Bediüzzaman’ın Kastamonu dönemi eserleri

(Kastamonu Lahikası Müzakereleri tebliğidir)

A-GİRİŞ

Bediüzzaman, 1935 yılında “gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” iddiasıyla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde aleyhinde dâvâ açılmış ve mahkeme neticesinde Tesettür Risalesi’nden dolayı on bir ay, on altı öğrencisi de altışar ay hapse mahkûm edilmişlerdir.

1936 yılı baharında hapis cezasının bitiminden sonra Kastamonu'ya 25.04.1935 tarihli ve 2/2406 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile sürgün edilmiştir. Kararda sürgün gerekçesi; “rahat durmayarak dini ve irticai tahrikâtta bulunduğu ve bu muhitte kalmasının zararlı olacağı” şeklinde ifade edilmiştir. (BCA.030_0_18_01_02/ 54_31_002) Bediüzzaman Kastamonu da 8 yıl kadar kalmış, 09.08.1944 tarihli ve 3/1389 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Emirdağ ilçesinde nakli yapılmıştır. (BCA. 030_0_18_01_02_106_59_13)

Bediüzzaman Kastamonu’ya geldiğinde ilk önce Çarşı Polis Karakolunun üst katına yerleştirilmiş, burada üç ay kadar kaldıktan sonra, karakolun tam karşısındaki eve taşınmıştır. Perdeleri kapattırılmamış, gözetleme ve baskıya devam edilmiştir. İlk bir yıl hemen hemen yalnızdır. Abdulkadir Badıllı Ağabeyin ifadesine göre, yaklaşık iki yıl kadar Bediüzzaman, talebelerinin bulunduğu diğer illerle bağlantı kuramamıştır. Kastamonu Lahikası 3. Mektupta; “Maatteessüf, ben burada bütün bütün yalnız kaldığım için, çok ehemmiyetli hakikatler yazılmadan, kaydedilmeden geldiler ve gittiler.” demektedir. (e-risale, s. 25) Isparta’da Hüsrev Ağabeye hitaben yazdığı bir mektupla oradaki talebelerinden birisinin hizmetlerini görmesi için yanına gelmesini istemiştir. Fakat buna müsaade edilmediği Kastamonu Lahikası’ında mevcut mektuplarda buna dair herhangi bir ifade geçmemesinden anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman burada ilk olarak Çaycı Eminle tanışır. O da doğu sürgünlerinden birisidir. Üstada bağlanır, talebe olur, alışverişlerini ve dışarı ile irtibatını o sağlar. 1938 yılında Mehmet Feyzi Pamukçu, Ahmet Nazif Çelebi, Selahattin Çelebi, İbrahim Fakazlı, Taşköprülü Sadık, Abdullah Yeğin, Mustafa Oruç gibi şahsiyetler Üstada talebe olurlar.

B-NEŞİR FAALİYETLERİ

1938 yılında Kastamonu Risalelerin yazımında yeni bir hamleye sahne olmuştur. Şualar’a dâhil edilecek eserlerin yazılması hızlanmış, çevre illerdeki talebelerle mektuplaşmalar sıklaşmıştır. Birinci ve Beşinci Şua’lar genişletilerek yeniden düzenlenmiş, Dördüncü ve Yedinci Şua’lar yazılmıştır. Kastamonu böylelikle Isparta’dan sonra ikinci bir merkez haline gelmiştir.

Mehmet Feyzi Efendi (Mehmet Feyzi ŞALLIOĞLU - PAMUKÇU)

Mehmed Feyzi Pamukçu Ağabey, 1938’den itibaren 1943 senesine kadar Kastamonu’da Üstad Hazretlerine hizmet etmiştir. Denizli ve Afyon Mahkemelerinde Üstadla beraber hapis yatmıştır. Lâhikalarda çok sayıda mektupları ve Şualar’da Afyon müdâafası vardır. Kastamonu ve çevresinin mânevî mutasarrıfı Mehmed Feyzi Pamukçu Ağabey senelerce etrafına feyz ve ilim saçmıştır.

