Bediüzzaman'ın izzeti

BABASI İÇİN İZZETİ
 
Risale-i Nurlar yazılmadan evvel,
Bediüzzaman Van'da,
Vali Tahir Paşa'nın konağında kalırken,
Günün birinde bir haber gelir evin hizmetlisinden...
Basit kıyafetli bir köylü kapıya gelmiş,
Bediüzzaman’la görüşmek istemektedir...
Molla Said hemen kapıya koşar,
Bakar ki gelen,
Çok sevgili babası Sofi Mirza Efendidir...
Bir merkeple Nurs'tan kalkmış,
Van'a, oğlunu görmeye gelmiştir...
Bediüzzaman sevinçle babasına sarılır ve ellerinden öper,
Hasretle annesini ve kardeşlerini sorar,
Babasına hürmet gösterir...
Fakat Sofi Mirza çekinmektedir:
“Baban olduğumu kimseye söyleme” diye,
Bu çekingenliğini dile getirir...
Öyle ya içeride koca vali ve şehrin ileri gelenleri oturmuş,
Sohbet etmektedir...
Salona girerler birlikte...
Bediüzzaman arkada, babasına yol vermekte...
Sofi Mirza içeri girer de,
Utanır, oturur kapının eşiğine yakın bir yere...
Bediüzzamansa babasından almış izzeti...
Niye şu insanlar karşısında,
Babasını hakir görsün ki?
İfiharla haykırır:
“İşte bu zat Sofi Mirza Efendi,”
“Benim babamdır... ”
Bununla da yetinmez,
Babasını alıp, valinin yanına,
Baş köşeye oturtur...
Bir baba ki “Sofi” diye çağırılmış alemde...
İmanı, dindarlığı ve tabi izzeti sayesinde...
Bir baba ki izzetiyle yaşamış,
Ama bir oğul ki izzeti ondan irsiyet almış...
 
MEDRESE TALEBESİYKEN İZZETİ
 
Dalalet ehli insanlar,
Zaman zaman insafsızca bağırıp,
“ Alimler, ilmi maişet vasıtası yapıyorlar” diye,
İlmi öğreteni de, öğreneni de töhmet altında bırakırlar...
Fakat durum sanıldığı gibi değildir...
Geçmiş zamanlarda kimi hocalar mecburiyetten,
nursi_canakkale.jpgKimisi fakirlikten,
Kimisi de zekat olduğu için,
Halkın onlara verdiği hediyeleri kabul etmişler...
Hatta bu alma verme davası,
Toplumda bir gelenek haline gelip,
Bir muhabbet, bir sevgi sembolüne dönüşmüş...
Bediüzzaman’ın çocukluğu,
Medrese hayatının revaçta olduğu,
Bir döneme rastladığından,
İlim öğrenmek isteyenin,
Medreseden başka alternatifi bulunmadığından,
Hem de medreseden icazet alan kişi,
Alim sıfatıyla çağrıldığından,
Medrese de kıymetli, talebe de, hoca da...
Bediüzzamansa daha dokuz yaşında...
Taği Hazretlerinin kapısında...
Onurlu, gururlu, çivi gibi sağlam bir talebe...
Kendisiyle beraber ağabeyi ve bir kaç arkadaşıyla,
Gidip gelir medrese yolunda...
Halk, zaten fakir ama,
Saygı, hürmet öyle çok ki ilme, irfana,
Herkes zekatını, sadakasını,
Getirip verir bu şeyhin dergahına...
Amaç talebelerin ekmeği, suyu alınsın...
Sırtlarına bir parça kumaş sarılsın...
Yoksa kim zengin olur ki elden gelenle?
Ya da hangi hakiki hoca tenezzül eder böyle bir şeye?
Talebeler ilim öğreniyor,
Ailelerden bir şey gelmiyor...
Mecbur halkın verdiğini yiyor, getirdiğini giyiyor...
Hem ilim talebesine dinen de zekat düşüyor...
Fakat biri var içlerinde...
Adı Said, bilindiği üzere...
Bir tek o almıyor kendisine verilen yemeği...
Hakkıdır, hem de helaldir lakin...
Üstün geliyor her şeyden ilmin izzeti...
Ruhu bunu kabul etmiyor...
Ve doğduğunda taşıdığı izzetini,
Geçici, sun'i bir istiğna olarak değil,
Ta vefatına dek muhafaza ediyor...
 
