İsmail AKSOY
Bediüzzaman’ın (ra) hak meslek ve mezheb tarifi
Bediüzzaman Hazretleri, asrın ve gelecek zamanlardaki insanların zihinlerindeki şüphe ve tereddütleri gidermek, içinde bulundukları hastalıklarına çareler üretmek için Kur’ânî reçeteler sunmuştur.
Bu reçetelerin prospektüsünü iyi okumak, doğru anlamak durumundayız. Yanlış anlaşılmasına fırsat vermemek, sahih ve İlâhî mesnedlere dayanan bu sarsılmaz ve şaşmaz hakikatları doğru anlamanın yolu, Nurlara kaynaklık eden Kur’ân ve Sünneti doğru anlamaktan geçer.
Mâlûm kökü dışarıda ecnebî komite tarafından kötüye kullanılan ve fâsid bir yorumla te’vil edilip yanlış mâna verilen mes’elelerden birisi de şudur:
Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “Uhuvvet Risâlesi” isimli eserinde Müslümanlar arasındaki uhuvveti/kardeşliği yerleştirmek için şöyle demiştir:
“Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veyâ daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur.”(1)
Hem yine Yirminci Lem’a olan İhlâs Risâlesi’nde de aynı anlamda şöyle buyurmuştur:
“Haklı her meslek sâhibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır,’ yâhut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veyâ çirkinliğini îmâ eden ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veyâhut ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insâf düstûrunu rehber etmek”(2)
İşte Risâle-i Nûr’da birkaç yerde daha zikredilen şu düstûr, ehl-i sünnet içindeki hak meslek ve mezheb sâhibleri hakkında geçerli olan ve Müslümanların kardeşlik ve ittifâklarını te’mîn eden ve hak ve hakìkatin ve ihlâsın gerektirdiği bir insâf düstûru iken, ma’lûm ecnebî komite tarafından sû-i isti’mâl edilmiş ve bu düstûrdaki kayıtlar dikkate alınmadan ve Şer’î Deliller ölçü alınmadan yanlış ma’nâ verilerek, şu anda İslâm âlemi içindeki cemâatlerin farklı farklı meslekleri için genelleştirilmiştir.
Maalesef şu zamânda Âlem-i İslâm içinde birbirinden farklı cemâatler, ayrı ayrı meslekler türemiş, herkes kendi görüşüne ve hevâsına göre bir usûl, bir tarz, bir meslek tutmuş; kimi particiliği/hizipciliği kendine meslek edinmiş, partiyle ve beşerî sistemlerle dîne hizmet edeceğini iddia etmekte; kimi ırkçılığı meslek edinmiş, ırkçılıkla dîne hizmet etmek düşüncesinde; kimi mevcut eğitim ve öğretim sistemi içinde tabiat felsefesine ve Darwin düşüncesine dayanan dersleri genç nesle öğretmekle İslâm’ı yücelteceğini sanmakta; kimi zekât ve fitreleri dinin belirlediği yerlere değil de, kendilerinin ön gördüğü yerler için toplayıp İslâm’ı ve Müslümanları güçlendireceğine inanmakta; bazıları Hadisleri inkârla sadece Kur’ân’ı tanıdıklarını söylemekte; kimi de susarak, halka bir şey anlatmadan insânları terbiye ve irşâd etmeye çalışmaktadır. Daha bunlar gibi nice bid’aya dayanan farklı meslek ve meşrebler, İslâm Âleminde çıkmış ve hâlâ da çıkmaya devâm etmektedir.
Dîn adına ortaya çıkan bazı insanlar ve guruplar, hizmetlerini bid’at ve hurâfeler üzerine binâ edip hak olan Kitâb, sünnet, icmâ’-ı ümmet (sahâbe-i kirâm ve müctehidîn-i izâmın icmâ’ı) ve kıyâs-ı fukahâya muhâlif bir çığır açıyor ve halkı orada topluyorlar veyâ günâhları mübah sayıp Müslümanlara “Gelin günâhta ittifâk edelim.” diyorlar. Halbuki Dîn-i Mübin-i İslâm’a bid’alarla değil; sünnet-i seniyye dâiresinde hizmet edilir. İttifâk, günâhları mübah görmekte (ibâhe) değil; ancak “bir ve takvâ” dâiresinde olabilir. Bir kimse bir şeyin haram olduğuna inandığı halde onu işlese, günâhkâr olur. Tevbe etmesi durumunda, Allah onu affeder. Fakat günâhları basit görerek veyâ bid’aları îcâd ederek dîne hizmet edenler, neûzü billâh dalâlet çukuruna düşmüş olurlar.