Kalemiyle gerek te’lifte, gerek nüshaları çoğaltarak neşir hususunda sadakatle çalışmış, Çaycı Emin Efendi’yle ve diğer kahramanlarla birlikte Kur’an hizmetinde Kastamonu’nun Isparta ile omuz omuza gelmesine vesile olmuştur. Kendisi, Bediüzzaman'ın sır kâtibi olarak da bilinmektedir. Fevzi olan adını da Üstadı  Feyzî yapmıştır. (Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor)

Ahmed Nazif ÇELEBİ

Nazif Çelebi Bediüzzaman’la ilk defa 1908’de İnebolu’ya geldiğinde, yolcu edildiği sırada, çarşıda göz göze gelmişlerdir. Bir anlık selâmlaşmanın üzerinde bıraktığı sıcak sevgiyi, uzun zaman kalbinde yaşatmıştır. 1938 senesinde Üstadın Kastamonu’ya sürgüne gönderildiğini haber aldığında hemen ziyaretine gitmiştir. Böylelikle Risale-i Nurları, ömrünün sonuna kadar bırakmamış ve kendisini Nur hizmetine adamıştır. 

Ziyaretten dönüşte beraberinde Dördüncü Şua olan Âyet-i Hasbiye Risalesi’ni getirmiş, bu risâleyi çoğaltmış ve daha sonra Kur’ân hizmetinde büyük işler başaracak olan oğlu Salahaddin’i, bu risâleyi Üstad’a vermesi için göndermiştir. Üstad Bediüzzaman, Salahaddin Çelebi’ye birden dokuza kadar olan Küçük Sözler’i, Ahmet Nazif’e de 11. ve 12. Sözler’i yazması için vermiştir. Selahaddin Çelebi bunları yazmaya başlayınca, Nur Risaleleri İnebolu’ya girmiş oldu. Bu tarihten sonra da İnebolu’da yüzlerce parmak Nurları yazmaya başlamıştır. 

Daha sonra oğlu Salahaddin Çelebi’nin İstanbul’da teksir makinesi görüp, satın almasıyla risâleler hızla çoğaltılmaya başlanmıştır. İlk defa, “Kâinat Seyyahının Müşahadeleri” olan Âyetü’l-Kübra Risalesi (Yedinci Şua) teksirle çoğaltılmış, böylece Risaleler yazılmaya başlandığı 1926 yılından tam 18 yıl sonra, elle yazım çalışmaları yerini teksir makinesine bırakmıştır. Artık Nurlar “İnebolu Baskısı” ismini almıştır. Üstad Bediüzzaman bundan dolayı; “Ya Rabbi! Bir kalemle beş yüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennetü’l-Firdevste mes’ûd kıl” diye dua etmiştir. 

Bu gibi dualara çokça mazhar olan Çelebiler için Üstad yine şöyle demiştir:
“Bu iki zatın, Risale-i Nur’un neşrinde iki yüz adam kadar çalıştıklarını görüyoruz. “

Denizli ve Afyon hapishanelerinde de Üstad Bediüzzaman’la birlikte olan Nazif Çelebi, bütün sıkıntılara rağmen hizmetine burada da devam etmiştir. 

Üstad’ın “Sarsılmaz sadakat”te dediği Nazif Çelebi, yaptığı hizmetlerle, Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “O mühim mevkide, Âlem-i İslâmın şimal hududunda hizmet-i imaniyenin bir kutbu” haline gelmiştir. 

Selahaddin ÇELEBİ

İnebolulu Nazif Çelebi'nin de oğludur. Risale-i Nur’da çokça adı geçen, "Abdurrahman” iltifatına mazhar olmuş Kastamonu kahramanlarındandır. İnebolu'nun Küçük Isparta olmasında hissesi büyüktür. Denizli ve Afyon hapislerinde bulunmuştur. Faal bir Nur Talebesi olarak yaşamış, sadakatle imana ve Kur'an'a Risale-i Nur yoluyla hizmet etmiştir.

Teksir makinesı ile ilgili hatırası şöyledir:

“Bu şekilde hizmetler fasılasız yürürken İstanbul'da bir ticarethanede teksir makinası gördüm. Bu makinanın bir dakikada yüz sahife bastığını öğrenince hemen makinayı satın alarak İnebolu'ya getirdim. İlk defa Nurlardan Yedinci Şua, Kâinat Seyyahının Müşahadeleri olan Âyetü’l-Kübra Risalesini teksirle çoğalttık. İlk nüshayı Üstad'a götürdüğüm zaman fevkâlade memnun oldu.”