PAŞANIN TEKLİFİNE KARŞI İZZETİ
 
Eski Said döneminde,
Adının tüm Türkiye'de,
“Meşhur Hoca” diye bilindiği tarihlerde,
İlmi gücünü fark ediyor Mustafa Kemal de...
Bediüzzaman’ı davet ediyor Ankara vilayetine...
Ve bazı cazip teklifler öne sürüyor...
Bediüzzaman kendisi bu durumu,
“Mühim suale, hakikatli cevap” başlığında şöyle açıklıyor:
“Büyük memurlardan bir kaç zat benden sordular ki:
“Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip,”
“Kürdistana ve vilâyât-ı şarkiyeye,”
“Şeyh Sinûsî yerine vâiz-i umumî yapmak teklifini,”
“Neden kabul etmedin?”
“Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen,”
“Yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun” dediler.
Hakikaten, neden kabul etmedi?
Ayda bir kaç yüz lira maaşı alsaydı,
Şarkın umumi vaizi olup,
Bütün halka lider olsaydı,
Üstüne, her gün ziyafet sofralarına kurulup,
Güzel elbiseler içinde, türlü şehirleri gezip,
İstediğini yapsaydı,
Ve tüm bunları üç beş fetva vererek elde etseydi,
Ne olurdu?
Hem güzel değil miydi böylesi?
Hapse atılmaktan, aç, susuz kalmaktan,
Onlarca kere zehirlenmekten,
Evsiz, yuvasız, evlatsız...
Anasız, babasız, kardaşsız kalmaktan?
Daha iyi değil miydi?
Hem Paşanın, hem de halkın teveccühüne mazhar olmak,
Bin kere tercih edilmez miydi,
Dakika dakika, saat saat, gün gün takip edilip,
Bir saniye huzur verilmeyen bir hayata?
Bu teklifler iyiydi, hem çok iyiydi de,
Bediüzzamanın izzeti hepsinin üstündeydi...
Cevaben onlara dedi ki:
“Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi,”
“O adamlar için kurtarmadığıma bedel,”
“Yüz binler vatandaşa, her birisine milyonlar sene,”
“Uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, “
“O zâyiatın yerine binler derece iş görmüş.”
Bediüzzaman hakikati yaşamış,
Gereken fedakarlığı yapmış...
O gün Bediüzzamanın izzeti olmasa,
Bu gün bu insanlık,
İmanını kurtaramayacaktı Risale-i Nurla...
O gün Bediüzzaman izzetli davranmasa,
Bu gün minnet duyduğumuz bir Üstad,
Bulmayacaktık yanı başımızda...
O gün Bediüzzaman izzeti taç etmese başında,
Bu gün başımızın tacı bir Üstad olmayacaktı dünyamızda...
 
