Himmet UÇ
Bediüzzaman’ın muhatapları ve…
Muhatab kelimesinin en mükemmel karşılığı insanın Allah’ın hitabına muhatab olarak yaratılmasıdır. Muhteva zenginliğine göre muhatapların seviyesi değişir. Peygamberler de muhatabdır. Oradan aşağı sıradan bir mümin de muhataptır.
“Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hitâbâtına, insan, câmiiyeti haysiyetiyle en mükemmel muhatap olmak ve hayretkârâne san’atlarını takdir ve tahsin etmekle en yüksek sesli bir dellâl olmak ve şuurdârâne teşekkürâtın bütün envâıyla, bütün envâ-ı nimetine ve çeşit çeşit hadsiz ihsânâtına şükür ve hamd ü senâ etmektir.”
Daha teknik bir bahis Kur’an ile ilgilidir. Kelam-ı İlahi olması hesabı ile onun cemalinin dört kaynağı vardır bunlardan biri de muhataptır. Bu muhatap insandır ama onun dışında üç şart ile de muhatabdır. Mütekellim, maksat ve makamdır. Asıl konumuz bu olmadığından bahsi bu kadarla bitiriyoruz.
”Kur’ân, başka kelâmlarla kàbil-i kıyas olamaz. Çünkü, kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemâl cihetinden dört menbaı var: Biri mütekellim, biri muhatap, biri maksad, biri makamdır. Ediblerin, yanlış olarak, yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Mâdem kelâm, kuvvetini, hüsnünü bu dört menbadan alır; Kur’ân’ın menbaına dikkat edilse, Kur’ân’ın derece-i belâgatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır. Evet, mâdem kelâm, mütekellime bakıyor. Eğer o kelâm emir ve nehiy ise, mütekellimin derecesine göre irâde ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukàvemetsûz olur, maddî elektrik gibi tesir eder; kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezâyüd eder.”
Bunun yanında her devlet erbabının, siyasinin, meslek sahibinin muhatapları vardır. Herkes muhatabını düşünür ona göre çalışır, çabalar. Bediüzzaman’ın davasının teessüs ve intişarı dönemlerinde farklı muhatapları olmuştur, ilk talebeleri için onları muhatab olarak kabul eder. Över, onore eder, onlarla bir davayı götürdüğünden dolayı teşekkürvari onlara değer verir.
Ehassül Havas talebeleri içinde en birincisi Hulusi abidir. Onu Barla Lahikası’nın girişi olan mukaddimede anlatır, böyle yüksek ve fonksiyonel bir anlatımı başkaları için yok gibidir:
“Hulûsi Bey, benim yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve hakikî vârisim ve bir dehâ-yı nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem Abdurrahman’ın vefatından sonra, Hulûsi aynen yerine geçip o merhumdan beklediğim hizmeti, onun gibi ifâya başlamasıyla ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı manevî bana muhatap olmuşcasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilâtım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki, bu şahsı, Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur’ân ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş. Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.”
Risale-i Nur’un telifinde bu muhatabı özel bir yere sahiptir, bunu adı geçen mukaddimede anlatır.
Bediüzzaman sakin bir hayat geçirmemiş, yaşadığı dönemlerin hükümdarları, sadrazamları, daha birçok devlet adamı ile dostane ilişkilerle değil sosyal mukaveleler gereği konuşmuştur. Onun muhataplarını anlatmak birkaç kitaba sığar. Aşağıdaki cümlede bütün muhataplarına haykırır.
“Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camie dâvet ediyorum. İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!”
Şu yaşadığımız kaotik günlerde bağıran var mı bir bakın hele. Diyanet kurumu hasta bir topluma uyarıcı ve canlandırıcı telkinlerde bulunmuyor. Toplum bir olayın tazyiki ile bu kadar hahişger iken yapılan çok azdır.
Bediüzzaman insan olmanın ötesinde bir müellif olarak toplumu muhatab olarak almış ama kendilerine özel bahis açtığı muhatapları, gençler, hanımlar, ihtiyarlar ve hastalardır. O bir toplumu tedavi eden emsalsiz bir psikolog, sosyal psikolog, psikanalist olarak her şeyin üstünde tabib-i millet ve devlet ve sosyal ilişkilerdir.