İbrahim Fakazlı

İnebolu kahramanlarından İbrahim Fakazlı, askerlikten terhis olduktan sonra İnebolu'da Ahmed Nazif merhumun vermiş olduğu Onuncu Söz'ü yazarak neşir hizmetlerine katılmış ve ömrünü Risale-i Nur dairesinde iman – Kur’an hizmetine vermiş bahtiyarlardandır. Nur Risalelerine "Küçük İbrahim" olarak büyük ruhlu bir şahsiyet olarak imzasını atmıştır.

İsmail FAKAZLI

İsmail Fakazlı, İbrahim Fakazlı’nın kardeşidir. Üstadla birlikte 1943'te Denizli ve 1948'de ise Afyon'da Yusufîye Medresesinde ders almak bahtiyarlığına erişen bahtiyarlar kadrosundadır.

1940'lı yılların başlarındaki Halk Partisi'nin karanlık günlerinde, Çelebiler Hanedanının İstanbul'dan aldıkları teksir makinesini kurarak, Nur Risalelerini teksir edip, Nur’a muhtaç Anadolu insanına tevzi etmeye başladıklarında bu hanedana daha birçok İnebolu fedakârları, kadını, kızı, çocuğu ve erkeği yardım etmişlerdir. Gülcüler, Dilekler, Mırmır ve Fakazlı Hanedanı da bu bahtiyarlar kafilesindeki yerlerini almışlardır. İşte İsmail Fakazlı da hanımıyla beraber Nura kâtip olanlardandır. (Son Şahitler, C: 3)

Taşköprülü Sadık Bey (Sadık DEMİRELLİ)

Asil ve eğitimli bir aileden gelen Sadık Bey, Kastamonu'da ahbabı Hilmi bey vasıtasıyla Said Nursî Hazretlerini tanımış ve o günden itibaren tam bir sadakatle ve kahramanca Nur-u Kur'an hizmetine baş koymuştur. Kendisi kahraman fıtratlı ve hanedandan bir zat olmasının yanında, tahsilli olduğu için yazarak neşir hususunda da canla başla çalışmıştır.

Bediüzzaman’la görüşüp konuştuktan sonra bu kutbun cazibesine kapılmış,  kendisini pervaneler gibi ışığa ve nura atmıştır. Ağalığı, beyliği, reisliği bir kenara atan Taşköprülü Sadık, gönüller sultanı Üstada talebe olmuş; ona "belî" demiş, hizmetine koşmuş, Nurları altın suyuyla yazmıştır.

Daha yeni Hakkın rahmetine kavuşan Abdulkadir Badıllı Ağabey Kastamonu Ağabeyleri Paneli’nde yaptığı konuşmasında hakkında şunları anlatmıştır:

Sadık Bey Abdurrahman’ın yazdığı Tarihçe-i Hayat’tan sonra, 1920’lerde, genişçe Mufassal Tarihçe-i Hayat’ın yazılmasına, hapisten sonra sahip çıkıyor. Hepsi burada var. Üstaddan soruyor, Feyzi Efendiden soruyor, İnebolu’ya geliyor, gidiyor, hepsiyle konuşuyor, birçok sualler soruyor ve kendisi yazmaya başlıyor. Bu tarihçeye Afyon hapsine kadar çalışılmış sonra işler durmuştur.”

Araçlı Abdullah YEĞİN

Abdullah Yeğin Üstad Bediüzzaman’ı Kastamonu Lisesi orta kısım ikinci sınıfta okumakta iken ziyaret etmiştir. Arkadaşlarıyla birlikte yaptığı bu ziyaretinde Üstad Bediüzzaman’a; “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyor. Bize Hâlıkımızı tanıttır” sorusunu sormuştur. Daha sonra bu soru ve cevap Meyve Risalesi’nin Altıncı Meselesi olarak risalelere dâhil edilmiştir.

Kastamonu civarında bulunan Karadağ ve Hacı İbrahimdağı denilen yerlere Üstad Bediüzzaman’ın yanında giden talebeleri arasındaydı. Bu sırada Âyetü’l-Kübrâ ve Sözler gibi risaleleri okuyorlardı. Bediüzzaman da risaleleri karşılaştırıp, tashih ediyordu. İmanî, İslâmî mevzularda konuşmalar ve sohbetler yapılıyordu.

Üstad Bediüzzaman’ın mektuplarında “Araçlı Abdullah” olarak da adı geçen Abdullah Yeğin, Risale-i Nur hizmetinde bulunmasından dolayı hakkında en çok dava açılan Nur talebelerinden birisiydi. Urfa, Gaziantep, Ankara ve Adana hapishanelerinde aylarca yatmış olmasına rağmen, davaların hepsi de beraat ile neticelenmiştir.