ŞAH'IN TEKLİFİNE KARŞI İZZETİ
 
1952 senesinde bir salonda,
Nur talebeleri bir konferans tertip ederler...
İçerde Tevfik İleri gibi bir çok tanıdık sima...
Yabancı bir misafir girer içeri o sırada...
Hemen oturtulur Tevfik İleri'nin yanına...
Yapılan hoş beş sohbetin ardına,
Yabancı misafir bir şeyler fısıldar Tevfik İleri'nin kulağına...
Hemen Salih Özcan çağırılır...
Vaziyet ona açıklanır...
Meğer gelen, Pakistan Maarif Nazırı,
Ali Ekber Şah'tır...
Dileği Bediüzzaman'ı görmek...
“Peki” diyor Salih Özcan,
“Götüreyim Üstad'ın yanına...” 
Ve beraber biniyorlar bir arabaya...
Şah ve talebe düşüyorlar yola...
Yol boyu sohbet ediyorlar,
Ama...
Şah bir türlü inanmıyor,
Üstadın fakirülhal yaşadığına...
“Kaç evi, kaç arabası var acaba? ”
Sorularını sormadan edemiyor...
Bediüzzamansa evinde birden sabırsızlanıyor...
Bir içeri girip, bir dışarı çıkıyor...
Bir misafir beklediğini söylüyor...
Nihayet Şah, Bediüzzaman’ın kaldığı yere geliyor...
İçeri giriyor da, hem şaşırıyor, hem üzülüyor...
“Ne olur gel! Seni Pakistana götürelim,”
“Sana matbaalar, radyolar, köşkler verelim,”
“Hem de seni, Ağa Han gibi Sünnilerin başı eyleyelim,”
Diye türlü vaatlerde bulunuyor,
Bediüzzaman’ın izzetiyse,
Bunları çoktan geride bırakmış:
“Hastalık Türkiye'de başladı”
“Buradan tedavi olacak.”
Diyerek büyük bir incelikle teklifi geri çeviriyor...
Ali Ekber Şah Üstada hayran oluyor,
Onu çok seviyor...
Ertesi günse gitme vakti...
Üstad onu yolcu etmeye gelmiş...
Bu defa bazı hediyeler sunmak istiyor...
Para gibi, değerli kumaş gibi şeyler...
Üstad bunları da geri çeviriyor, kabul etmiyor...
Bir vezir ayağına kadar gelmiş,
Zenginlik, refah ve sıhhat vadediyor...
Bir Şah önünde eğilmiş,
Sultanların yaşadığı hayatı vadediyor,
Bir Sultan eline kapanmış,
Hem öpmek, hem o eli tutup,
Güzel diyarlara götürmek istiyor...
Fakat Üstad izzetiyle yaşamayı,
Ona sunulan tüm bu hayatlara tercih ediyor...
 
HEDİYEYE KARŞI İZZETİ
 
İnsanoğlu sevdiğine ikram etmeyi,
Kendine adet edinmiştir...
Kimse suçlanamaz bu konuda elbetteki...
Seven, bir şekilde göstermeyi diler sevdiğini...
Fakat Bediüzzamanın fıtratı,
Asla kabul etmez kıl kadar bir minneti...
Belki bazen elinde bile değil böylesi...
nursi_sarik.jpgÇünkü çok sevdiği insanları geri çevirmek,
Bir fakirin sunduğu ufacık hediyeyi iade etmek,
Üstad için ayrı bir üzüntü sebebi...
Fakat ne olursa olsun, ya kabul etmeyecek,
Ya da getirilen şeyin parasını,
Karşılığını verecek illa ki...
Mümkün değil başka türlüsü...
Mesela bir gün bir karpuz getirirler Bediüzzamana...
Bunu kabul eder, parasını ödemek şartıyla...
Öder, alır karpuzu ama,
Yatağının altına koyup,
Devam eder okumaya, yazmaya...
Aradan on beş gün geçer...
Karpuzu unutmuştur sanki,
Hiç konusu açılmaz, hiç konuşulmaz...
Derken karpuz, çürür sonunda...
Üstad işte o anda:
“Tam teberrük oldu” der.
Karpuzu kestirir ve talebelere yedirir...
Bediüzzamanın amacı, talebelerini de eğitmektir,
Hediye almaya karşı...
Ders olsun diye,
Hediyeden nefret etsinler diye böyle davranır...
Bediüzzamanın izzeti,
Hem kendi nefsini, hem de talebelerinkini,
Islaha yardımcı olur...
Bu da O'nun,
Başka bir eğitim metodudur...
 