Bu tip insanlar, Allah’ın dînini tahrîf ettikleri ve kötü bir çığır açarak insanları da yanıltmaya çalıştıkları için Allah’ın azâbından kendilerini kurtaramazlar.
Bu maksatlı çevreler, Üstâd’ın mezkûr cümlelerini bâtıl bir sûrette te’vîl edip, sanki Üstâd Bedîüzzamân, şu zamândaki bid’at ehli grupları ve onların sünnete aykırı mesleklerini kasd ediyormuş gibi ma’nâ ederek “Her cemâat, kendi mesleğine “hakdır ve daha güzeldir” diyebilir, fakat “hak ve güzel olan yalnız benim mesleğimdir” diyemez. Kimse kimseye karışmamalıdır, bu yeni mesleklerin hepsi de güzeldir” diyerek Müslümanları aldatmaya çalışmakta ve Âlem-i İslâm arasına ihtilâf ve fitne atıp Kur’ân ve hadîsi tahrîf etmeye ve bu nevi grupları Âlem-i İslâm’ın bünyesine sokmaya gayret etmekte ve Müslümanların zihinlerini bulandırmaktadırlar.
Halbuki Üstâd’ın zikrettiği bu düstûrun, zamânımızdaki meslek ve meşreblerle hiçbir alâkası yoktur. Üstâd’ın ifade edilen cümlelerinde zikrettiği meslekten murâdı, ehl-i sünnetin müctehid ulemâsının meslekleridir. Kur’ân ve hadîsin muhkemâtı (muhkem hükümleri) bellidir. Teferruat meselelerde de ehl-i sünnetin müctehid imâmlarının ictihâdları bellidir. Hak meslek ve meşrepler, sâdece ehl-i sünnetin müctehid imâmlarının Kur’ân ve hadîsten çıkardıkları hükümlere dayanan (istinbât ) mesleklerdir. Bu zamân, ictihâd zamânı olmadığı ve ictihâd yapmaya ehliyetli kimse de bulunmadığı için (bakz. İçtihad Risalesi); herkesin ehl-i sünnetin müctehid imâmlarını taklîd etmesi lâzımdır. O halde hiçbir müslümanın, müctehid imâmların gösterdikleri mesleklerden başka mesleği olamaz. Öyle ise, yeni îcâd edilen bütün bu kabil uydurma meslekler bâtıldır ve Üstâd’ın bu sözlerinde bahsi geçen hak meslekten kasdı olan, ehl-i sünnetin müctehid imâmlarının mesleğiyle ilgisi yoktur. Demek bu düstûr, ehl-i sünnetin hak mezhebleri arasındaki ictihâdî ihtilâflarla alâkalıdır, –hâşâ– bugünkü bâtıl mesleklerle hiçbir alâkası yoktur.
Evet, dikkat edilirse görülecektir ki Üstâd Hazretleri birinci cümlede “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit” diyerek ve ikinci cümlede de “Haklı her meslek sâhibinin..” buyurarak kayıd koymuş ve bu kayıt vâsıtasıyla şu düstûrun, hak mezhebler arasında geçerli olan ve “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir” hadîsiyle ifâde edilen, ictihâdlardaki müsbet ihtilâf hakkında geçerli olduğunu, yoksa şu andaki cemâatler ve onların ayrı ayrı meslekleriyle alâkalı olmadığını açıkça ifâde etmiştir. Çünkü metinde “hak” ta’bîri geçiyor. Hak ise Şer’î Delillerdir. Bundan başka hak yoktur. Bunlara aykırı olan şey ise bâtıldır. O halde hak mezheblerin müctehidleri arasındaki meslek ihtilâfının ve ayrı ayrı ictihâdların hepsi de haktır ve güzeldir. İfade edilen kural burası için geçerlidir. Şu anda müctehid olmadığından dolayı her bir Müslüman, hak olan bir mezhebe ittibâ’ etmeli, yeni bir meslek çıkarmamalıdır. Bir müslüman herhangi bir hak mezhebe ittibâ’ etse, o vakit mesleğini hak olarak bilebilir ve “mesleğim haktır ve daha güzeldir” diyebilir. Fakat diğer hak mezheb ve mesleklere bâtıldır diyemez ve dememelidir.