Zamanın gerekliliğinden dolayı Bediüzzaman’ın müsaadesiyle Risaleleri daktilo ve yeni yazı ile çoğaltarak çevreye dağıtmış böylece Osmanlı Türkçesi bilmeyen gençlerin Nurları tanımalarına vesile olmuştur.

Mustafa RAMAZANOĞLU (ORUÇ)

Mustafa Ramazanoğlu, Bediüzzaman Hazretlerini Kastamonu Lisesi’nde okuduğu yıllarda tanıyıp ziyaret eden ve Risale-i Nur eserlerini okumaya başlayan, Risale-i Nur’da Mustafa Oruç olarak adı geçen bahtiyar zatlardandır. Kendisini Üstadla tanıştıran, Abdullah Yeğin Ağabeydir.

“…Muallimlerimiz bize Allahtan bahsetmiyorlar.” diye Üstad’a müracaat eden gençlerden biri de Mustafa Oruç’tur. Bizzat Üstad’ın hizmetinde bulunmuştur. Hayatının ileriki safhalarında da mühim hizmetleri olmuştur. Üstad'ın Abdurrahman'a benzettiği bir talebesi de Mustafa Oruç olmuştur. Âsâ-yı Mûsâ'da Üniversiteli Nur Talebelerinden Mustafa Hilmi adıyla bir mektubu vardır.

C-KASTAMONU’DA TELİF EDİLEN ESERLER

1.ŞUALAR

Birinci Şua (1936)

Risale-i Nur’un makbuliyetine dair gaybi işaretler verilmiştir.

Üçüncü Şua – Münacaat (1937)

Üstadın, “Kur'ân'dan ve münâcât-ı Nebeviye olan Cevşenü'l-Kebîrden aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-ı Rahîmimin dergâhına arzımdır.” dediği bu risale Allah’ın varlığı, birliği, rububiyetinin haşmeti, rahmetinin genişliği, ilminin kuşatıcılığı, hikmetinin şümulü, haşre dair işaretler gibi iman esaslarını harika bir icaz içinde fevkalade bir katiyet, halisiyet ve yakiniyet ile isbat etmektedir.

Dördüncü Şua - Âyet-i Hasbiye Risalesi (1938)

“Ehl-i dünyanın tecriti, beş çeşit gurbet, ihtiyarlık, teessüreat” gibi meseleleri anlatan ve duygu yoğunluğu olan bir risaledir, Hasbünallahu veni’me’l-vekil’i tefsir etmektedir.

Beşinci Şua (1938)

Sedd-i Zülkarneyn, Ye'cüc, Me'cüc ve sâir kıyamet alametlerinden yirmi meseledir. Bir kısım müsveddesi Muhakemat'a bir tetimme olarak çok önceleri yazılmış olan bu risale için Üstad, “Aziz bir dostumun hatırı için tebyiz edildi, Beşinci Şua oldu.” demektedir.

Altıncı Şua

Namazdaki teşehhütten bahsetmektedir.

Yedinci Şua - Ayetü’l-Kübra (1938)

Kâinattan Hâlıkını Soran Bir Seyyahın Müşahedatıdır. Üstad kendi müşahedatını kendi fehmine göre ve kendisi için yazmıştır. “İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve O’na İmân edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz'an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.” Ayetü’l-Kübra bi-iznillah bunu temin etmektedir.

Sekizinci Şua Üçüncü bir keramet-i Aleviye (1942)

Üstad, İmam-ı Ali'nin (radıyallahu anh) Ayetü'l-Kübrâ namını verdiği Yedinci Şuâ Risalesi’ni yazmakta çok zahmet çektiğine bir mükâfat-ı âcile ve bir alâmet-i makbuliyet ve bir medâr-ı teşvik olarak bu keramet-i Celcelûtiye, inayet-i İlâhiye tarafından verildiğinden tahdis-i nimet kabilinden bunu Sekizinci Şuâ olarak yazmıştır.

Dokuzuncu Şua (Onuncu Söz’ün mühim bir zeyli ve lâhikasının birinci parçası)

İmanın bir kutbunu gösteren bu semâvî âyât-ı kübranın ve haşri ispat eden şu kudsî berâhin-i uzmânın bir nükte-i ekberi ve bir hüccet-i âzamı beyan edilmiştir. 