ÇOBANA KARŞI İZZETİ
 
Başka bir zaman...
Üstad Çam dağında yalnız...
Tefekküre dalmış...
Oradan geçmekte olan bir çoban,
Bağırıyor ağacın altından...
“ Hocam bak buraya iki bakraç yoğurt bıraktım.”
“ Bunları ye bana da dua et!” Diye...
Üstad hemen toparlanır:
“ Kardaşım! Dur bekle iniyorum,”
“ Parasını vereyim, öyle alayım, parasız almam.”
Diye çobana cevap verir...
Fakat çoban onu dinlemez,
“Bakraçları sonra alırım.” diyerek, kaçıp gider...
Aradan tam üç gün geçer...
Üstad yine Çam dağında...
Ve çoban yine gelir ağacın altına...
Fakat oldukça şaşkın, gördükleri karşısında...
Yoğurt kapları olduğu gibi duruyor,
Hem ekşimiş, hem kurtlanmış...
Üstad elini bile sürmemiş...
Çoban öylece bakakalıyor...
“ Bu nasıl hocaymış?”
“ Ben anlayamadım.” diyor...
Bunda anlamayacak bir durum yok halbuki...
Bu manzara Bediüzzamanın izzetinin ifadesi...
 
TÜCCARA KARŞI İZZETİ
 
İlmin izzetini muhafaza etmek,
Öyle kuvvetli bir bağla bağlanmış ki benliğine,
Zıllet, kilometrelerce ötesinde kalmış...
Öyle ki, zilletle yaşanan hayatı ölmekten beter sayarak,
İzzetli ölümü herşeyden değerli saymış...
Fakat insanlar ona hediye getirmeye devam ediyor...
Bir gün mühim bir tüccar dostu,
Ona otuz kuruşluk bir çay getiriyor...
Üstad ne kadar almam dese de,
Adam ısrarla kabul ettiriyor...
Üstad arkadaşını kırmama adına çayı alıyor,
Karşılığında 60 kuruş ödüyor...
Tüccar merakla niçin böyle yaptığını soruyor...
“Benden aldığın dersi,”
“Elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir.”
“Senin menfaatin için, menfaatimi terk ediyorum.”
“Çünkü; dünyaya tenezzül etmez,”
“Tama ve zillete düşmez,”
“Hakikat mukabilinde dünya malını almaz,”
“Tasannua mecbur olmaz,”
“Bir üstaddan alınan ders-i hakikat,”
“Elmas kıymetinde ise;”
“Sadaka almaya mecbur olmuş,”
“Ehl-i servete tasannua muztar kalmış,”
“Tama' zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş,”
“Sadaka verenlere hoş görünmek için,”
“Riyakarlığa temâyül etmiş,”
“Ahiret meyvelerini dünyada yemeye,”
“Cevaz göstermiş bir üstaddan alınan,”
“Aynı ders-i hakikat,”
“Elmas derecesinden şişe derecesine iner"
Ne güzel anlatır yaptığının hikmetini...
Yani aradaki mesele şahsi değil, umumi...
Kırmadan, dökmeden, hem de samimi...
Tüccar da anlar bu davranışların hikmetini...
Demek izzetli yaşamak,
Hakiki Üstadların en temel özelliği...
 
KENDİ KİTABINA KARŞI İZZETİ
 
Artık Risale-i Nurların,
Matbaada basılma zamanı gelmişti...
Bediüzzaman bir miktar para verip,
Sözlerin basılmasını tembih etti...
Talebeleri kitabı bastırıp Üstada getirdiler...
nursi_mavi.jpgÜstad sevincinden adeta dört dönerek,
“Vazifemi yaptım,”
“Artık gençliğin okuyacağı dilde basıldı.”
Diyerek bu sevincini dile getirdi...
Bu durumun ardından ilginç bir şey gerçekleşir...
Bediüzzaman kitabın parasını sorar,
25 lira olduğunu öğrenince de,
Cebinden 25 lira çıkarıp kitabı satın alır...
Yani kendi kitabını,
Yani kendi yazdığı,
Kendi tashih ettiği,
Basılması için parasını ödediği,
Kendi eserini...
Bu duruma hayret edilirdi...
Üstad bu hale şaşıranlara:
“Bu işte ihlas olması için,”
“Kendi eserimi paramla almam lazım”
Diyerek cevap verdi...
Aslında bu olayın altında yatan şey,
Bediüzzamanın izzetiydi...
Ve aslında bu olay,
Eserlerini sadece insanlığın selameti için yazdığının,
Bu hizmette hiç bir menfaat gözetmediğinin,
Dünyevi hiç bir getiriye boyun eğmediğinin,
“İzzetle yaşarım, zıllet etmem” sözünün,
Açık bir ifadesiydi...
 