Cemaatlere dayalı meslek ve meşrepler de bu ölçüler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bu kriterlere uygun bir çizgide iseler, zaten söylenecek ve itiraza sebep olacak bir durum söz konusu olamaz. Ama bid’at ehli olanlara ve din tahripçilerine aynı nazarla bakmak mümkün değildir.
Nitekim Üstâd Hazretleri Lemeât’ta da bu düstûru îzâh etmiş ve sonunda mes’eleyi mezheblere ve müctehidlere bağlayarak “hak meslekten murâdın” müctehidlerin meslekleri olduğunu ifâde etmiştir. Bu eserinde Üstâd Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Hakkı bulduktan sonra ehakk için ihtilâfı çıkarma”
“Ey talib-i hakìkat! Mâdem hakta ittifâk, ehakta ihtilâftır. Ba’zan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”
“İslâmiyyet, selm ve müsâlemettir; dâhilde nizâ ve husûmet istemez”
“Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: ‘İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.”(3)
Hem Üstâd Hazretleri, “Rumûz” adlı eserinde Kur’ân’ın yedi cihette mu’cize olduğunu îzâh ederken, Kur’ân’ın câmiıyyetini beyân etmiş ve Kur’ân âyetlerinin ayrı ayrı vecihler ve ihtimâller üzere nâzil olduğunu ve bütün zamânlardaki beşerin bütün tabakalarına hitàb ettiğini ifâde ederek, ehl-i sünnet âlimlerinin mezheb ve meslek ihtilâfının bu farklılıklar ve ihtimâllerden ortaya çıktığını anlattıktan sonra şöyle demiştir:
“Elhâsıl: Herkes kendi mesleğine ‘Hüve hakkun’ demeli, ‘Hüve’l-hakk’ dememeli. Veyâhut ‘Hüve’l-ahsen’ demeli, ‘Hüve’l-hasen’ dememeli.”(4)
Yukarıdaki cümle, Arapça gramer ve lügat mânaları dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
İşte şu düstûr Risâle-i Nûr’un pek çok yerinde ayrıntıl bir tarzda açıklanmıştır. Bütün bunlara dikkat edildiğinde açıkça görülür ki; şu düstûr, hak mezhebler ve müctehidlerin meslekleri hakkında ifade edilmiş olan bir düstûrdur. Çünkü Üstâd’ın bütün bu cümlelerinde “hak” kelimesi geçmektedir. Hak ise Kur’ân, hadîs, Ümmetin icmâ’ı (sahâbe-i kirâm ve müctehidîn-i izâmın icmâ’ı) ve fukahânın kıyasıdır. Bundan başka hak yoktur. O halde bir Müslüman herhangi bir hak mezhebe uysa; o vakit mesleğini hak olarak bilebilir ve “mesleğim haktır ve daha güzeldir” diyebilir. Fakat diğer hak mezheb ve mesleklere bâtıldır diyemez. Çünkü bir mesleğin ve fikrin hak olup olmadığı edille-i şer’ıyye ölçülerine vurularak anlaşılır. Eğer o meslek ve fikir bunlara uygunsa haktır, değilse bâtıldır.
Bu konunun iyice anlaşılabilmesi için şu sekiz meselenin açıklığa kavuşması gerekir:
-Edille-i şer’ıyye nedir?
-İctihâd nedir?
-Kimler ictihâd yapabilir?
-İctihâd nerelerde yapılır?
-İctihâdın câiz olup olmadığı konular?
-İctihâdlardaki ihtilâfın hikmeti nedir?
-Şu zamânda ictihâd kapısı açık mıdır?
-Şu zamânda hangi mezheblerle amel etmek câizdir?
DİPNOTLAR :
1.B.Said Nursî, Yirmi İkinci Mektûb, Dördüncü Vecih
2.A. g. y.,Yirminci Lem’a, İkinci Sebeb
3.A. g. y., Lemeât
4.A. g. y., Rumûz
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.