Hanımlar için Hanımlar Rehberi yazmış. Gençler için Gençlik Rehberi yazmış. Sonra insan hayatının hüzünlü devri olan ihtiyarlığı tedavi etmiş İhtiyarlar Risalesi yazmıştır. Ayrıca hastaları anlatmış Hastalar Risalesi‘ni yazmıştır. Dikkat edilirse toplumu tedavi etmek için çabalamıştır, onun muhatap anlayışı bu yolda gerçekleşmiştir. Asıl muhatabı ise eserlerini okuyan muhtelif kültür ve itikatta olan insanlardır, bu genel muhatap seviyesidir.
Yirmi Altıncı Lema ihtiyarlara tahsis edilmiştir. Bu ihtiyarlar bahsi bir biyografidir dense yeridir. Birinci Rica bunu anlatır.
“Ey sinn-i kemale gelen muhterem ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler. Ben de sizin gibi ihtiyarım. İhtiyarlık zamanında ara sıra bulduğum ricaları ve o ricalardaki teselli nuruna sizi de teşrik etmek arzusu ile başımdan geçen bazı halatı yazacağım. Gördüğüm ziya ve rast geldiğim rica kapıları elbette benim nakıs ve müşevveş istidadıma göre görülmüş, açılmış, İnşallah sizlerin safi ve halis istidadlarınız gördüğüm ziyayı parlattıracak, bulduğum ricayı daha ziyade kuvvetleştirecek. İşte gelecek o ricaların ve ziyaların menbaı, madeni, çeşmesi imandır.”
Bu zarif, nazik ve derin, okşayıcı üslubun sahibi gerçekten büyük bir yazardır. Türk edebiyatında veya müellefat-ı diniyede böyle ihtiyarları bizatihi muhatab olan bir metin yoktur. Eser biyografik bir romandır. Dünyanın büyük biyografik romancılarını ve biyograflarını okuyan anlar bu eserin kemal-i hüsün ve azametini. Pazara bakmadan malın ne olduğu anlaşılmaz ki, pazar mantığı yok ki ne yaparsın. Mithat Cemal Kuntay, Namık Kemal biyografisini yazmış üç cilt. Onu sevmiş ve yazmış, bizim biyografi kitaplarımız nadir hem de işte öyle…
İhtiyarlar Risalesi eseri öyle etkileyici bir üslubla yazılmış ki oku ağla, oku düşün, oku ömrünü gözden geçir, ne yaparsan yap.
“İhtiyarlığa girdiğim zaman bir gün güz mevsiminde ikindi vaktinde yüksek bir dağda dünyaya baktım!”
İkindi vakti günün ihtiyarlara bakan bir zaman dilimi, güz mevsimi yine ihtiyarlığa tekabül eden bir zaman. Yüksek bir dağda ihtiyarların yaşına tırmanmanın nihai noktası üslub ne kadar harika ve metne uygun düşünülmüş. Şuraya bak, ”gördüm ki ben ihtiyarlandım gündüz de ihtiyarlanmış sene de ihtiyarlanmış dünya da ihtiyarlanmış.” Burada ironisiz açık konuşmuş. Ama ne kadar tatlı ve okşayıcı. İhtiyarlar ne der bilmem?
Üçüncü ricanın başı da öyle: “Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım.” Niyazi-i Mısri hazretlerinin ki o da sürgünle ege adalarına gönderilmiş. Süren padişah hiç de iyi akibete maruz kalmamış, yüreksiz herif müridi çok diye o aziz adama zulmetmiş. Ne yaparsan büyük adamların zindanıdır dünya.
Günde bir taşı binayı ömrümün düştü yere
Can yatar gafil binası oldu viran bihaber
Dil bekası hak fenası istedi mülkü tenim
Bir devasız derde düştüm ah ki lokman bihaber.
Bediüzzaman edebiyatı alfabe sırasına göre okumaz yeri gelir en can alıcı yerden konuşur ama onun edebiyata özellikle şahıslara bakışı ayrı bir konudur.
Bütün ricalar harika giriş cümleleri ile kaleme alınmıştır. Dördünce Rica yine mazlum şairin beyitleri ile müzeyyendir.
Bir ticaret yapmadım nakd-i ömür oldu heba
Yola geldim lakin göçmüş cümle kervan bihaber
Ağlayıp nalan edip düştüm yola tenha garip
Dide giryan sine biryan akıl hayran bihaber.
Bir de Fuzuli-i Bağdadi’den almıştır beyit.
Vaslını yad eyledikçe ağlarım
Ta nefes var ise kuru cismimde feryad eylerim.
Ricalar böyle gider… Allah bizi Bediüzzaman’ın insanları hakikatlerle muhatab eden has talebelerinden etsin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.