DÜĞÜN YEMEĞİNE KARŞI İZZETİ

Bir defasında bir talebesi,
Üstada düğün yemeği götürmek ister...
Zübeyir ağabeye danışınca O,
Üstadın karşılıksız bir şey almadığını söyler...
Fakat adam ısrarlıdır...
Yemekleri hazırlayıp Üstada götürür...
Üstad Zübeyir ağabeyin dediği gibi,
Karşılıksız alamayacağını,
Yoksa kendisine dokunacağını ifade eder,
Ve yemek getiren adama,
O dönemde kıymeti bulunan 1 lira verir...
Adam mahcup olur ama,
Parayı da almak zorunda kalır...
Düğün yemeği ki,
Herkese sebil edilir...
Fakiri, zengini hepsi bir sofrada misafir edilir...
Hem bu peygamberin de tavsiyesidir...
Fakat Üstad düsturunu istisnai olarak dahi bozmaz,
İzzetini muhafaza için,
Her durumda aynı davranır...

Bediüzzamanın İzzeti

Hani diyor ya,
“Zilletle içilen âb-ı hayat, tıpkı Cehennem gibidir;”
“İzzetle Cehennem ise, benim için iftihar ettiğim bir menzildir”
Bu söz Bediüzzamanın izzetini özetliyor...
O, İzzetimle ölsem,
Zillet içinde yaşamaya tercih ederim diyecek kadar,
İzzeti en ileri safhada yaşıyor...
Şahlara, Paşalara, Padişahlara, eğilmeyecek kadar,
Valiye, Başbakana, Komutana,
Rus çarına kıyam etmeyecek kadar,
İzzetini cesaretiyle muhafaza ediyor...
Gurur, kibir, enaniyet veya
Sun'i bir istiğna izzeti değil onunkisi...
İslamın şerefinden, imanın selametinden,
Rabbin gücüne istinad etmekten gelen bir izzetti...
Yollarda yürürken karşısına çıkan şöförlerin,
Israrlarını kıramayınca ücretini öder,
“Karşılığını vermezsem olmaz, kaidem bozulur,”
“Şöforlük de beşeriyete hizmettir,”
“Yalnız siz farz namazlarınızı kılarsanız,”
“Çalışmanız da ibadet yerine geçer” derdi...
Halkın istiğnasındansa kuru ekmek yemek,
Yüz yamalı elbise giymek,
Onun için daha hoş bir şeydi...
Aslında getirilen hediyeler, giyecek ve yiyecekler...
Ona sıkıntı veren hallerdi...
Çünkü ya getirilenin bir mislini ödeyecek,
Ya da aynı değerde başka bir hediye verecekti...
Bu, onun hayat felsefesi, yaşama biçimiydi...
“Vermezsem bana dokunur, hasta olurum” derdi...
Bediüzzaman İzzetiyle yaşadı,
İktisadı düstur edinip,
Kimseden minnet almadı...
Nedeni eserlerinin asıl amacına ulaşmasıydı...
İzzetini öyle muhafaza etti ki,
Son nefesini verirken,
Ispartadan çıkmamasını emredenlere boyun eğmedi...
Gitti ve istediği yerde vefat etti...
İzzet ona öyle başka bir hayat sundu ki,
Seksen senelik hayatında,
Ne insanları ezdi, çiğnedi...
Ne de kendi devrildi...
O, bugün bile hala izzetiyle yaşamış,
Bir abide olarak anılıyor...
Bediüzzamanın izzeti,
Hepimize örnek oluyor...

Yararlanılan Kaynaklar:
Ömer Özcan Ağabeyler Anlatıyor-1
Son Şahitler 3. Cild Necmeddin şahiner
Emirdağ Lahikası Bediüzzaman
Mektubat Bediüzzaman
14. Şua Bediüzzaman

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum