vazîfe-i fıtriyesi i‘tibâriyle kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişâfıyla hayat-ı dünyeviyesini, hem de hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fenâ cereyânlarla, o kuvvetli ve kıymetdar seciye inkişâf etmez. Veyahud sû’-i isti‘mâl edilir. Yüzer numûnelerinden bir küçük numûnesi şudur: O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi ve istifâde ve fâide görmesi için her fedâkârlığı nazara alır, öyle terbiye eder. Tehlikeye girdiğini düşünemiyor. “Oğlum paşa olsun!” diye, bütün malını verir. Hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünemiyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor. Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak oma‘sûm çocuğunu, âhirette şefâatçi olmak lâzım gelirken da‘vâcı ediyor. O çocuk, “Ne için benim îmânımı takviye etmedin? Bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için vâlidesinin hârika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukābele edemez. Belki de çok kusur eder. Eğer hakîkî şefkat sû’-i isti‘mâl edilmeyerek bîçâre veledini haps-i ebedî olan cehennemden ve i‘dâm-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, vâlidesinin defter-i a‘mâline geçeceğinden, vâlidesinin vefatından sonra her vakit hasenâtlarıyla ruhuna nûrlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil da‘vâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefâatçiolup ebedî hayatta ona mübârek bir evlâd olur. Evet, insanın en birinci üstâdı ve te’sîrli muallimi, onun vâlidesidir. (H. REHBERİ)
Evet, anne babalar elbette çocuklarını yaşayacakları Dünya ve çevre şartlarına göre en iyi şekilde yetiştireceklerdir ama asla tek hedefleri bu olmamalıdır. Dünya, ahretin tarlası olduğundan onların dünya ile beraber ahretlerini kazanmaları için de hiçbir şeyden kaçınmamaları lazımdır.
*hakikî ihlâs ile hakikî bir fedakârlık taşıyan validelik şefkati sû-i istimal edilip, mâsum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun mâsum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû-i istimal etmektir. (LEMALAR, 24. Lema)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.