Onuncu Şua (1940)

15. Lem’a’dan buraya kadar olan risalelerin fihristesidir.

2.KASTAMONU LAHİKASI

Kastamonu lahikasında bulunan mektuplar, genellikle talebeler arası ilişkilerin düzenlenmesine, Risalelerin anlaşılmasına, güncel gelişmeler karşısında talebelerin nasıl davranacaklarına dair konuları ihtiva etmektedir.

Kastamonu Lahikası’ndaki konuları şöyle sıralamak mümkündür:

— 37-43 yılları arasında tek parti döneminin uygulamaları ve yansımaları

— Risale-i Nur hizmet esasları ve ölçüleri; değişen şartlara göre hizmet pratikleri

— Hayat-ı içtimaiye ile ilgili meseleler

— İman, hayat, şeriat ölçüsünün tezahürü olarak önerilen pratikler

— Bediüzzaman’ın talebeleriyle olan iletişimi, tedbir ve diyalog ölçüleri

— 37-43 yılları arasında yaşanan ulusal ve evrensel olaylara getirilen yorumlar

— Bazı ayet ve hadislerin cifir hesaplarıyla günümüze ışık tutan yorumları

  • Tevhid muvazeneleri

— Ahirzaman işaretleri

— Cemaat ve şahs-ı manevi

— Eziyet ve musibetlere karşı sabır ve tahammül, açlık musibeti ve çaresi

— Risale-i Nurun sadık talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair müjdeler

— Siyasi ve geniş dairelerdeki hadisatı takibin hizmeti unutturması, Risale-i Nur talebeleri ve siyaset ilişkisi, Bediüzzaman’ın dünyadaki olay ve cereyanlara bakmamasının sebebi

— Risale-i Nur’un dünya işlerine alet olmayacağı ve dünya işlerine siper edilemeyeceği hakikati, dünya hayatının ahirete bilerek tercih edilmemesi

— Ku’ran’daki tekrarların hikmetleri

— Ayetü’l-Kübra’nın ehemmiyeti

— Üstadın talebelerine yüklediği 15 vazife

— Risale-i Nur’la meşgul olmanın maişette suhulet ve rızıkta bereket numuneleri

— Şefkat ve merhametin ölçüsü, şefkat tokatları

— Hz. İsan’ın nüzulu ve deccalin öldürülmesi

— Namaz tesbihatının önemi

— Nur ve gül fabrikalarını işleten şahıslar ve hususiyetleri

— Biçare gençlere verilen tenbih, ders ve ihtarname

— Riyaya sevk eden sebepler

— Haşr-i cismani

— Fil suresinin asrımıza bakan cihetleri

— Aile saadetinin sırları

NOT:

Eski Said dönemine ait sosyal ve siyasi meselelere temas eden Lemeat adlı eser de Tahiri Mutlu tarafından İstanbul’da bulunarak Üstada getirilmiş ve Lahikalara girmiştir.

D-SONUÇ

Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’ya gelmeden büyük ölçüde tamamlanmıştır. Kastamonu’da Üstadın yanında feyz almak için halelenen talebeleri ile birlikte Şualar’ın büyük bir kısmı ile imani, itikadî, sosyal ve siyasi önemli konuları ihtiva eden mektuplardan oluşan Kastamonu Lahikası telif edilmiştir. Kastamonu’daki talebeler teliften ziyade neşir hizmetlerine ağırlık vermişler, matbaalarda dini kitapların basımı yasaklanmış olduğundan elle, daktilo ve teksir makinesi ile binlerce nüsha çoğaltarak muhtaç gönüllere ulaştırmışlardır. Hizmet konusunda Isparta ile kardeş konumuna erişen Kastamonu, Kurtuluş savaşı yıllarında memleketin maddi hürriyet ve selameti için yapmış olduğu büyük hizmetleri, Bediüzzaman ve Risale-i Nur’lara sahip çıkarak bağrında barındırdığı birçok maneviyat sultanlarının mirasına yakışır bir şekilde manevi bir fütuhatı da yaparak taçlandırmışlardır. 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

NURSİ, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat

NURSİ, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lahikası

ŞAHİNER, Necmettin, Son Şahitler

ÖZCAN, Ömer, Ağabeyler Anlatıyor

CANLI, Cemalettin; BEYSÜLEN, Yusuf Kenan, Zaman İçinde Bediüzzaman

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum